yazarların ateist olma hikayeleri

  • birkaç kelam da ben etmek istiyorum.

    öncelikle belirteyim, inananlara artı sonsuza kadar saygı duymakla birlikte, "omo otoyizzler hede hödö" diyenleri de görmezden geliyorum. he kardeşim karı kıza artistlik yapayım diye bu düşüncelere sahibim. kimsenin inancı veya inanmaması kimseyi enterese etmez. inanç meselesi karşılıklı olarak dikte edilecek bir mesele değildir. neyse, sonuçta birimiz bir şeye inanır, diğerimiz inanmaz. başka konuda da tam tersi olur vs. bu sadece din konusu için de geçerli değil.

    bu başlıkta yazılanları tek tek okuyun, ki aynısı toplumda da var, hiçbir ateist dindarları tiye alıp inançları ile dalga geçmiyorken, dindarlarda ateistleri aşağılama kibiri var. üstünlük taslama, sidik yarışı gibi. hani nerede sizin dini hoşgörünüz? hiçbir ateist sırf dinci kesime muhalif olmak için inananmayı seçmez. kendi kendine öyle olur. fakat dinciler bu konuyu nedense şahıslarına yönelik olarak algılayıp kişiselleştiriyor. ayrıca bir hıristiyana islam, veya musevilik güzellemesi yapmak ayrıdır, ateiste ayrıdır. çünkü boş kümedir.

    ben hiçbir zaman, diğer yazanların aksine iyi bir dindar veya inanan zaten olmadım. öyle bir çevrede de büyümedim. etrafımdaki bazı insanlar, akrabalar da dine düşkün olmadığımı bildiklerinden bana dini öğütler, yönlendirmeler hatta mobbing uyguladılar. din şöyle güzel, din böyle faydalı şu bu. neden ikimizin aynı şeyden fayda sağlayabileceği garanti olsun ki? kaldı ki dincilerde hep bir teşvik, hep bi pragmatizm söz konusu. fakat hiçbir ateist hiçbir dinciyi inanmamaya teşvik veya ikna etmez. kendisi sadece ateisttir. kim neye inanır neye inanmaz umursamaz. kendisini ilgilendirmez, başkalarının neden inançlı olduğu konusu üzerine de düşünmez. fakat bir insanın ateist olması dincilerin epey bir ilgi alanı oluyor. çok ilginç. işte bu tarz şeyler başlı başına insanın aklını yavaştan kaşımaya başlıyor. ki ben zaten minimalist bir adamım. hiçbir zaman cennet denen yerde huri elma avokado yemeyi de düşlemedim. zaten sonsuza kadar yaşayacağımızı iddia ettikleri yer de ölüp yok olacağımız endişesinin bir ürünü. sonsuza kadar.. bitmeksizin bir yaşam. bence o bile çok sıkıcı.

    öncelikle, kimlik ateistliği yapanlardan daha ziyade, bir ateistin genelde ateist olmaya karar vermesi bir veya birden çok dine, dini araştırmalara, alternatif kaynaklara alabildiğine hakim olmasıyla başlıyor. din denilen konu aslında çok keskin iki yol ayrımına sahip. zaten bir dini cahil cühela kafayla eleştirerek değil de tüm hatlarıyla, öğrenerek, araştırarak, kuran-ı kerim'e, incil'e ve tevrat'a tam anlamıyla hakim olarak, dini birçok alternatifi okuyarak, araştırarak ya iyi bir dindar ya da ateist oluyorsun.

    ha diyeceksiniz ki, "madem araştırıyorsan, öğreniyorsan neden dindar değil de ateist oluyorsun?" çünkü, biz insanoğlunda garantici bir yapı var. ölüm denen gerçekliği kabul ediyoruz fakat ölüp yok olacağımız gerçeğini kabullenmekten hem korkuyoruz hem de "ben yok olamam yeaa, varlığım daima sürecektir." kibirine sahibiz özünde. "öleceğiz ama şu şekilde şurada yaşayacağız." düşüncesi insanların ölüp tamamen yok olmaktan ölesiye korkmalarını dizginledikleri bir durum. dindar insanlardaki genel eğilim de bu şekilde. "öldükten sonra illa ki başka bir yere gitmeliyim, tamamen yok olmamalıyım! ebedi kalmalıyım!" endişesi.

    zaten her şeyi bir kenara bırak, dinin en temel mantığı dünyaya geldiysen adam gibi yaşa, öldürme, çalma, tecavüz etme, hak yeme vb. öğütlerdir. bunlar hıristiyanlık, musevilik, müslümanlık veya başka dinler olsun fark etmeksizin dünyadaki tüm dinler için geçerli bir temel kurallar silsilesidir. evet, belki de din bir ihtiyaç fakat bu gibi erdemlere çoktan sahip olmuş, insan olma bilincindeki kişiler için değil. zaten biz insanlar biraz da devletlerin, hukukun, toplumsal oto-kontrolün oluşumu sonrası seve seve insan olmak zorundayız artık. olmaz isen dini cezadan önce zaten seni daha burada hizaya sokuyorlar.

    dünya'da hiçbir din yoktur ki tecavüz et, hırsızlık et, şerefsizlik yap şu bu vs diyen. diyorsun ki, "ben zaten bunları yapmıyorum, bu yüzden dini ritüellere ihtiyacım yok." bu sefer diyorlar ki "yetmez. ibadet edeceksin! seni yaratan allah'a şükredeceksin!" tamam da dünya'ya gelirken bana soruldu mu ben "tamam kabul ediyorum." dediğimde bana karşılığında anlaşma olarak "ama ibadet edeceksin." diye? bazısı bunu "sana soruldu ama sen dünya'daki şu anki fiziki varlığınla dünya'ya gelmeden önceki bilincini anımsayamıyorsun." şeklinde cevaplıyor. peki kardeşim, örneğin beni halüsine ettiler, kendimde değilim, sordukları her şeyi cevaplayabiliyorum ve kabul ediyorum ama uyandığımda hiçbir şey hatırlamıyorum. neden anlaşma baştan dürüst değil? hadi o halde aramızda tanrı'yla bir anlaşma oldu, neden hatırlamadığım bir anlaşma üzerinden olurunu verdiğim şeylerden sorumluyum ve aksini yaptığımda da cezalandırılıyorum? zaten baştan mantıklı gelmiyor konu. ki, adem havva cennet meselesinin evrim meselesiyle gram örtüşmemesi ile bitiyor her şey.

    ha ayrıca bir diğer paradoks da, misal ben çalıp çırpmayan, kimseye zararı olmayan, haksızlık etmeyen, cinayet işlemeyen, fitne fesatlık, dedikoduculuk yapmayan, başkasının malına, karısına kızına göz koymayan, yardımsever, zor durumdaki insanların halinden anlayan, empati kuran kendi halinde bir yapıda ama ateist halimle zaten dinin getirilerinin çoğuna sahip iyi bir dindar mı oluyorum? bu nasıl bir çelişki şekli? yine geliyor ibadet meselesine. diyorlar ki "ibadet edeceksin!" ne yani, bu şekilde bir karakterim var ise ama ibadet etmiyorsam cehenneme mi gideceğim? e onu da allah bilir diyorlar. enteresan.

    bir de dindar bir insanken naparsan yap misal birisine yardım ettiğinde, veya faydalı güzel bir şey yaptığında, illa ki içten içe kafanda bir sevap kazanmış oluruz güdüsü oluşuyor. hatta "x yapalım yapalım.. iyidir. sevap kazanırız." lafını alenen söyleyen bir kültürümüz dahi var. neden? çünkü dediğim gibi, garanticilik. o kadar kibirliyiz ki, tamamen yok olup gideceğimiz gerçeğini kabullenemiyoruz. ha gideceğimiz yeri de rahat güzel olsun istiyoruz. korkuyoruz çünkü. insan olarak ha bu, ha başka boyutta baki kalmamız gerektiği düşüncesiyle kendimizi yatıştırıyoruz. kendimizi o kadar yüce bir varlık olarak görüyoruz ki tamamen yok olmayı kabul etmiyoruz. çünkü insanız, özeliz, yok olamayız düşüncesi bu.

    ayrıca ben şahsen bu konuları özellikle dindar birileriyle konuştuğum zaman, herhangi bir konuda din eleştirisi getirdiğimde hemen o konuyla ilgili şöyle bir ayet var, bu konuda da bu ayet var diyorlar. peki, dinlerin başlangıcından itibaren bu soruları sormuş olan insanların sordukları soruların üzerine ayetlerin ve kitabın update edilmediğinin bir garantisi var mı? öyle girift bir sistem kurulmuş ve öyle enteresandır ki şöyle bir cevap var diye çaat hemen ayeti çıkıyor. zamanla neredeyse tüm sorulmuş soruların cevaplarının kitaplara eklenmediğini kimse garanti edemez. zaten uhrevi açıklamalarla izah edilmeye çalışıldığı zaman, gerçekten hiçbir şekilde anlamıyorum. çince konuşan bir insandan farklı gelmiyorlar bana. şöyle gökten inmiş, böyle hatipler yazmış falan filan. bu rasyonel bir açıklama değil.

    bi de düşünsenize sahiden, allah sizi dünya'ya gönderiyor ve hadi bana itaat edin diyor. üstelik cevabı da zaten biliyor, nolacağımızı, napacağımızı. eğleniyor mu bizimle? daha önce başka bir yazımda daha belirtmiştim. zaten hiçbirimiz eşit şartlarda dünya'ya gelmiyoruz. neden birileri şahane bir hayatla sınanırken birileri açlık sınırında, hatta açlıktan ölerek, tecavüze uğrayıp öldürülerek, savaşlar yaşayarak, tepesine bombalar yağarak, işkencelere uğrayarak sınanıyor ki? neden? "e işte o şahane hayat yaşayanlar insanların çoğu cennete gidemiyor ama diğeri cennetle mükafat kazanıyor." gibi şeyler diyorlar. nereden biliyorsun kardeşim? belki o şahane hayat yaşayan adam da gerçekten çok iyi bir dindar olabilir? hem burada hem de öteki tarafta adam mükafatlandırılıyor diyelim. yine diğerine göre iki sıfır önde. onu da allah bilir diyorlar. peki. eyvallah. zaten bu konuda ilk olarak bende jetonun düştüğü "aga bi dakka ya?" dediğim kısım burada başlıyor.

    bir de şunu anlamıyorum, siz diyelim ki bir mühendissiniz. atıyorum bir teknolojik cihaz icat ettiniz. neresinde ne çip var, neresinden hangi kablo geçer, hangi komutlarda neye tepki verir hepsini bilirsiniz zaten. şimdi, tanrı geleceğimizi, tercihlerimizi, nasıl bir hayat yaşayacağımızı önceden bilen bizlerin ve tüm kainatın yüce bir mühendisi ise ve hikayenin sonunda cennetlik mi cehennemlik mi olacağımız zaten baştan belli ise o zaman neden sınanıyoruz? bu durumda ya tanrı da bizim yaşamımız boyunca nasıl bir insan olacağımızı gerçekten bilmiyor ya da biz neyi tercih edersek edelim, mesela dindar olmak mı olmamak mı, iyi mi kötü mü biri olmak vs, zaten yine her türlü tercihlerimizi önceden biliyor olacak. ikisi de mantıklı gelmiyor. kaldı ki tanrı insanlara özgür iradeyi verdi ve bunu sınırlandırmadı ise kendisine birilerinin inanmamayı tercih edeceğini zaten yine önceden biliyordur. yine sınanma olmuyor onun adı.

    dinlerin dünya'ya geldiği dönemlerde hep bir buhran anı hakimmiş. yozlaşan insanlar, savaşlar, kan, akla gelmeyen birçok olumsuzluk, zulüm şu bu vs. ve üstelik o zamanki dünya nüfusu da şimdiki kadar dahi değilken defalarca insanlara adam olsunlar diye sürekli peygamber gelmiş. şimdi emin olun dünya çok ama çok daha pis, çok daha iğrenç bir yer. çok daha fazla acı, çok daha fazla trajedi var. sizce tanrı "yeter, size artık peygamber falan yok. naparsanız yapın! sıktınız artık!" mı diyordur? o zaman o bile artık bizden vazgeçmiş anlaşılan.

    dinlerin alayı mezopotamya'ya inmiş. neden sürekli mezopotamya? tamam dünya'nın o dönemlerdeki merkezi diyelim ki mezopotamya olsun, dinler indiği anda, başka kıtalardaki insanlar neden dinden otomatik olarak sorumlu oluyor ki? belki de gayet güzelce pisliğin olmadığı bir çevrede mutlu mesut yaşıyordu o insanlar. bi anda yönetmelik değişip neden final sınavlarına tabii oldular? neden kanada'ya, iskandinav ülkelerine, atıyorum avrupa'ya değil de ortadoğu özellikle? üstelik biraz nette araştırma yaparsanız beyin yakan medeniyet sınırına ulaşmış özellikle iskandinav ülkelerinin büyük oranda ateist olduğunu bulursunuz. düşünsenize, adamlar ateist ama ülkece başarılı mutlu mesut bir hale geliyorlar ve üstelik allah onlara sürekli yürü ya kulum diyor, fakat ortadoğu'da ise yüzyıllardır kan gövdeyi götürüyor.

    bana göre din eskiden beri gerçekte var olan ama uhrevi olmayan bir konu. modernleşen dünyada, esasında din kurallarının büyük bir kısmını artık devletler yasal kurallarla düzenlediler. eskiden ödül-ceza, sevap-günah konuları cennet-cehennemle insanları korkuta ürküte veya teşvik ederek soyut güdüleme ile sağlanırken, şimdi ise yasal yollardan ödüllendirme veya cezalandırma metotları ile sağlanıyor. çünkü dinler de esasında zamanında toplumsal düzenlemeler koyan kurallar bütünü idi. ha işe yarıyor muydu, tamamen kuralsızlığa, hak hukuksuzluğa göre evet. yani vardı, ancak görmediğimiz soyut bir kaynaktan gelerek değil, gereklilik sebebiyle ihtiyaca yönelik, insanlar tarafından oluşturularak var oldu.

    yani tefsirler, hadisler, fıkıhlar vs. insan elinden çıkmış tasarlanmış, felsefesi ortaya konmuş, belki de mantıklı argümanlarla ortaya konmuş şeyler nolursa olsun insan eseridir. birilerinin şahsi düşüncelerin bir derlenmesidir. ha buna milyonlarca insan inanır, savunur, ateistleri eleştirir mümkündür. ama çoğunluk inanıyor diye salt inançsal bir meselede geri kalan herkesin inanmak zorundaymış düşüncesi diye bir şey de yoktur.

    bir keresinde birisi, "bi noktadan sonra sana hangi veriyi sunarsam sunayım, sana mantıklı gelmeyecektir. illa ki bazı şeyleri uhrevi şeylere dayandırmak zorundayım. bu biraz da gönül meselesi, soyut ruhsal bir konu. o hisse sahip değilsen zaten istesen de inanamazsın. bazı şeyler illa ki elle tutulan somut şeyler olmak zorunda değildir." demişti. üzgünüm, ben gökten indiği iddia edilen tüm kitapları, yok efendim bakire meryem'den doğan isa'nın tanrı'nın oğlu olduğunu ya da ne bileyim musa'nın kızıl denizi yarmasını falan somut ve akıl alır şeyler bulmuyorum. bence öyle insanlar vardı ise bile, yüzyıllarca bu kulaktan kulağa hikaye oyunundaki gibi anlatıla anlatıla tamamen farklı bir hal aldı, orijinal olarak görülen duyulan, şahit olunan şey neydi ise, evrildi, yanlış anlatıldı, anlandı diğerine öyle aktarıldı ve bir myth'e dönüşerek bu tarz bir hale geldi.

    özetle, değil sadece din veya tanrı, bana göre çelişkili gelen hiçbir konuya, körü körüne aklıma yatmadıkça inanmam. bu benim inanmamaya baştan endeksli olduğumu değil, aslında inanmaya ve rasyonel verilerle ikna edilmeye açık olduğum halde inanmamayı tercih ettiğimi gösteriyor. bu zamana kadar da henüz rasyonel elle tutulur argümanlarla karşılaşmadığım için "henüz" inanmayanlar tarafındayım.

  • kuran okumaya başlamadan önce çok iyi bir müslümandım. insanlara islam adına iyilik yapardım, camiye giderdim, müezzin veya imam olabilecek kadar biliyordum ibadet etmeyi, bir kaç kez arkadaş grubumuza imam oldum beraber namaz kılarken.

    sonra dedim ki, ben bu kuran'ı arapça okuyorum falan, türkçesini niye okumuyorum, okuyup anlasam ya? sonra kuran okumaya başladım.

    kafama yatmayan, aklımın almadığı ayetlerle karşılaştım. bunları not aldım, her birini önce anneme babama, sonra da hocalarıma sordum. bazı konularda tatmin edici cevaplar aldım (örneğin kadınla erkeğin eşit olmaması, faizin yasak olması), ancak bazı konularda hiç tatmin edici cevaplar alamadım(kölelik, 4 eşlilik, eşcinsellik, allah'ın küfretmesi, peygambere özel ayet olması, öldürmenin caiz olması, kuranda bulunan bariz çelişkiler). bu tatmin edici olmayan cevaplardan sonra internetten de bir çok kaynağı araştırdım, özellikle multi-müslüman olan sayfalarda. tatmin olmadım.

    kurana olan inancımı yitirmeye başladım, çünkü islamı bilenlerin açıklayamadığı saçmalıkta ayetler vardı içinde. kuran'da olması gereken "yeter ve gerek koşul" durumunun var olmadığını farkettim, zira bazı yazılanlara karşı "sadece kurana bakmak yetmez, hadislerle desteklenmeli" gibi cevaplar aldım, örneğin namazın kılınma şekli.

    sonra diğer dinleri araştırmaya başladım, aynı saçmalıkların diğer dinlerde de olduğunu gördüm, ve dinler arası "araç olarak kullanma" özelliğinin de ortak olduğunu gördüm.

    sonuç: agnostiğim, yaratıcı büyük ihtimal yok, varsa da bize müdahele etmiyor artık, ya umrunda değil ya da böyle olsun istiyor.

    öbür taraf diye bir şey büyük ihtimalle yok, varsa da yalnızca iyi insanlar oraya gidecek, kötüler gidemeyecek, dininle imanınla inancınla alakalı olmayacak.

    artık dinim iyilik dini diyebilirim, insanlara hayvanlara bitkilere iyi ol, kendine iyi ol, zarar verme fayda sağla.

    eğer islam sırf allah inancım olmadığı için (ki allah inancını benden alan kitap olan kuran bundan sorumludur) beni cezalandıracaksa, iyi bir insan olmama rağmen, sokayım öyle dine. istemiyorum öyle din. benim gibi düşünenleri cehenneme yollasın.

    biz orayı cennetten daha güzel hale getiririz merak etmeyin.

    eğer afterlife varsa ve tayyip erdoğan ile aynı tarafa gönderilirsem de söyleyeceğim tek şey olur:

    (bkz: bele adaletin içine soxum)