yazarların akıl sağlığını koruma yöntemleri

  • içinde olduğumuz dönemin tarihte yaşananlarla mukayese edilmeyecek ölçüde iyi olduğunu kabul etmekle başlamalı. sonra işin felsefesine inmek zorundayız. önce tarih ile başlayalım.

    fransız ihtilali gerçekleştiği sırada ülkenin neredeyse yarısı dilenciydi. dilencilik ve hırsızlık öyle bir noktaya gelmişti ki bu ulusal bir sorun haline geldi. bugün bekçi dediğimiz kolluk kuvvetleri o dönemde insanları dilencilerden ve hırsızlardan korumak için görevlendirilmişti. fransız ihtilaline giden süreçteki elli yıl böyle geçti. elli yıldan bahsediyorum. bu insanlar psikolojik bunalımla veya hayat yorgunluğuyla değil bildiğin açlıkla mücadele ediyordu.

    serbest piyasa modelini benimseyen ilk ülke ingiltere’ydi. çitileme hareketi ile köylünün elinde ne kadar toprak mal mülk varsa hepsi zenginlerin eline geçti. varlığını kaybetmiş köylüler şehirlere göç etmek zorunda kaldı. 18. yüzyılda ingiltere’nin sanayii şehirlerinde yaşayan halkın beşte biri dilenciydi. üçte ikisi günde 16 saat molasız bir şekilde çalışmak zorunda kalan işçiydi. çocuklara genç diye ayrı bir program uygulanıyordu. yaşları 8 ila 12 arasında değişen binlerce çocuk 18 saat boyunca çalışmak zorundaydı. işten kaytaran olduğu zaman kırbaçla cezalandırılıyordu.

    biraz daha ileri gidelim, o günleri sadece özet geçeceğim. antik dönemde toprak sahibi istediği zaman kölesini (yani bugünkü işçi) öldürebiliyordu. toprağa bağlı köle on kazanıyorsa bunun biriyle geçinmek zorundaydı. feodal düzen son bulana kadar toprağa bağlı işçiler tek bir odası olan, içinde hayvanların da kaldığı bok kokulu kulübede yaşıyorlardı. çoluk çocuk anne baba yan yana yatıyor ocağın dumanında boğularak uyuyordu.

    kilisenin otorite kurduğu ve otoritesinin sarsıldığı günlerde avrupa’da yaşamak istemezdiniz. dine karşı işlenen, işlendiği varsayılan her suç idamla cezalandırılıyordu. işler öyle bir noktaya geldi, kilise o kadar gaddarlaştı ki suç işediğine inanılan insanlar yakılarak öldürülüyordu. muhalif bir çizgide olmayı geçtim onların dediklerin benzer en ufak bir şey söylediğinde diri diri yakılıyordun. kadınlar içi daha zordu çünkü erkek yakılırsa kadınlar masum olsa bile öldürülüyordu. protestan devrim gerçekleştiği dönemde kilise kendisine karşı gördüğü her insanı diri diri yakıyordu. illa bir suç işlemeniz gerekmezdi.

    yeni kıtanın keşfi muazzam bir katliamı ve köle göçünü de beraberinde getirmişti. kızılderili olan herkesin kellesine ödül koymuşlardı. ölü bir kızılderili kafasına para ödülü verilmişti. para için kadın erkek ya da çocuk dinlemeden öldürdükleri insanların kafasını kesip, çuvala koyan insanlar vardı. köle göçü ise ayrı bir dehşet. yeni kıtadan toplanan köleler günde yirmi saate yakın çalıştırılıyordu. güçsüz düşenler düştükleri yerde ölüme terk ediliyordu. sadece bir milyon siyahi insan sadece dinlenemediği için öldü. bir milyon diyorum, günün nüfusuyla bir karşılaştırın isterseniz.

    yeniden yakın çağlara gelelim. naziler iki önemli karar aldı; birincisi komiser emri diğeri nihai çözüm. komiser emri esir alınan düşman askerlerinin idam fermanıydı aslında. neler yapıldı? esir alınan halk -40 derecede çırılçıplak bırakıldı ve ölüme terk edildi. sadece bu şekilde bir milyona yakın insanın öldüğü tahmin ediliyor. esir alınan sovyet askerleri soğukta koruyucu kıyafet olmadan saatlerce yürütüldü. ölüm yürüyüşü denir buna. yürümekten enerjisi tükenmiş olanlar bir bir yere yığılıyor ve cesedi orada bırakılıyordu. sadece komiser emri ile iki milyona yakın insan böyle işkencelerle öldürüldü. yahudileri anlatmama gerek yok sanırım. yahudiler günde yirmi saat çalıştırılırken mengele daha on yaşındaki çocuklarla deney yapıyordu. bir çocuğun soğuğa veya açlığa ne kadar dayanabileceğini hesaplamaya çalışıyordu. daha iğrenç deneyleri anlatmak istemiyorum. arzu eden araştırabilir. sovyetler almanya’yı işgal ederken sadece demmin’de bine yakın insan cesedi buldu. hepsi intihar etmişti ki toplam intihar sayısının elli bin olduğu iddia ediliyor.

    bütün bunların yaşandığı dünyada bizim yaşadığımız samanlıktaki iğne olabilir ancak. dönemsel farklılıkları yadsımıyorum ancak ortada akıl sağlığını yitirecek bir durum yok. üzgünüm ki yok. tarihin insanlık açısından en iyi olduğu döneminde yaşıyoruz. daha kırılgan olabiliriz, psikolojik etkiler bizi daha fazla zorluyor olabilir. ne olursa olsun biz tüm bu yaşanan felaketlerin çeyreğini dahi görmedik. eğer akıl sağlığını korumak isteyen birisi varsa bu yazdıklarımı gözünün önüne getirsin. abd’nin krize girmesinin akabinde gelen para basma politikasıyla tüm dünya muazzam bir konfora kavuştu aslında. biz de kısa süreli bu döneme alıştık, her zaman böyle devam edileceğini sandık ama bu bir hataydı. dünya tarihi, özellikle yakın çağlar felaketler ve insanlık dışı gelişmelerle dolu. akıl sağlığınızı koruyun çünkü ileride, daha ciddi konularda ona ihtiyaç duyabiliriz.

    gelelim işin felsefe kısmına:

    en kötüsünü düşünüp, kendinizi buna hazırlamadığınız sürece karşıdakiler sizi en kötüyle korkutmaya devam edecek. bu hep böyle ilerledi. bir dönem “şeriat gelir mi” korkusu vardı herkeste. şeriatı savunanlara güç veren işte bu tedirginlikti. böyle bir planları yoksa bile şeriatla korkutmaya devam ettiler. kimse de çıkıp “yahu kardeşim zaten bir karanlığın içindeyiz. daha karanlık olsa ne olur az karanlık olsa ne olur hodri meydan” diyemedi. bunu diyemedikleri için bu noktadayız.
    en kötüsü gelse bile mücadeleye devam ederiz kararlılığını takınmak yerine hala aman daha kötüsü olmasın diye dört döndüğümüz için bu haldeyiz. bir hayat mahvolmuşsa, geleceği çalınmışsa bunu gerekirse yeniden tahsis ederiz. şimdi yaşamasak da gelecekte elbet yaşarız mutlu günleri, sen cesaretten haber ver yeter ki. ama ne yazık ki elde var negatif.her şeyin kötüye gittiğini ve gideceğini biz de biliyoruz. önemli olan nerede konumlandığımız. 18 yıllık iktidarı bugünlere taşıyan tek şey en kötüsüyle bizi korkutmalarıydı. neden bunu bir ihtimal dahilinde kabul edip karşı elin kozlarını işlevsiz kılmıyoruz?
    hayat bir mücadele, en kötüsüyle sınanıyorsak bile eyvallah, buna karşı da hazırlıklı olmalıyım demedikçe yol alamayız. akıl sağlı sadece ve sadece cesaretle korunur. bunu unutmadan hareket edelim. edip akbayram’ın da dediği gibi “görecek günler var daha.” o günlere başımız dik yürüyelim.

  • gerçekleri olduğu gibi kabul etmek.

    kimseyi değiştiremiyorsunuz, kimsenin size olan bakışını da değiştiremiyorsunuz.

    sevilmediğinizi düşünüyorsanız, sevilmiyorsunuzdur.
    istenmediğinizi düşünüyorsanız, istenmiyorsunuzdur.

    ben direnmeden kabul ediyorum artık, boşuna direnip altında başka şeyler var yanılgısına düşmeyin.

    yaşadıklarınızın hepsi gerçek ve olduğu gibi ortada.