yaran diyaloglar

  • sabah üst düzey bi yöneticimizle kahvaltıdayız.

    ben: x bey çiğnemeden yutuyosunuz, toplantıya var daha, niye hızlı yiyorsunuz?

    x: biz 9 kardeştik.

  • şuan yolculuk etmekte olduğum istanbul seyahat otobüsünde; *muavin ile yolcu arasında yaşanmıştır.

    ne kadar etik ve ne kadar doğru tartışılır ancak; muavin arkadaşa tebriklerimi ve alkışlarımı gönderiyorum..

    aynı koltuğa 2 bilet kesilmesi sonucu; olaylar gelişir ve kısa süreli bir gerginlik yaşanır..

    muavin: "bir yanlışlık olmuş beyefendi. özür dileriz. sizi 13 numaraya alabiliriz. kusura bakmayın."

    yolcu: "ben böyle rezalet görmedim. insanları mağdur etmeye ne hakkınız var?"

    muavin: "haklısınız efendim. ne yazık ki yoğun günlerde bazen böyle karışıklıklar olabiliyor. kusura bakmayın.."

    muavinin tüm çabalarına ve barışçıl tutumuna rağmen; yolcu bir türlü sakinleşmez ve hakaretlerine devam eder..

    - pis edirne çingeneleri. aç köpekler. para için yapmayacağınız şey yok. bir daha istanbul seyahat mi? tövbe!!

    (muavinin sabrı sonunda taşar.)
    + metro'ya bin de; kulak memeni sikip eline versinler. sana müstehak amk!!

    kendisini ayakta alkışlıyor ve yolculuğuma renk kattığı için teşekkürlerimi sunuyorum..

  • diyalog dahiliyeci ağabeyimden..geçen hafta bir kadın hasta geliyor. her hastasına rutin olarak sorduğu genel ruhsal durum sorusunu soruyor:

    - moraliniz nasıl? üzüldüğünüz, sıkıldığınız bir şey var mı?

    - yoo, benim kocam öldü, ne sıkıntım olacak ki?

  • lise yıllarımda başımdan geçen bir hadise.

    belediye otobüsüyle bir yere gitmekteyim.
    durağa yaklaştık ve inmek için arka kapıya doğru yöneldim.
    fakat şoför durağa yanaşıp, kapıyı açıp yine de durmak yerine hızını minimize ederek hareket halinde hala. bende inmek için tam durmasını bekliyorum haliyle.
    ve dikiz aynasından bana bakan şoförle aramızdaki diyalog başlar:

    şoför: insene
    ben: dursana
    şoför: atlasana
    ben: niye film mi çekiyoruz?

    tüm yolcular kahkaha attı; ama ben hala şoförün o bakışını unutamıyorum.

  • sene 2010. kardeşimin ergenlik döneminin nirvana yılları.
    yaşı 15.

    taşınıyoruz. sıra kardeşimin odasında.
    annemle kardeşim halıları kıyafetleri falan toplarken, babamla ben de yatak ve dolap gibi ağır şeyleri alıyoruz.

    yatağı kaldırdığımız zaman bir de ne görelim!!
    yatağın altı peçete dolu. *

    annemi dışarı çıkartıp, kardeşimi çağırıyoruz. babam peçeteleri gösteriyor ve yıllar sonra hâla gülmemizi sağlayan o soruyu soruyor.

    " bu ne lan aile mezarlığı gibi? "

  • bir hafta sonu. üniversiteden dört arkadaş toplanmış, aramızdan birinin ailesine ait olan ve uzun süredir uğranmamış bir çiftliğe doğru, mangal yapmak amacıyla yola koyulmuşuz.

    araçla gidiyoruz. ben şoförün arkasındayım.
    çiftliğe uzun zamandır gidilmediğinden mütevellit, yollar değişmiş, unutulmuş.
    navigasyon teknolojisinin de henüz pek verimli kullanılmadığı zamanlar.

    ne yazık ki kaybolduğumuzu da şöyle 30 dakika boyunca hiçbir yeri hatırlayamayınca fark edebildik ve birilerine yolu sormaya karar verdik.

    bundan sonra anlatacaklarımda en ufak abartı varsa sabah uyandığımda duştan çıkmış george elokobi'yi bana göz kırparken bulayım.

    aydınlanıp yol sormaya karar verdiğimiz anda içinde bulunduğumuz semt, adeta bir radikal islam grubu yönetiminde, adeta bir boko haram köyü. ve biz dal taşşak şortla, tshirtle gelmişiz. dışarı adım atsak götümüzü kesecekler bilincinin verdiği gerginlik var herkesin suratında. derken, köşede, görünüşünü nispeten makul bulduğumuz bir amcaya yolu sormaya karar verdik.

    şoförün yanındaki arkadaş pencereyi indirip sordu, amca yaklaştı ve anlatmaya başladı. yaklaşık 3 dakika boyunca william faulkner'ı kıskandıracak betimlemelerle, en baba coğrafi bilgi sistemini cebinden çıkaracak detaylarla yolu tarif ettikten sonra, çok basit ve net bir cümle kurdu: "ama siz ordan gitmeyin"

    amca ile muhattap olan, şoförün yanındaki arkadaş "pohak" diye bir ses çıkarıp içine içine yarılmaya başladı ve manyak herif o sırada camının otomatiğine basarak amca ile iletişimini kesti. amca tüm iyi niyetiyle hiçbir şey olmamış gibi arka pencereye geçti ve arka penceredeki arkadaş da yarılmakla meşgul olduğu için benimle göz teması kurup anlatmaya devam etti. ve o güzel soru geldi:

    "şoför hanginiz?"

    arkadaşlar, o kadar ters yakalandım ki, yemin ediyorum kan grubum değişti. o an arka koltukta oturan ben "şoför benim amca, düüüt düüt" filan desem, ne tepki verecek acaba? diye düşünürken, kendimi tutamayarak amcanın suratına doğru 45 derecelik bir açı ile kahkaha atmaya başladım.

    böyle bir durumda, standart bir amcadan şu ikisinden birini beklersiniz:

    1- "ne gülüyorsun hayvan herif, insan gibi yardımcı olmaya çalışıyoruz?" gibi bir tersleme ya da
    2- "ehaha" diye sorusunun mantıksızlığını kendisinin de fark edip gülmesini filan.

    aşağı yukarı bu yani. ikisi de kabulum.

    ama amca ne yaptı? anlatmaya devam etti lan. ben istemsizce suratına kahkaha attıkça amca anlatmaya devam etti. neyse ki aracı süren arkadaş, bir şekilde konuyu bağlayıp, amcaya teşekkür edip, gaza bastı da uzaklaştık.

    bir yandan biraz önce yaşanan olayın geyiğini çevirirken, diğer yandan yol soracak başka birini aramaya başladık. birinin yanına yaklaştık ve şoförün yanında oturan, güya yolu sorması gereken, fakat önceki olayın etkisini henüz atlatamamış arkadaş pencereyi açıp şu cümlemsiyi kurabildi sadece "acaba nasıahahahahaahahah"

    düşünün, yanınıza bir araç yaklaşıyor ve camdan kafasını çıkaran 1.96 boyunda, 100 kilo bir adam erol taş gibi gülmeye başlıyor. sonra da araç aniden hareket edip uzaklaşıyor. durup dururken. durum bu.

    bitti mi? bitmedi. çünkü gün değil, truman show finali. hunger games özel bölümü.
    neyse dedik, hafta sonu bizim. acelemiz yok. bari eksik malzemeleri alalım bir kasap filan bulup. şimdi düşününce nasıl cesaret ettiğimizi hatırlamıyorum, fakat boko haram köyü gibi dediğimiz yerde bir kasap bulup, önüne park ettik. kasabın x 0.25 slow down ses tonu ile gündeme getirdiği "kendi üretimimiz olan sucuktan almak ister misiniz?" sorusuna kibarca "asla" deyip, son derece normal gelişen bir alışveriş ritüeli sonrası aracımıza döndük.

    yok lan, dönemedik tabi.
    niye? karşıdan gelen sarı minibüste; okuduğumuz üniversitenin en popüler, ferrari'den inip, porsche'a binen peri gibi kızını ayakta giderken, tümseklerde sağa sola savrulurken gördüğümüz için.
    arkadaşlar, "cıkcıkcık" diye duyar kasanları işitiyor gibiyim şu an. ama inanın minibüse binmesi, bulunduğu semt filan değil konu. tüm bu absürdlüklerin üst üste gelip yarattığı çığın, bilincimizi ezmesi durum. kız şu an dizi yıldızı, reklam yıldızı filan lan.

    "o bizi görmesin, biz de onu" diye gözlerimizle bir konsensus sağlamışken. arkadaşlardan biri kırmızı şortu, parmak arası terlikleriyle kızcağıza kitlenip minibüse doğru ebleh ebleh sırıtmaya başladı. neyse ki, bokunu çıkarmadan adamı tutup araca bindirebildik.

    bir süre daha yol aldıktan sonra, tam umudumuzu kaybetmişken, kuş uçmaz kervan geçmez, dolayısıyla insan da olmaması gereken bir yerde bulunan bir dayı gözümüze ilişti. checkpoint dayı. dayıya yeri sorduk ve "2 kilometre 125 metre ileriden sağa dönünce" minvalinde, spesifik bir cevap aldık.

    çifliğe vardık. yalandan bir mangal yaptık. akabinde götümüz dondu. döndük.

    yıllar sonra beyaz bu hikayeyi, bir arkadaşının başından geçmiş şekilde anlatmış televizyon şovunda. ben görmedim, izlemedim. eğer doğruysa da ortak arkadaşımız kim, hikaye kendisine nasıl gitmiş bilmiyorum.

    yalnız hikayeyi yaşayan 4 kişiden diğer ikisi de benim gibi sözlük yazarı.

  • hafızama lanet olsun ki tam kelimeleri hatırlayamıyorum. önünden tempolu yürüyüşle geçilen bir marketin dışarı yerleştirilmiş sebze kasaları arasında alışverişe gelmiş ilkokulun ilk sınıflarında olması gereken pek efendi, büyümüş de küçülmüş bir bey. üniversite çağlarında olması gereken başka bir efendi genç de market görevlisi. aralarındaki diyalog kendi karanlığıma gömülmüş giderken yakaladı ve gülümsetti beni:

    küçük bey: biliyorsunuz, eğer yeterli olmazsa beni tekrar markete gönderecekler.

    görevli genç: o yönden haklısınız tabii ama sanırım bu kadarı yeterlidir aileniz için.

    şu nezaketin birazını hayatımıza yedirebilseydik bu diyalog belki böyle şaşırtıcı ve gülümsetici olmayacaktı. akşam akşam zamanda yolculuk yapmış gibi hissetmeyecektim.

  • oğlum 7 yaşında, berbere gittik ikimizde traş olacağız. ufaklık traşını oldu sıra bana geldi. berber çocukluk arkadaşı olunca muhabbet sohbet derken zaman bayağı geçti, oğlumun oflayıp puflamalarını duyuyorum bi yandan. işimiz bitti vedalastık çıkarken aşağıdaki diyalog gerçekleşti.

    +baba bence gitmeyelim tekrar girelim içeri
    -noldu lan çok mu sevdin berberi?
    +ne sevcem be seni beklerken tekrar uzadı saçlarım, annem kızar şimdi niye traş olmadın sen diye.
    -eşşoolu..

  • 15 ve 9 yaşında iki oğlu ve 3 yaşında bir kızı olan babadan geliyor.

    -kızım olunca farkettim ki, bildiğin evde hayvan besliyormuşuz.