tutarlılık

  • mühim mevzudur, anlaşılması zordur, ilk bakışta aşık olup olmadığını anlayamaz insan. uzun uzun bakmak, süzmek, icabında kurcalamak gerekir. rasyonel davranışla ilişkisi içinde, önceliklerin belirlenmesi, ana ilkelerin ve çerçevelerin çizilmesi ile birlikte bir etik inşasının temellerini oluşturur, elbette bu da yetmez, her davranışın ve yol açtığı sonuçların ardından geri dönüp davranışa yol açan motivasyonların kontrol edilmesi, ana ilkeler ve amaçlanan hedeflerle uyumlu olup olmadığının denetlenmesi gerekir. lafı bu noktada fazla uzatmıyorum, bir gün dört başı mamur bir ahlak felsefesi oluşturursam illaki haberiniz olur.

    geçenlerde avrupa insan hakları mahkemesi, bir fransa vatandaşının cumhurbaşkanı sarkozy'ye karşı "defol git gerizekalı!" şeklinde pankart açması üzerine para cezasına çarptırılmasını, ifade özgürlüğünün ihlali olarak değerlendirdi. bu örnek üzerinden gideceğim, beraber gidelim.

    rasyonaliteyi, amacın, ulaşılmak istenen hedefin rasyonelliği ve o amaca ulaşmak için gidilen yolun amaca uygunluğu olmak üzere iki koldan sorguladığımız gibi; tutarlılığı da, bu amacın bizim isteğimize/çıkarlarımıza uygunluğunda aramalı ve gittiğimiz yolu da bu doğrultuda sorgulamalıyız. örneğin andromeda galaksisine gitmek istiyorsak ve bunun için adana uçağına bilet aldıysak, rasyonel davranıp davranmadığımızın sorgulamasına, bileti ucuza alıp almadığımız noktasından başlamamız pek rasyonel olmaz.

    her neyse. dediğim gibi, burada dört başı mamur bir ahlak felsefesi kurmakla uğraşmanın lüzumu ilk etapta yok, deontolojik bir yaklaşımla pragmatik, sonuççu, faydacı bir ahlakı çeşitli ölçülerde harmanlayarak tartıp sürekli güncellemek üzerine tutum geliştirebiliriz örneğin. bunu yaparken de, ölçülerimizi her bağlamda yeniden değerlendirmek gerektiğini unutmamalıyız mesela, temel tutumumuz bu olabilir. kim demişti hatırlamıyorum, pragmatizm teoride çok iyidir, ama pratikte pek bir işe yaramayabilir. bunu da unutmamamız gerekir misal.

    örnek üzerinden gidelim. avrupa insan hakları mahkemesi, ifade özgürlüğüyle ilgili davalarda verdiği kararlarda, özellikle siyasetçilere yönelik gayetle hakarete varan, epey ağır ifadelerin bile ifade özgürlüğü kapsamında korunması gerektiğine yönelik bir vurgu yapıyor. mahkemenin bu konuda yerleşik bir içtihadı vardır; eleştirinin sınırlarının kabul edilebilirliği, siyasetçiler açısından çok daha geniş tutulmalıdır, hatta bu sınırlar gitgide daha da esnetilmektedir. mahkeme her defasında, siyasetçilerin, sıradan sivil vatandaşlara göre eleştiriye daha açık olması gerektiğinin altını çizmektedir.

    yani mahkeme, birebir aynı ifadeyi, sokaktaki sıradan bir vatandaşa karşı yöneltmekle, bir siyasetçiye yöneltmek arasında bir fark gözetmektedir. bunun gayetle haklı, mantıklı, rasyonel sebepleri vardır ve insan aklı bu sebepleri kavramaya doğru gitgide daha fazla yol kat etmektedir. bu sebepleri kavramaya yönelik en ufak bir çaba göstermeden, "aynı ifade nasıl sıradan vatandaşa hakaret olurken cumhurbaşkanına eleştiri olarak değerlendirilir?" diye isyan ederseniz, tutarlılık ve adalet aramış olmazsınız, öküzlük yapmış olursunuz. bir öküzün öküzlük yapması tutarlı ve anlaşılır bir durumdur, hatta şirin bile bulunabilir; ancak bir insanın öküzlük yapmasını genellikle pek şirin bulmayız.

    pek çok durumda olduğu gibi, hukuki kararlar, birbiriyle çatışan menfaatler arasından hangisine öncelik verilmesi gerektiği üzerine yoğunlaşır. siyasetçiler, bulundukları konum itibariyle, verdikleri kararlarla bütün kamuyu ilgilendiren sonuçlara yol açarlar, dolayısıyla onların bütün kamuoyu önünde özgürce tartışılabilmesi, eleştirisinin özgürce yapılabilmesi, kamuoyu menfaati açısından hayati önemdedir. bu yüzden, siyasetçinin saygınlığındansa, onun eleştirilebilme imkanının açık ve özgür tutulabilmesi daha çok önemsenmektedir.

    aynı şekilde, bir siyasetçinin yaptığı özel bir telefon görüşmesinin medya yoluyla servis edilmesi durumunda, görüşmenin içeriğinin kamuoyu açısından önemi belirleyici olmaktadır. bir tarafta bir insanın özel hayatının gizliliğinin korunması, öbür tarafta bütün kamuyu ilgilendiren bir mevzunun herkes tarafından öğrenilebilmesi söz konusudur, eğer ikinci menfaat birincisinden daha korunmaya layık görülüyorsa, özel görüşmelerin yayınlanması gayet meşru bir gazetecilik faaliyeti olur. nitekim benzeri davalarda aihm, söz konusu özel kayıtlar yasadışı dinlemeyle elde edilmiş olsa bile, bu kayıtları yayınlamanın ifade özgürlüğü kapsamına girdiğine dair karar vermiştir. evet bu kayıtlar hukukdışı elde edilmiş olabilir, dolayısıyla bu kayıtları yapmak suç olabilir ve elde edilen deliller mahkemede kanıt olarak kullanılamaz; ancak kayıtların içeriği kamuoyunu ilgilendiren nitelikteyse, gazetecilerin bunu yayınlamasında kamu menfaati vardır ve bu da basın özgürlüğünün temelidir.

    yani hukuk, çatışan menfaatler arasında sürekli bir denge kurar. aihm de, bir tarafta kişilik hakları, öbür tarafta kamunun bilgi alma hakkı yani basın özgürlüğü söz konusu ise, dengeyi basın özgürlüğünden yana kurmaktadır. bu konuyla ilgili örnek bir karar, radio twist/slovakya davasıdır: http://hudoc.echr.coe.int/…search.aspx?i=001-78603#{"itemid":["001-78603"]}

    bütün bunlardan anlamamız gereken şey şu: ahlak, belirli katı kuralların raptiye ile duvara tutturulmasıyla oluşturulan ve sürdürülebilen bir şey değildir, böyle bir tutarlılık arayışı, irrasyoneldir ve ahmakçadır. aynı davranış, aynı ifade, farklı koşullar altında farklı sonuçlar üretir, dolayısıyla her defasında kendi özgün koşulları çerçevesinde değerlendirilmelidir. her ifade, nerede, ne zaman, nasıl, kime karşı, kim tarafından, hangi koşullar altında söylendiğine göre farklı bağlamlara oturur ve farklı değerlendirilmeyi hak eder. eğer bu değerlendirme yapılmazsa ve her olay kendi özgün koşulları çerçevesinde değerlendirilmezse, işte o zaman adaletsizlik yapılmış olur. ve temel amacımız adaletse, ki öyle olmalıdır, bu durumda temel amacımızla tutarlı davranmamış oluruz.

    bir örnek daha vereyim. mesela, islama yönelik ağır bir eleştiri, misal atıyorum, "islam vahşi bir dindir" şeklindeki bir ifade, türkiye'de veya herhangi bir islam ülkesinde, bana göre kesinlikle ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir ve hukuk düzeni, böyle bir ifadeyi kullanan kişinin ifade özgürlüğünü korumaya öncelik vermelidir. hatta ve hatta, böyle bir ülkede ifade özgürlüğü savunusu, tam da böyle ifadelerin savunusu üzerinden yürütülmeli ve bunun üzerinden mücadele edilmelidir. bakın, ifadenin doğruluğundan veya yanlışlığından bahsetmiyorum, ifade özgürlüğü çerçevesinde korunmasının öneminden bahsediyorum. sonuçta subjektif bir ifadedir ve kimisi için doğru kimisi için yanlıştır, ancak bu ifadenin dile getirilebilmesi, demokratik toplum düzeni açısından savunulmalı ve mücadele edilmelidir.

    ancak, müslümanların azınlıkta olduğu, ayrımcılığa uğradığı, hatta mesela her gün saldırıya uğradığı ve öldürüldüğü bir ülke varsa mesela, böyle bir ülkede "islam vahşi bir dindir" ifadesini kullanmak ve buna yönelik propaganda yapmak, bana göre etik değildir ve bir ifade özgürlüğü mücadelesi böyle bir ifade üzerine kurulamaz. çünkü o ülkenin özgün koşulları değerlendirilecek olursa, öncelikli korunması gereken menfaat o ülkedeki müslümanların can güvenliğidir, bir mücadele verilecekse de buna yönelik verilmelidir. yani yapılması gereken şey, o ülkede müslümanların yanında durmaktır, onların inanç özgürlüğünü savunmaktır, nefret suçuna maruz kalmamaları için mücadele etmektir.

    yani tekrar tekrar üstüne basayım: aynı ifade, farklı koşullarda, farklı bağlamlara oturur ve farklı anlamlara, dolayısıyla da farklı sonuçlara yol açar. "doğru" bir ahlak felsefesi, her şeyden önce bu ilkenin hesaba katılması ile kurulabilir ancak. eğer derdiniz adaletse, her şeyden önce, tahakkümü dert edinirsiniz ve güç dengesi arayışında olursunuz, bu da, terazinin zayıf kısmını oluşturan tarafa destek vermekten geçer. uluslararası hukuk da, insan haklarının korunması açısından bu yönde bir tutuma ağırlık verir.

    eğer bu noktayı anlamazsanız, saçma sapan, irrasyonel ve ahmakça bir tutarlılık arayışını "ahlak" zanneder, karşınıza çıkan her şeyi de bu ahlak zannettiğiniz ahlaksızlıkla yargılamaya kalkarsınız. hele bir de, "ahlak" kavramını bizzat böyle saçma bir tutarlılık olarak bellerseniz, ahlaktan bahsettiğini gördüğünüz herkeste bu saçma tutarlılığı aramaya başlarsınız, beklentiniz doğal olarak gerçekleşmediği için "ahlak diyodun ama bak burada tutarsızsın, ne haber?" diye saçmalarsınız. mesela, bir yargı oluştururken birbiriyle çatışan tarafları dinlemenin önemi ve gerekliliğinden bahseden bu entry (bkz: #46463181) ile "düşünme ahlakı"ndan bahseden birine, kendi kafanızdaki hastalıklı ahlak ve tutarlılık arayışını atfetmeye çalıştığınız için, her defasında saçmalarsınız, "ahlaktan bahsediyorsun ama şu mevzuda aynı ifadeyi eleştirirken filanca yeri hiç eleştirmiyosun, nerde senin ahlakın, where is your god now?" diyerek mallığınızı teşhir edersiniz. neden teşhir edersiniz? çünkü karşınızdaki, sadece ve sadece, bir şey hakkında yargı oluştururken tutunulması gereken bir ilkeden bahsetmektedir, siz ise bunu tamamen alakasız bağlamlarda tamamen alakasız bir ahlaki tutumun emaresi olarak yorumlayıp saçmalamışsınızdır. mesela daha açık olması için örnek vereyim, bunun bir benzeri, "ahlaktan bahsediyorsun ama bir yandan da eşcinsellerin özgürlüğünü savunuyosun, ne iş?" diye sormaktır. bunu diyen niçin saçmalamıştır? ahlaktan bahsettiğiniz için sizin ibrahimi dinlerin ortodoks ahlakını savunduğunuzu zannetmiştir, o yüzden saçmalamıştır.

    velhasıl, ortada size tutarsızlık gibi görünen bir şey varsa, bu sizin ahmaklığınızdan ve cehaletinizden kaynaklanmaktadır, karşınızdakinin "ahlak" derken neyden bahsettiğini anlamak için en ufak bir çaba gösterme zahmetine katlanmamanızdan, fikri tembelliğinizden, cahil cesaretinizden, kalıplaşmış mermer kafanızdan kaynaklanmaktadır. karşınızdakinin nasıl bir ahlak felsefesine sahip olduğunu anlamadan, sırf ahlaktan bahsetti diye kendi kafanızdaki sefil ahlaki kurguları karşınızdakine atfetmeye kalkarsanız, sırf "tanrı"dan bahsediyor diye spinoza'ya "tanrı tanrı diyorsun ama daha iki rekat namaz kıldığını görmedik" demekten farklı bir şey yapmış olmazsınız.

    milliyetçilik mevzusuna gelelim.

    anayasasından bütün eğitim müfredatına kadar türk milliyetçiliği üzerine şekillendirilmiş bir ülkede, herkesin çocukken yıllarca "ne mutlu türküm diyene" diye bağırtıldığı bir ülkede, anayasal olarak herkesin zorla türk ilan edildiği ve bunun üzerinden bütün etnik azınlıklara yönelik anadil ve kültürel hak gasplarının yaşandığı, ayrımcılığın norm haline getirildiği bir ülkede, insanların "ben kürdüm" dediği için türlü çeşit zulme maruz kaldığı bir ülkede, "ben türküm" demekle, "ben kürdüm" demek aynı şey değildir, aynı bağlama oturtulamaz ve aynı çerçevede değerlendirilemez. "ikisi de milliyetçilik, ne farkı var, niye birini dert edinip diğerini dert edinmiyorsun?" diye sormak, ahlaki bir kaygının, adalet ve tutarlılık arayışının eseri değil; avantajlı tarafta olduğu için, bu konuda hiçbir ayrımcılığa maruz kalmamış olduğu için sağlıklı ve adil düşünmekten aciz bir ahmaklığın eseridir. böyle bir ülkede "ben türküm" demek ve bunu gururla vurgulamak, güçlünün, çoğunluğun tarafında olmanın verdiği rahatlığın, kibrin ve gururun, yapılan bunca hak gaspının ve ayrımcılığın süregitmesinden rahatsızlık duymamanın emaresidir, kısacası ahlaksızlığın emaresidir. fakat "ben kürdüm" demek ve bunu üstüne basa basa vurgulamak, sadece ve bütünüyle bir haysiyet meselesidir, hak ve adalet arayışıdır. bunu idrak edememek, hiçbir zaman türk milliyetçiliğini dert edinmemiş ve derinden bir hesaplaşma yaşamamış bünyelerin kürt milliyetçiliğinden bahsetmesine neden olur. aynı durum, farklı azınlık ve öteki kimlikler için de geçerlidir. insanlar "ben de varım" diyebilmek için kimliklerini vurgularlar, mesela "ben de varım" diyebilmek için eşcinselliklerini yüksek sesle vurgularlar, "ben eşcinselim ve beni yok sayamazsınız, bana ayrımcılık yapamazsınız" demek isterler bu vurguyla. onların maruz kaldıklarına ve bu maruz kalmaları üzerinden şekillenen hassasiyetlerine empati yapmaktan aciz bünyeler, "tamam eşcinselsen eşcinselsin, anladık, niye her fırsatta gözümüze sokuyosun, niye zırt pırt vurguluyosun?" diye saçmalarlar. hatta ve hatta, "niye eşcinsellik kimliğine yapışıp kalıyosun, kimlik siyaseti yapmayalım, hepimiz insanız" vs. gibi saçmalayarak iyi bir şeyler söylediklerini zannederler. insanları kimliklerini vurgulama ihtiyacına yönelten sistemi, çoğunluğun ve güçlünün tahakkümünü dert edinmezler. evet, bir eşcinsel, bir eşcinselden fazla bir şeydir, eşcinsel olmaktan başka pek çok niteliği veya kimliği vardır; ancak siz onu eşcinselliği üzerinden vurursanız, eşcinselliği üzerinden ayrımcılığa maruz bırakırsanız, eşcinselliğini yok sayarsanız, o da her şeyden önce eşcinsel kimliğine sarılma ve öne sürme ihtiyacı hisseder, bu da gayet doğal ve insani bir tepkidir.

    velhasıl, bu ülkede, kürt milliyetçiliğini yaratan şeyin türk milliyetçiliği olduğunu idrak etmeden, türk milliyetçiliğine eşit güçte bir kürt milliyetçiliği varmış gibi, "ikisi de milliyetçilik" diyerek eşitlemek ve kürt milliyetçiliğinin eleştirisine türk milliyetçiliği kadar öncelik vermek, ahlak ve tutarlılık değil, ahlaksızlığın, tutarsızlığın daniskasıdır. ben türk milliyetçiliğinin eleştirisine öncelik veriyorum, ve anayasanın 2. maddesi, 66. maddesi orada durduğu sürece, milli eğitim kanunundan yüksek öğretim kanununa kadar bütün kanunlar öylece durduğu sürece, bütün milli eğitim müfredatı türk milliyetçiliği propagandası yaptığı sürece, kürtlere yönelik bütün hak gaspları sona erdirilmediği ve anayasal güvenceye kavuşturulmadığı sürece, böyle yapmaya devam edeceğim. bu ülkede türk milliyetçiliğini meşru ve olması gereken şey olarak benimseyenlerin oranı nüfusun yarısından fazlasına tekabül ederken, bu oranla kıyasalanamayacak düzeyde bulunan kürt milliyetçiliğini hedef bellemek, adalet değil adaletsizlik arayışının göstergesidir. ne zamanki devlet ve ideolojik aygıtları türk milliyetçiliğinden tamamen arındırılır, o zaman türk milliyetçiliğinin doğrudan yarattığı bir şey olan kürt milliyetçiliğinin de zemini büyük ölçüde ortadan kalkar. derdiniz milliyetçiliğin topyekün ortadan kalkması ise, takınmanız gereken tutum, gitmeniz gereken yol açıktır.

    eşit güçte olmayan tarafları, hayali bir zemine çekip eşitlemek, adalet değil adaletsizliktir. hele hele, hiçbir zaman türk milliyetçiliğinin eleştirisini dert edinmemiş bünyelerin, yazdıklarının yüzde doksanı kürt milliyetçiliğinin eleştirisine yönelen bünyelerin tutarlılıktan, adaletten bahsetmesi ve türk milliyetçiliğinin eleştirisine öncelik verenleri tutarsızlıkla itham etmeye kalkması, hiçbir zaman idrak edemeyecekleri bir zavallılığın ürünüdür. ideoloji, epey hazin bir şeydir nitekim.

    bu entryde anlatmaya çalıştığım şeyi anlamadığınız sürece, aynı ezberleri, aynı refleksleri sergilemeye devam edip duracaksınız, "niye kürt milliyetçiliğinden bahsetmiyosun, biraz da onları eleştirsene" diye yakınmaya devam edeceksiniz. istediğiniz şey, görmek istediğiniz şey adalet değil, tutarlılık değil. sizin o sefil hassasiyetlerinizi okşamamı istiyorsunuz, o korumaya çalıştığınız gururu okşamamı istiyorsunuz, kürt milliyetçiliğine vurarak sizin gazınızı almamı istiyorsunuz, türk milliyetçiliği yapmakta çok da haksız olmadığınızı, yanlış bir şey yapıyorsanız bile bu konuda yalnız olmadığınızı hissetmeye ihtiyacınız var, ama o istediğiniz şeyi size vermeyeceğim, çünkü bu size kötülük yapmak olur, sizin, içine sokulduğunuz ve çıkmamakta direndiğiniz fanusun içinde tutunmaya çalışmanıza katkı sağlamak olur.

    bu ülke, bu entryde anlatmaya çalıştığım şeyin tam tersini resmi politika olarak belirlediği için bu halde. bu yüzden aihmde en çok mahkumiyet alan ülkeyiz. bu yüzden bu kadar yaşanmaz bir ülkeyiz. bu ülkenin hukukçuları, adaleti değil devleti korumaya öncelik verdiği için bu noktadayız. bu yüzden her gün meltem banko başlığını sildirmeyi öncelikli vazife edinen hakimlerle muhatap olmak zorunda kalıyoruz.

    geçen gün bir etiyopyalı ile tanıştım, gayet milliyetçiydi, ülkesinin afrikada sömürge yapılamamış tek ülke olduğunu gururla anlatıyor, diğer afrikalılara biraz tepeden bir gözle bakıyordu. yani bu ülkede yaşayan etiyopya milliyetçileri de var. ancak emin olun, ben hiçbir zaman etiyopya milliyetçiliğinin eleştirisine öncelik vermeyeceğim. "milliyetçilikse hepsi milliyetçilik, niye hepsine birden karşı çıkmıyosun?" diye saçmaladığınız sürece türk milliyetçiliğinin eleştirisine öncelik vereceğim. çünkü milliyetçilik eleştirisi yaparken, gerçekliğe herhangi bir teması olmayan, teorik bir tartışma yapmıyoruz, hepimizin hayatını doğrudan etkileyen, gayet gerçek ve pratik bir şeylere tekabül eden bir fenomenden bahsediyoruz. dolayısıyla milliyetçilik eleştirisi yapmaktaki amacım akademik literatüre bir katkıda bulunmak değil, sizin zihninize temas edebilmek.

    benim sözlükte yazarken bir amacım var ve o amaca binaen, gayet tutarlı bir tutum içindeyim. artık bu tutarlılık eleştirisinden sıkılın ve biraz düşünmeye çalışın. beni önce anlayın, ondan sonra dilerseniz tekrar nefret edersiniz.