this is us

  • son 2 yıldır her insanın sıradan ama özel olduğu gerçeğiyle yüzleşiyordum. evrende gelmiş geçmiş milyarlarca canlı arasında bir nokta olarak ne tür bir değerim olabilir ki bunalımıyla kendimi boşluğa atmışken, her noktanın kendi içinde bir yeryüzü olduğunu öğrenmeye başladım. tüm bu süreç içinde bu düşünceyi destekler nitelikte filmler, diziler, kitaplar çıkmaya başladı karşıma. this is us da bunlardan biri oldu. fox tv'deki versiyonunu olabildiğince güzel bulup bir merakla orijinal yapımını izlemeye başladım.

    bence bu diziyi bu kadar özel kılan şey her ailenin bir tarih olduğunu göstermesiydi. 5 kişilik pearson ailesinin; ne yaşadıkları ülkeye, ne dünyaya çok büyük katkıları yok. çoğumuz için sıradan, belki de her gün karşılaşabileceğimiz tipte insanlar. ama kendi içlerinde kocaman bir dünyalar. bir tarihleri var. jack ve rebecca'nın tanışması akabinde üçüzlerin dünyaya gelmesiyle kuruluş dönemi başlıyor, çocukluktan ergenliğe doğru bir yükselme devri, babanın ani vefatıyla gerileme dönemi ancak dağılmıyorlar, yıkılmıyorlar. çocukların üçü de farklı yollara sapsa da o aile her zaman yumruk gibi bir arada, hiç yıkılmayan bir imparatorluk gibi.

    başka imparatorluklara bariz bir faydası olmayan pearson imparatorluğu inişlerle çıkışlarla ama her zaman çoğalarak 40 yıldır devam ettiriyor varlığını. olaya bu taraftan bakınca o kadar güzel ki. kendi ailemin de bir imparatorluk olduğunu düşünüyorum. belki kitleleri etkileyecek kadar gözde bir insan olmayacağım ama ailemin yolculuğu var, benim yolculuğum var ve bu yolculukta yapmam gereken bana değer katacak şeyler var.

    konuyu daha çok bulandırmadan biraz karakterlere geçmek istiyorum. en sevdiğim karakterin açık ara farkla rebecca pearson olmasıyla beraber hiçbirini de kusursuz ya da mükemmel olarak görmüyorum. zaten özellikle böyle gösterilmiyor. 3. sezona kadar pür ve pak gelen jack'in bile geçmişinde, kırılmasında pay sahibi olduğu bir kardeşi mevcut. üstelik onun yaralarını saracak vakti bile olmamış. o işi istemeden çocuklarına bırakmış.

    randall'ın "fazlalık" olarak hissettiği bu mükemmel ailedeki "mükemmeliyetçilik" hırsı, bunu kendi bedenindeki tepkilere ve eşine yansıtması bunlar çok daha iyi işlenemezdi galiba. çocukluk ve ergenlik döneminde aslında gayet sakin, sorun çıkarmak istemeyen bir birey olan randall muhtemelen hayatına beth'in dahil olmasının rahatlığıyla tepkilerini biraz daha serbest bırakıyor, daha heyecanlı ve daha aceleci birine dönüşüyor. aslında bu noktada beth'in üzerine bu kadar yük almasını çok sindiremiyorum, zaten bunun patlamalarını da zaman zaman yaşıyor.

    hayatı boyunca fiziği, atletikliği ve şeytan tüyü özelliği üzerinden sayısız iltifat almış ve fazla uğraşmasına kalmadan tüm kapıların kendisine açıldığı kevin'in 36 yaşından itibaren farklı seçeneklerin de olduğunu keşfetmesi ve bencilliğinden yavaş yavaş sıyrılması, izlemeyi çok sevdiğim sahneler. (sahi number one ne iyi bölümdü!) bir de bu yaş meselesi var ki çok rahatlatıyor aslında beni. 26 yaşında sanki bir şeylere geç kalmışım hissini yoğun yaşadığım dönemlerde bir insanın 36 yaşında bile değişime gidiyor olması bana umut verdi. 46 yaşında da olabilir bu değişim, 56'da da. önemli olan buna kapalı olmamak.

    ve kate... kardeşlerden bana en çok benzeyen ve bu yüzden hiç sevemediğim kate. şöyle ki kate ile birçok çakışan özelliğimiz var. ben de kate gibi kilo problemi olan bir insanım. son yıllarda kafamı çok başka meselelerle meşgul edip bunu baya derine gömsem de ara ara karşıma çıkıp "bu problemi çözmeyi ne zaman düşünüyorsun" dediği oluyor. ama kate'de benim hiç sevmediğim ve bende de olmasından deli gibi korktuğum bencillik. "ben kiloluyum, ben şişman, çirkin, işe yaramaz bir kadınım. bu yüzden kimse beni sevmez. annem sevdiğini söylüyor ama yalan söylüyor." kate'in özeti bu aslında, annesine aman vermiyor. halbuki rebecca'nın kate'e karşı çok büyük hataları yok ama kate annesinin bu denli sevgisine katlanamıyor, kendisini layık göremiyor belki de ve tüm hırsını da yine zavallı annesinden çıkarıyor.

    babasını da erken ve ani bir şekilde kaybetmesinin de tüm bu hırçınlıklar üzerinde etkisi var. burada ayrılıyoruz ama 3. sezon ilk bölümlerindeydi sanırım toby'nin koleksiyonunda en değerli parçayı verdiği öğrencisine "çocukluğum çok kötü geçti" demesi oha, gözün doysun kate dedirtti.

    kate ve bizim problemimiz şu. hayatı yemek yer gibi yaşıyoruz, hızlı yiyoruz, hızlı olsun istiyoruz. doymuyoruz, daha fazlası olsun, daha fazlası gelsin. şimdi kate bir bebek sahibi oldu, bakalım bu ona yetecek mi yoksa daha fazlasını isteyebileceği yeni bir şey bulacak mı? umarım sakinleşirsin kate, umarım sakinleşiriz..

    ve rebecca pearson... muhtemelen ikinci evliliğini eşinin en yakın arkadaşıyla yaptığı için seyirciler tarafından anlaşılmasına bile lüzum görülmeyecek karakter olarak kalacak. aynı ölçüde mandy moore'a da haksızlık yapılıyor. bu kadın 3 sezondur, aynı anda 3 farklı zaman dilimindeki kadını çok başarılı bir şekilde canlandırdı ve hala ödüllendirilmedi. ayıp!

    rebecca aşkla, jack'e duyduğu sonsuz güvenle evliliğe ve anne olma yolculuğuna çıkıyor ama bu yolculuğun direksiyonu başına geçmekten gocunmuyor. zaman zaman bu kontrolcü ebeveynliğe gitse dahi yine de jack'in ve çocuklarının yaşam sevinciyle toparlanıyor. eşinin ölümü ve üç ergen çocuğunun sorunlarıyla baş başa kalsa da yine toparlanıyor bir şekilde. tüm hayallerini ve aşık bir eş olmayı geride bırakıp sadece anne sıfatıyla var olmaya başlıyor. aslında bu sağlıklı ve takdir edilesi bir duruş mudur tartışmalı ama rebecca'nın bu fedakar özelliği bana biraz annemi anımsattığı için sanırım ayrıca çok seviyorum. anne ve baba arasında ayrım olmaz ama bu ailenin kahramanı jack olarak görülse de gizli kahramanı ve direği rebecca pearson'dur.

    yeni sezondan isteğim randall ve beth'in daha çok kavga etmeleri. çünkü sorunsuz bir çift olarak görünseler de aslında patlamaya hazır bombaları çok ve tartışmayla sorunları gün yüzüne çıkaran bir çift. rebecca fedakardı ama ben beth'in rebecca kadar fedakar olmasını istemiyorum, aynı yükü randall da sırtlasın istiyorum.

    kate'in anne olmasıyla olgunlaşması ve artık annesini anlamaya başlamasını istiyorum. hatta keşke şöyle ağlaya ağlaya annesinden özür dilediği bir sahne olsaydı da. daha önce de özür diledi ama tüm bu özürleri annesinin burnundan getirmeyi de bildi.

    kevin'in de artık sürekli değişen sevgili trafiğine bir son vermesini diliyorum. annesiyle çok daha yakınlaşmasını isterdim ama yeniden toparlanmaya dair motivasyonu amcasında bulacak belli ki. bu hikayeyi izlemesi çok keyifli olacak.

    ve son olarak 24 eylül'de "you don't know us" diyerek pearson ailesi geri dönüyor. bugün 31 ağustos, big three ve jack pearson da yeni bir yaşa girmiş bulunmaktalar... iyi ki varsınız...