the irishman

  • makyaj oskarı alır diyen arkadaşlar var. açın da film nasıl çekilmiş bir izleyin.

  • ilk 1 saatten sonra film izlediğinizi unutturan 15 saat de olsa sıkmayacak bir şey. film değil de dedem gençlik anılarını anlatıyormuş ben de dinliyormuşum gibi.

    oynayanların birer aktör olduğunu, mekanların set olduğunu falan unutuyorsunuz.

    filmcilikte olmasa da storytellingde en üst seviye budur bence. çünkü burada başrol hikaye.

    hiç bir şey hikayenin önüne geçmiyor. abartılı oyunculuklar, vurucu sahneler, müzikler vs. yok, hatta gerilim bile yok. normalde vurucu bi sahneden önce seyirciyi gerersin gerersin, sonra ipin ucunu bırakırsın. bunda öyle bir şey de yok. hatta belirgin duygu yok lan. her şey tam olması gerektiği gibi. resmen scorsese hikaye nasıl anlatılır dersi vermiş. "hiçbir öge hikayenin önüne geçmemeli."

    vallahi şahane. the wolf of wall streetde de aynısını denemişti ama olmamıştı.

    bu sefer olmuş işte. hem de taş gibi olmuş. bravo ya.

    yalnız scorsese söyleşide "hiçbir yere özel yapamazsın" diyor ama bence netflixe özel yapmış çünkü bu filmi sinemada izlesen sıkılabilirdin. bu film durdurup çay koyduğun, içeri gidip bir şeylere baktığın vs. bi film. bunları sinemada yapamazsın. sinemadaki o "beklemek zorunda olma" duygusu bir süre sonra film için "öeeh yeter artık hadi" hissi verebilirdi. ama netflix tam ideal platform.

    ve bu film bence kesinlikle netflixte gösterilceği hesap edilerek çekildi. seyirciyi sıkma korkusu olmadan, sırf bu sebepten içine alakasız, boş beleş çatara patara veya suspense konulmadığı için şahane bir film.

    netflix'in getirdiği "seyirciyi sıkabilme" özgürlüğü
    kitap uyarlaması olamsının getirdiği senaryo rahatlığı
    gerçek olaylara dayanmasının aktörlerin işini kolaylaştırması

    bu 3 şey scorsesenin işini kolaylaştırdı ve güzel bir film çekebildi diye düşünüyorum.

  • al pacino, de niro, pesci...

    film iyiymiş kötüymüş açıymış kurguymuş umurumda değil; üçü beyaz fanilalarla çekirdek çıtlatıp ekonomi çok eyi muhabbeti yapsa sabaha kadar izlerim.

  • insanı hep en güvendikleri yaralar. şunu iyi bilin ki, en güvendiğiniz kişi, sizin en zayıf noktanızdır.

    -spoiler-

    hoffa'nın ailesinden sonra bu hayatta en çok güvendiği kişi frank'ti. aynı evin içinde beraber uyuyacak kadar ona güveniyor ve hayatını emanet edebiliyordu. hoffa'yı buluşmak için ikna ettikleri sahnede, hoffa da az çok tahmin edebiliyordu bunların onu aslında öldürebileceğini. o yüzden halka açık bir yerde buluşmak istediğini telefonda frank'a söylemişti. ancak hoffa'nın öldürüleceği yer çoktan seçilmişti. hoffa'yı öldürecekleri evi tutmuş, evin tabanını bile değiştirecek kadar her şeyi ayarlamışlardı. mesele hoffa'yı bu eve çekebilmekti. bunun için de hoffa'nın en çok güvendiği insan, frank devreye girecekti.

    dikkat ederseniz eve geçmeden önceki o muhteşem araba sahnesinde hoffa, frank'e geç kaldığı için hiç kızmıyor. film boyunca hoffa'nın bu özelliğini boşuna vurgulamadılar. adam, tony pro gibi arıza bir tipe bile sırf bu yüzden kafa tuttu. sırf geç kaldın muhabbeti yüzünden tony pro'yu kendine iyice düşman etti. ancak, frank onu kırk dakika bekletmesine rağmen frank'e tek kelime etmedi. sadece keşke haber verseydin diye serzenişte bulundu. hatta arabada frank'e silahının yanında olup olmadığını sordu. "bu şerefsizlere güven olmaz" diyordu; ama asıl güvenmemesi gereken kişi yanı başında oturan frank'in ta kendisiydi.

    eve girip evin boş olduğunu görünce bir şeylerin ters gittiğini hemen anladı. o an bile frank'e güveni hala yerindeydi. "hadi frank çıkalım buradan" derken, hiç düşünmeden arkasını kaç yıllık dostu frank'e dönüp evden çıkmaya çalışabiliyordu.

    ama hayat ne yazık ki böyle bir şeydi işte. arabanın ön koltuğuna oturmayacak kadar birine güvenmeyen frank, hayatta kalırken; arkadaşına gözü kapalı hayatını emanet eden hoffa, arkasını ilk döndüğü an öldürüldü.

    -spoiler-

  • martin scorsese, gerçek hayatta kahramanların nasıl yaşadığını anlatmış. marvel dünyasıyla giriştiği kavgada o da kendi dünyasının kahramanlarını dökmüş ortaya. biliyorsunuz kendisi kısa bir süre önce marvel filmleriyle ilgili olumsuz görüşlerini ifade etmişti. hemen ardından kopan fırtına sonrası ise düşüncelerini yazıya dökme ihtiyacı duydu. iron man filmini baz alırsak 2008 yılından beri kahramanlık filmleri satan bir şirkete üstadın bunca yıl sonra durup dururken laf çakmasının bir sebebi vardı elbet. nedeni tamamen kişiseldi. uzun yıllardır çekmeyi hayal ettiği filmine bir türlü istediği bütçeyi bulamıyordu. sinema salonlarını işgal eden marvel filmlerinin yanında kendi filmine yer yoktu artık. yaklaşık 160 milyon dolar gibi devasa bir maliyete haliyle kimse girmek istememişti. marvel filmleriyle bire on kazanmak varken ne diye hakiki bir sinema filmine para gömeceklerdi ki.

    neyse ki scorsese, netflix gibi başka bir küresel şirketle anlaştı. bu arada, bu denli yüksek bütçe istenmesinin sebebi de filmde rol alacak de niro, al pacino ve joe pesci gibi oyuncuların canlandırdıkları karakterlerin gençlik hallerine başka bir oyuncuyu oynatmadan cgi teknolojisi kullanılarak gidebilmekti. peki ortaya çıkan sonuç bunca hırgüre değmiş miydi? tartışılır. ben değmediğinden yanayım. filmin başından sonuna kadar oyuncuların gençlik hallerindeki tuhaflık bariz şekilde hissediliyor. en basitinden hal ve hareketlerinden karakterlerin genç olmadığı anlaşılıyor. konuşmalarından hareketlerindeki yavaşlığa ve hantallığa kadar oyuncuların yaşları saklanamamış. sonuçta 79 yaşındaki al pacino'dan kırk yaşındaki bir adamı canlandırmasını beklemek bilime aykırı. tabi işin bu tarafı filmin nazarlığı sadece. karşımızda, sinemanın özüne inen, gerçek karakterleriyle hayatın acımasızlığını bir kez daha yüzümüze çarpan gerçek bir sinema eseri var.

    -spoiler-

    marvella ilgili kaleme aldığı yazıda scorsese şöyle bir cümle kuruyor: "sinema -estetik, duygusal ve ruhani- keşifle ilgiliydi. karakterlerle ilgiliydi; insanların karmaşıklığı ve birbirine karşıt ve bazen çelişkili doğaları, birbirlerinin canını yakma ve birbirlerini sevme ve birdenbire kendileriyle yüz yüze gelme biçimleriyle..."

    gerçekten de onun filmlerinde karakterler bizden biridir. güvenilmezdirler. goodfellas filminde olduğu gibi sizi gün gelir satabilirler. sürekli birbirleriyle ve özellikle de kendileriyle çatışırlar. bir martin scorsese filmindeyseniz filmin başında kurduğunuz dostluklar ölene kadar devam etmez. asla filme başladığınız gibi kalamazsınız. the departed, casino, gangs of new york, the aviator, the wolf of wall street, raging bull filmleri hep bu tip gelgitli karakterlerle doludur. karakterin yolculuğunun en güzel örneğini değeri pek bilinmeyen bir önceki silence filminde bize göstermişti aslında.

    the irishman filminde de üç ana karakter üzerinden izleriz insanlığın trajedisini. tetikçi frank, mafya babası russell ve sendika başkanı hoffa arasında geçen uzun bir zaman dilimini izleriz. ellilerde bir şoför olarak hikayeye giren frank, altmış ve yetmişlerse acımasız bir tetikçiye dönüşecek; fakat doksanların ortasına doğru tek başına kalmış, ailesi tarafından terk edilmiş, kapısını kapatmaya korkan bir hale evrilecektir. mafya, devlet ve sendika üçgeni arasında basit bir tetikçidir o. patronu russell ondan ne isterse yapan, gözünü kırpmadan adam öldüren ve bu uğurda yıllarca arkadaşlığını ve sevgisini kazandığı hoffa'yı arkasını döndüğü ilk an öldürmekten gocunmayan bir insandır. insandır diyorum çünkü son on yıldır beyaz perdeyi işgal eden süper kahraman filmleri yüzünden bu kavramı unutmaya başlamıştık.

    çünkü gerçek hayatta kahramanlar yoktur. insanlar özünde korkaktır ve korkutarak ona istediğin her şeyi yaptırabilirsin. gözlerinden ışın çıkaracak kadar güçlü bir varlığın yapacağı en son şey sizi kurtarmak olurdu bunu unutmayın.

    -spoiler-

    neyse ki sinema daha ölmedi de gerçekleri suratımıza çarpacak filmleri halen izleyebiliyoruz.

  • 2017'de 40 milyon dolarlık bir ön görüyle başlayan filmin bütçesi aynı yıl güncellemeyle 80 milyon dolara mal olacağı düşünülüyordu. her geçen gün bütçe artınca paramount bu işten çekilme kararı aldı. paramount çekilince netflix, filmin yapımını üstelenmeye karar verdi ve filme yaklaşık 100 milyon dolarlık bir bütçe ayırdı. 2018 yılının mart ayına gelindiğinde filme harcanan para yaklaşık 125 milyon dolara çıktı ve görsel efektlerin de eklenmesiyle beraber yaklaşık 160 milyon dolara mal oldu. biz de filmi beyaz perdede değil sadece netflix'te izleyebiliyoruz. filmi 22 ekim 2019 tarihli resmi gazetede yayımlanan sinema filmlerinin değerlendirilmesi ve sınıflandırılmasına ilişkin usul ve esaslar hakkında yönetmelik sebebiyle beyaz perdede izleyemeyeceğiz. çünkü resmi gazetede yayımlanan yönetmelikte: "sinema salonlarında ilk kez ticari dolaşıma girecek değerlendirme ve sınıflandırması yapılmış sinema filmleri, gösterime girdiği tarihten itibaren ücretli yayın yapılan kablo, uydu, karasal, internet ve diğer ortamlarda beş ay geçmeden, ücretsiz yayın yapılan uydu, karasal, internet ve diğer ortamlarda altı ay geçmeden ticari amaçla yayınlanamaz veya umuma iletilemez." diyor. yani bu bütçeyi karşılayan ve oscar bekleyen netflix, bu filmden yeni kullanıcı elde etme amacı güdecekti haliyle. sırf bütçesiyle bile epey konuşulan filmin kadrosunu söylemeye gerek yok, çünkü sağır sultan bile biliyor: robert de niro. pesci. al pacino.

    filmin yönetmen koltuğunda martin scorsese oturuyor. başarılı yönetmenin 1995'ten beri en uzun metrajlı filmi. film yaklaşık 3 buçuk saat. "i heard you paint houses." kitabından uyarlanan film içinde birçok detay barındırıyor. filmde "benjamin button'ın tuhaf hikayesi (the curious case of benjamin button) filmindeki görsel efektler barındırıyor. hikayedeki karakterlerin flashback sahnelerinin bu sayede daha inandırıcı olması sağlanmış. başlangıçta iki film olarak tasarlanan filmin çekimleri 106 gün sürmüş. goodfellas, the godfather tarzında bir film yapmak için yaklaşık üç yıllık bir yazım sürecinden geçmiş. filmin yazılması, kurgulanması, tasarlanması, çekilmesi, hazırlanması yaklaşık 9 yıl sürmüş. filmin içinde robert de niro, al pacino, anna paquin ve joe pesci gibi oscarlı güçlü isimler dışında hiçbir isimle görüşülmemiş ve onları ikna etmek için epey çaba gösterilmiş. film, 117 farklı noktada 309 sahne; onlarca farklı kamerayla çekilmiş.

    "schindler’s list”, “gangs of new york” ve “american gangster” gibi filmlerin senaristi olan steven zaillian tarafından yazılan, amerika birleşik devletleri yapımı biyografik filmde robert de niro'nun can verdiği fran sheeran karakteri, ikinci dünya savaşı sırasında alman tutsaklarına gerçekleştirilen saldırılardan sorumlu tutulan ve abd'ye döndüğünde bir tır şoförü olarak çalışmaya başlayan, arkadaşının bile ölümünden sorumlu tutulan bir tetikçi. yani abd’deki organize suç dünyasını 20. yüzyılın ünlü mafya tetikçilerinden frank sheeran’ın gözünden aktarıyor. birçok ünlü isim için dolandırıcılık, tetikçilik yapan ve ‘irlandalı’ lakabı ile anılan sheeran, aynı zamanda işçi sendikası memuru. frank sheeran’ın hayatından kesitlerin sunulduğu filmde, amerikan tarihinin en gizemli suç olaylarından biri olan işçi lideri jimmy hoffa'nın ortadan kayboluşuna değiniliyor.

    filmin uzun yıllara dayanan bir hazırlık aşaması olduğu için ciddi bir hikayesi var ve bu hikaye ekrana çok iyi yansıtılmış. çekimler muhteşem. görüntü filtresi muazzam. de niro ve al paçino resmen döktürmüş. resmen oyunculuk dersi vermişler. yönetmenin tecrübesi, bilgisi, verimliliği oyuncuların engin tecrübesiyle birleşince ortaya muazzam bir yapıt çıkmış.

    rodrigo prieto görüntü yönetmeni olarak çıkıyor karşımıza. çekim açılarından tutturun da filmin ton ayarlamaları gerçekten çok iyi. filmin müziğini birçok film projesinde çalışan robbie robertson yapmış. sahnelere, özellikle heyecanın arttığı gerilim sahnelerine, müzik öyle güzel oturtulmuş ki yıllarca film dönüp dönüp izlenecek.

    filmin makyaj ekibi muhteşem bir iş koymuş ortaya. gençlik sahnelerinde özellikle makyaj mükemmel olmuş. film sırf makyajıyla bile birçok ödül alacaktır, buna eminim.

    araç-gereç ve dekor olarak bir dönem filmi ancak bu kadar kusursuz olabilirdi. filmdeki araçlardan, kullanılan televizyonlara, mobilyalara, oyuncuların kostümünden o günün olayları üzerinden yaptıkları konuşmaya kadar her detay düşünülmüş.

    sonuç olarak hollywood'un özgün hikaye üretmekte zorlandığı dönemlerde uzun süren bir hazırlık ve yapım süreciyle ortaya kusursuz bir film yapılmış. son yılların en ses getiren filmi olacağına dair şüphem yok.

    ekleme: yorum.