tab gıda

  • artık sıradanlaşmış bir rezalete konu olan firmadır. ülkedeki işsizliğin en temel iki problemi var. bir torpil. iki torpile bağlı olarak gelişen insan kaynakları departmanlarındaki istihdam. ülkede var olan, bir yerde çalışan ik'cıların %90'ı istisnasız böyle ya da bu potansiyele sahip tipler. beğenirler, aramazlar. ararlar, trip yaparlar. trip yapmazlar, geldiğinde yüzüne bakmazlar. yüzüne bakacak gibi olurlar bir ego tatmini yapmadan göndermezler.

    neredeyse bir yıl kadar önce bir yer görüşmeye çağırmıştı. pek umudum yoktu açıkçası. geçmiş tecrübelerimden ötürü. "ben çok şanssızım. kesin iş bulamayacağım artık" diye düşünüyordum(ki hâlâ işsizim boşa değilmiş hissiyatım) sırf ayıp olmasın diye gittim. umut fakirin ekmeği ya. belki olur diye aslında. gittiğimde karşılaştığım manzarayı halen daha unutamıyorum. bir ton saçma ve gereksiz prosedürden sonra bana 4 sayfalık ve doldurması ortalama 45 dakika süren bir form verdiler. doldurdum. buna neden gerek olduğunu da gerçekten bilmiyorum. bu bir standart evet ama bunu online olarak gayet de yapabiliyorsun. her neyse doldurdum. bekledim, içerde son derece çirkin ve bakımsız bir kadın beni karşıladı.

    kafamı sikeyim, saçı sakalı kestirdim ben bu görüşme için. bileydim kestirmezdim. kadının bıyıkları benden daha fazla. bu arada gittiğim yer bir otel, otel istanbul'un en bilindik 3-5 otelinden biri. 5 yıldızlı falan. neyse dedim "tipe göre yadırgama. belki hastadır, belki çocuğu hastadır. belki bir şey olmuştur, depresyondadır" vs diyerek kendimi teskin ettim. normalde şekilci bir yapım yoktur. benim o bıyığa odaklanmamı sağlayan şey kadının gözlerindeki öfkeydi. resmen kanlısı gelmiş gibi bakıyordu bana. sanki ik'cı abla o kişi değil o an. rahmetli dinçer çekmez. ben de kemal sunal'ım. şark bülbülü filmindeki gibi parayla oraya dayak yemeye gelmiş gibiyim. "mazlum'u getirin bana" der gibi bakıyor bana adeta. işte o an, ben de odaklanacak şey ararken bıyığına denk geldim. tüm mesele bu.

    ben yine iyimser olmaya çalışıyorum. hoş geldin, beş gittin muhabbetlerinden sonra hanımefendi birbirinden klişe ve berbat sorularıyla beni mülakata aldı. hepsine cevap verdikten sonra da "ingilizce devam edelim" dedi. let's continue in english klişesine giremeyecek kadar ingilizce sahibi bir şahıs tarafından ingilizce mülakata alınıyordum. bu bir ilk değildi daha önce de berbat ingilizceye sahip insanlar tarafından mülakata alınmıştım ama bu denli bir kibir hiçbirisinde yoktu. yüzündeki alaycı ifade, kurduğu cümlelerdeki vurgular falan sanki karşımda cersei lannister vardı. ben ise gariban jon snow. tekleye tekleye ve ağır hatalar yaparak bana 2 soru sordu. cevapladım kısa ve net şekillerde. teferruata girersem anlamayacaktı zira. ona rağmen cevabı anlamadı.

    cv'imde bir dönem aynı zamanda iki işte çalıştığım yazıyordu. "same time" dedim. "same?" dedi bana. "...at the same time in two places" dedim. sustu. elindeki kağıtları karıştırdı ve "two places..." dedi. "yes" dedim. "at the same times..." dedi. "ya sabır..." çekiyorum içimden. "nasıl yani? aynı anda iki yerde mi çalıştın?" dedi. "evet" dedim. "hmmm" dedi. sonra da "okey, yes..." dedi. ulan dedim acaba kamera şakası mı yapıyorlar? kibirli ve ukala gözükmemek için de "ablacım bak, zerre sikim ingilizce sahibi değilsin. önüne alelade bir bilgisayar oyunu açsam, oyundan çıkıp masaüstüne dahi dönemezsin. o kadar bilmiyorsun. lütfen türkçe devam edelim" de diyemiyorum. "ayy başım ağırıyor zaten trafik de çok yoğundu" dedi. "anlıyorum" dedim. zira ingilizce, ya belli bir süre konuşulmadığında ya da trafikte ortalamanın bir tık üstünde zaman geçirildiğinde unutulan bir dildir. bilirim. zaten ben de helikopterle geldim amına koyim.

    neyse, elindeki kağıtları tekrar bir karıştırıp "kusura bakmayın sizi işe alamayacağız çünkü açıkta pozisyon yok" dedi. "iyi de madem öyle neden aradınız?" dedim. "ben size başvuru bile yapmadım. siz beni aradınız. ben de kalktım geldim." dedim. biraz sinirlendim. "ne bu sinir?" dedi. "empati yapabiliyor musunuz?" diye sordum. sonra düşündüm "ulan acaba empati nedir biliyor mu" diye 3-5 saniye boş gözlerle bakıp, bir şey diyemedi. kuvvetle muhtemel, bir insan kaynakları çalışanı olarak onu dahi bilmiyordu. "kusura bakmayın. geldiğiniz için teşekkür ederiz. ülkede artan turizm krizi malum. terör olayları rezervasyon iptallerine yol açtı. biz de beklemiyorduk hebe hübe" dedi. ben de sadece "madem öyleydi. beni bir hafta önce aradınız. bir haftada bu kadar olay olduysa, neden dün arama zahmetinde bulunmayıp 'gelme kardeşim biz seni almayacağız.' demediniz de bana bir ton yol getirtip, 1 saat form doldurdup bu mülakatı yaptınız?" diye sordum. "denemek istedik ehehehehe" dedi. baya güldü yani.

    o vakitler işsizliğimin 1. yılını dolduralı 4 ay oluyordu. nerden baksan 16 aydır işsizdim. o gülüş, sanki o 16 aylık süreçle taşak geçmek gibiydi. çok fazla sinirlendim. ancak sinirimi kontrol altına almaya çalışıyorum. yine de kadındır karşıdaki, seviyemi bozmayayım. kırıcı olmayayım falan. nahifliğimi sikeyim. karşındakinin zerre sikinde misin acaba? sen mi işverensin de kırıcı olmayaya bu kadar gayret ediyorsun? halbuki tam karşında duran ayhan ışık bıyıklı kadının kırıcı olmaması lazım. elimi oturduğum sandalyeden gevşetip bir hışımla kalkarak çıktım odadan. kalbim o strese ve sinire dayanamadı ve taşikardi atağım patlak verdi. kalbim güm güm atmaya başladı. otelin önündeki merdivenlerde 5 dakika oturdum geçsin diye. tek teselli eden güvenlik oldu "boşver abi bok gibi insanlar bunlar" dedi. ne olduğunu bilmeden ve anlam vermeden. tek bildiği iş görüşmesine geldiğimdi. tarlası yanmış köylü oturuşu mu yaptım nedir, oturuşumdan bile halim anlaşılıyordu galiba.

    neyse işte olayın özeti, ik'cıların kahir ekseriyeti berbat insanlar. gencecik, tecrübesiz bir insana dahi böylesine gereksiz bir ukalalık yapıp sosyal hayatlarında yaşadıkları sıkıntıları, hiç tanımadıkları insanlardan çıkarmaya çalışmaları gerçekten baymaya başladı. çevremden de duyuyorum benzer olayları. insanımızda vicdan kalmamış. kibir ve ukalalık almış başını gitmiş. okumuşu da cahili de aynı egoistlik seviyesinde. hiç hareketlerinin sonuçları ne olur diye düşünmüyorlar. mevzu bahis kızın ilk iş tecrübesi olacak. adam bu mülakatta "benim ilk iş tecrübem nasıldı..." diye düşünmüyor mesela. niye sizce?

    acı çekmiş insan, halden anlar. böyle davranmaz. o konuma pat diye bodoslama oturtulan tiplerde görülür bu gereksiz kibir. çünkü bilmez o zorluğu. o okulunu bitirir, ailesi etrafa haber salar "bizim oğlan/kız da mezun oldu" diye. o haberin yaygınlaşmasını beklerler. ya biri duyar el atıp, hemen forsuyla bir yere sokar. ya da aile "duymazdan geldiler herhal" diye düşünür, sağı solu arayarak birilerini zorla devreye sokar. en nihayetinde yine bir yere bu bağlantıları sayesinde evlatlarını rahat ve iyi kazacakları işlere sokarlar. o tipler de gelir, kendi emekleriyle bir şeyler elde etmeye çalışan insanların karşısında böyle dalga geçermişçesine bu tip atraksiyonlara girerler. bir dakika sonra da unuturlar zaten. hatırlamazlar. ulan ben ilkokul üçüncü sınıfta hafif dalga geçtiğim çocuk üzüldü diye halen arada düşünüp üzülürüm. yapacağım her hareketin, atacağım her adımın birilerini yaralamasını istemediğimden her şeyi etraflıca düşünerek yaparım.

    herkesten ben gibi olmasını beklemem ama optimum insani bir davranışı görmek bile artık "aaa iyi insan..." dedirtmiyor mu bizlere? ya geçen hafta gece çiğköfte sipariş ettik. kurye uzatırken utana sıkıla "abi acı sos gelirken poşete dökülüş, biraz çiköftelere de gelmiş..." diye mağrur bir şekilde uzattı poşeti. "ne olacak canım, olur öyle insanlık hali. dert etme" dedim. çocuk nasıl mutlu oldu. gitti 15 dk sonra telefondan beni aradı. "özrümüz için size bedava bir şeyler vermek istiyoruz. bir sonraki siparişiniz bizden olsun. yanına şunu bunu verelim" diye bir ton şey. "yahu ben yapmam gerekeni yaptım biraz abartmıyor musunuz?" dedim. "öyle insanlarla karşılıyoruz ki abi yaptığın şey büyük lütuf" dedi. aslında çocuğun bu son cümlesi her şeyin özeti gibi. normal kalmadı. normal olanı görünce bile seviniyoruz lan. delirdik.

    bir arkadaşım var birkaç ay önce kanada'ya gitti. sokakta tanımadığı insanlar buna gülümseyip "günaydın" diyorlarmış. adam bununla mutlu oluyor. anlatıyor sürekli. aslında normal olan bir davranış. ama bize lüks. şu an mesela istanbul'da çıkıp bir adama gülümseyip "günaydın" desen ya deli midir nedir diye düşünür. ya da ibne galiba der. çoğu "günaydın" dahi demez. çevirir başını gider. bir kadına yapsan, sapık diye düşünür. tacizci zanneder. ya da asılıyorsun olarak algılar. hızlı adımlarla uzaklaşır. nerden nereye geldim, farkındayım ama hepsi bununla ilgili. nezaketimizi de vicdanımızı da gömdük toplum olarak. iş bulabilmek şu yana dursun, stressiz ve dertsiz bir gün geçirebilmek, ağlamamak, sinirlenmemek bile lüks oldu artık. bunlar bile özel tüketim günümüzde ne yazık ki. mutlu olmak, gülmek falan bunlara hiç değinemiyorum bile. arabesk içimize işledi.