türkler evlat yetiştirmeyi bilmiyor

  • bir deney yapalım ve 10 yaşına gelmiş bir çocuğa sorular soralım.

    1- bugüne kadar hangi kitapları okudun? 5 tane sayar mısın?
    2- en sevdiğin kitap hangisiydi, neden?
    3- üç tane gezegen ismi söyler misin?
    4- hobilerin neler, en çok ne yapmaktan hoşlanırsın?
    5- akşamları ve hafta sonları ailece yaptığınız bir faaliyet var mı? evinizde bazı konular hakkında ailece sohbetler eder misiniz, bunlar genelde hangi konulardır?
    6- anne ve babanın en sevdiği kitap ve yazarlar hangileridir? birkaç tane sayabilir misin?
    7- sevdiğin dizileri sayar mısın?
    8- sevdiğin oyunları sayar mısın?
    9- en sevdiğin youtuberlar hangileri?

    sorular tabii ki çoğaltılıp, içerikleri değiştirilebilir. son üç soruya soluksuz cevap verecek çocuk popülasyonu 95% civarını bulurken, baştaki sorulardan tatminkar cevap alabileceğiniz çocuk oranı 20% civarını geçmez diye düşünüyorum.

    bu çocuğun değil ailesinin karnesidir…

  • tespitlerime dayanarak, ileri sürdüğüm düşüncem.

    bizim millette cahilliğin verdiği hazla aşırı derecede evlat düşkünlüğü var. normal şartlarda, sosyoloji kavramına göre, aile ortamında 18 yaşını doldurmuş gençler tamamen kendi ayakları üzerinde durmak zorundadır. bu aynı zamanda gençlere yapılan iyiliktir. çünkü sorumluluk almasını bilirler. hayatın sert rüzgarlarına karşı önlem almasını bilirler. mücadele ruhu aşılanır.

    bizim toplumda böyle olmuyor. çocuk her zaman anne ve babanın gözünde 5 yaşındaki çocuk. iş yerinde 30 yaşındaki arkadaşımı annesi arıyor. oğlum ofiste klima çalışıyorsa üzerine hırka al üşütme diyor. teyzeciğim oğlun 30 yaşına gelmiş. bir zahmet bırak da ne yapacağına kendi karar versin. bu arkadaşımız her stress ortamında ağlayan bir insan. kendine güveni yok. özgüveni yok. hiçbir şey yok. şimdi bu çocuğun suçu günahı ne?

    ben üzülüyorum. bütün çocuklar yanlış yetiştiriliyor aile ortamında. sürekli bir koruyuculuk hakim. bunu gerçekten çok abartıyorlar. çocukların üzerine titriyorlar. bu öyle aşamadan başlıyor ki, evlilikte ki tek amaç, çocuk yapmak olabiliyor. üniversite okurken, beraber kaldığım ev arkadaşımın annesi sürekli memleketinden gelir oğluna yemek yapardı. ben küçük yaşta anne ve babasını kaybeden bir insanım. hayatta kalmanın ne demek olduğunu biliyorum. doğada tek başına hayatta kalma üzerine birçok kitap okudum. kertenkele, kurbağa, yılan yiyebilirim ve bunları gerçekten mükemmel bir şekilde hazırlayabilirim. ama annesinin korumasında olan üniversite arkadaşım soğan bile soyamıyordu.

    bir ara işim gereği sürekli şehir değiştirmek zorundaydım. otogarlar arasında gidip gelirken, neredeyse kendi ağırlığının 10 katı fazla bir yükle yolculuk yapan ihtiyarları hep görmüşümdür. elinde torbalar, bidonlar, poşetler olan teyzeler o kadar rezil bir halde eşyalarını oradan oraya koyarlardı ki, görünce gerçekten içim acırdı. genelde sıcakkanlı bir insan olduğum için sohbet etmeyi severim. sorardım bu insanlara taşınıyor musunuz diye?

    yemin ediyorum aldığım cevapların hepsi aynı. hepsi de memleketinden çocuklarına erzak taşıyan yaşlılar. teyzenin oğlu 35 yaşında ama teyze hala çocuğuna tereyağı götürme derdinde. ceviz götürme derdinde. fındık götürme derdinde.

    o otobüs kaptanlarına allah yardım etsin. aldıkları eşyanın hesabı yok. böyle yaşlı insanlarda bir zaman sonra zaten rezilliğe alışıyorlar. gelmişsin kaç yaşına evlatlarını yetiştirmişsin, biraz dinlen. otur bir kahve iç. bir çay iç. niye sürekli bu koşuşturmaca?

    ah o turşu bidonları.. çökelek kapları... sarımsak, soğan torbaları.. parça parça poşetler.. yoğurt bidonları.. süt bidonları.. neymiş efendim yavrusu doğal şeyler yiyecekmiş. hasta olmayacakmış.

    kars'tan istanbul'a malzeme mi taşınır teyze? kadın bildiğin patates çuvalı taşıyor. 40 yaşındaki oğluna sen zaten yapacağını yapmışsın çocuk o yaşa gelmiş, bırak bari bundan sonra rahat et. ama olmaz yapamazlar. rezil olmak zorundalar.

    eğer çocuğunuz varsa ya da ilerde çocuk sahibi olmak istiyorsanız, hayatta bazı gerçekleri çocukların keşfetmesine izin verin. çocukları sürekli denetim altında tutarak onları boğmayın. bir yaştan sonra bırakın başının çaresine baksın. yoksa ya o çocuğu kaybedersiniz ya da o çocuk hayatı boyunca hiçbir şeyi başaramayan insan olarak kalır.

    konuyu fazla uzatmak istemiyorum ama küçük bir anımı da aktarmak isterim. istanbul'da bir arkadaşım vardı. çocuk ailenin tek oğlu olduğu için sürekli annesinin ve babasının denetimindeydi. ararlar, akşam ne yemek yiyeceğini sorarlar, hava durumu kötüyse uyarırlardı. abartısız söylüyorum bu çocuğun telefonu ciddi anlamda susmazdı. sırayla bir annesi, bir babası arardı. arkadaş istanbul'da güzel bir işe sahiptir ve ailesi de gayet varlıklıydı. çocukları o yaşa gelinceye kadar bir dediği şey iki edilmemişti. fakat enteresan olan şu ki arkadaş sürekli bunalımlı ve sıkıntılı görünüyordu. bazen görüşürdük. hayat nasıl gidiyor diye sorardım. her zaman, kötü derdi. iyi olması için çabala lan o zaman derdim. abi iyi olmasının tek yolu anne ve babamın ölmesi demişti.

    zamanında biz görmedik, bizim zamanımızda yoktu diyerek çocuğu da imkanlara boğmayın. her istediğini elde eden insan mutsuzluğu fazlasıyla yaşar, çünkü değer bilmez.

    evlat yetiştirmek önemli bir konudur. bu konu anne ve babanın sevgi ihtiyacını giderme uğraşı değildir. sevgiyi önce karınız ya da kocanızda arayın.

    edit: kimsenin özel hayatına karışma meraklısı da değilim. zaten böyle bir sorumluluğu, para da verseler, üzerime almak istemem. özelden hala memleketten gönderilen erzakların bir kültürü yansıttığını, organik olduğunu ve bunun toplumun bir değeri olduğunu yazanlar var. gerçek insanların olduğu gerçek bir dünyanın içinde hayatta kalmaya çalışıyoruz. ben defalarca şahit oldum ki, anadolu'da, evlatları için yollara düşen gariban analar babalar, aç susuz ellerinde ne varsa yavrularına taşıyorlar. bir defasında, yine böyle bir ana, dinlenme tesislerinde oturmuş bayat bir simit yemeye çalışıyordu. bu insanların yemeğini biz ısmarlıyoruz. ne zaman böyle insanlar görsem 2 porsiyon sipariş veririm. annelerinizin, babalarınızın sizden sakladıklarını görmezden gelerek, pişkin pişkin bir besinin organik değerini anlatmaya çalışmayın. ben, toplantım olmasına rağmen ankara otogarında yaşlı bir teyzenin çocuklarına getirdiği süt bidonlarını, yoğurt bidonlarını taşıyorum, teyzenin evladı anasını karşılamak için perona bile gelmeye tenezzül etmiyor. ağzında sakız aylak aylak bekliyor. benim burada eleştirdiğim hem bu ahmak teyzelerdir. hem de ne yaptığını bilmeyen acınası evlatlardır.

    ayrıca konuyu basitleştirmenin bir anlamı yok. genelleme yapmak her zaman için yanlıştır. istisnalar her zaman için yaşanır. özellikle kendilerinin farklı olduğunu göstermek için şahsıma mesaj gönderen insanları da acıyarak izliyorum.

    bütün bu durumlar cahillikle doğrudan bağlantılıdır. çocuk yetiştirmeyi bilmeyen anne ve babalar, çocuklarını adeta cam bardak gibi sakınıyorlar. çocuk piknik alanında henüz toprağa basmadan hemen anne ve babası çırpınıyor, "dikkat et düşme, bak vallahi bir daha getirmem." diyerek.

    bu duruma özellikle dikkat ettim. o sırada çocuk durgunlaşıyor. etrafına anlamayan gözlerle bakıyor ve olduğu yerde sabit dikiliyor. daha sonraları bu çocuklar her eyleme farklı tepki vermek yerine aynı tepkiyi veriyorlar. bu ise, sonraları korkunun, içine kapanıklığın, çekingenliğin en net sebepleri.

    unutmayın ki balyoz camı kırar ama çeliği daha sağlam hale getirir. bırakın çocuk koşsun, düşsün hayatı öğrensin.