türk tipi akademisyen

  • akademisyen bildiriyor. hepiniz haklısınız arkadaşlar.
    ders anlatmayı bilmiyoruz. çünkü akademisyen olurken ders anlatabilme yetimizi ölçmüyorlar. sonrasında da formasyon veya benzeri bir eğitimden de geçmiyoruz. biraz kendi gözlemlerimiz, biraz zaman içerisinde edinilen tecrübe ile birşeyler yapmaya çalışıyoruz. ayrıca ölçme ve değerlendirme konusunda da hiçbir bilgimiz yok. sınav sorusu nasıl hazırlanır, bu soruları okurken neye göre puanlama yapılır, bunların hepsi kafamıza göre yaptığımız şeyler.

    slayt üzerinden ders anlatmak konusu biraz karışık. mühendislik fakültesinde çalıştığım için pek slayt ile karşılaşmadım fakat bazı dersler için çok faydalı bulduğumu söylemem gerek. sözel derslerde slayt ile tahtaya yansıtılan görseller, iyi hazırlanmış sunumlar derse büyük katkı sağlar. hatta sadece slayt değil, dersin konusu ile alakalı olabilecek bir diziden bir sahne de izletilmeli mesela. örneğin mekanik dersinde eğlenceli bir örnek olarak hızlı ve öfkeli filminde klasik arabanın ön kaldırarak yarışa başlamasını izlettirip sonrasında problemi basitleştirerek arabanın önünün kalkabilmesi için gereken tork hesaplatılmalıdır.
    diğer yandan pek çok entryde bahsedilen duvara yaslanıp slayt okuyan kişiler slayt olayını kolay yoldan ders içeriği hazırlamak ve hiç istemedikleri ders saatlerini bir şekilde doldurmak için kullandıklarından şikayet etmekte çok haklısınız.
    öğrenciye yukarıdan bakmak konusunda ise haksızsınız. öncelikle artık lisede değilsiniz. kimsenin size rehber öğretmenlik yapacak, derdinizi dinleyecek hali yok. illa ihtiyacınız varsa bunun için görevlendirilmiş danışman hocalarınız ve okulunuzun psikolojik destek birimleri var. hocasıyla konuşmak isteyen 10 öğrenciden 8'i not dilenmeye geldiğinden bizler de bu durumdan rahatsız oluyoruz. hadi bunları da geçtim. özellikle araştırma görevlilerinin yaşadıkları stresten zerre haberiniz olmadığını düşünüyorum. hergün değişen akademik yükselme kuralları, hergün daha da zorlaştıran mezuniyet şartları, doktora sonrasında yaşanan gelecek kaygısı psikolojileri nasıl etkiledi bilmiyorsunuz. şu anda eğer 50d kadrosunda bir araştırma görevlisiyseniz doktoranız bittiği gün işsiz kaldınız demektir. mezun olduğunuz gibi bir üniversitede öğretim üyeliği kadrosu bulsanız dahi en az 4 ay sürecek bir güvenlik soruşturması geçirmek zorundasınız. bir devlet kurumundan başka bir devlet kurumuna geçiyor olmanız dahi bu güvenlik soruşturmasını durdurmaz veya süresini kısaltmaz. üstüne üstlük işsizlik maaşı hakkınız yoktur. hatta bugün işinizden kovulsanız kıdem tazminatı hakkınız da yoktur. devlet her ay bu fonlar için maaşınızdan vergi keser ancak ihtiyaç halinde bunu size vermez. şimdi düşünün, doktor ünvanını alarak eğitim seviyesi bakımından büyük aşamalar katediyorsunuz ve bunun karşılığında size işsizlik ve güvencesizlik veriliyor. bu gibi düşüncelerle boğulmuş bir akademisyenin öğrenciyle ne kadar sağlıklı bir ilişki kurmasını bekleyebilirsiniz? kaldı ki başta da dediğim gibi 10 öğrencinin 8'i not dilenir. kalan 2 öğrenciye sorarsanız onlar da zaten "x hoca iyidir ya" diyecektir.

    memurluk olayına gelelim. akademik ünvanlarını almış özellikle doçent ve profesörler tam da bu memurluk modunda girerler. çünkü pek çok devlet üniversitesinin sitesinde hayat boyu öğrenmemavraları okunur ama uygulanmaz. pek çok hoca daha doçentlik kadrosunu aldığı gün unumu eledim eleğimi astım rahatlığına bürünür. çünkü artık onu bilimsel çalışmaya zorlayacak bir dürtü kalmamıştır. eğer kendi lisansüstü asistanları varsa zaten zaman içinde birkaç makaleye daha adı yazılacaktır. kendisinin parmağını bile kıpırdatmasına gerek kalmamıştır. ancak bu durağanlığın sorumlusu hoca olduğu kadar devlettir de. çünkü akademik yükseltme şartları her zaman sadece doktora öğrencileri ve doktor öğretim üyelerini kapsamıştır. eskiden 1 makale isteniyorsa şimdi 3 yapılmıştır. eskiden proje araştırmacılığı yetiyorsa şimdi proje yürütücülüğü istenmiştir. doçent olmak için istenen şartlar her gün daha da zorlaştırılmıştır. ancak doçentlikten profesörlüğe geçmek için 5 yıl hiçbir şey yapmadan oturmak yeterli sayılır. bu kişileri zorlamadıktan sonra memur gibi yaşamalarının önüne ne geçebilir. kişi kendi öz kontrolü ile kendini çalışmaya zorlasa dahi rehavet elbet bir gün kişiyi ele geçirecektir.

    kendi gözlemlerime ve yaşadıklarıma dayanarak pek çok şikayetin haklı veya haksız sebebini ve savunmasını yaptım. son olarak şunu da belirteyim; madem genelleme yapıyoruz sizler de türk tipi öğrenci olarak çok da şey değilsiniz. kopya çekmeye muhtaçsınız. kopyayla elde edebileceğiniz ekstra 10 puanın riski en iyi ihtimalle disiplin kuruluna gönderilmeyip sınavınıza 0 verilmesidir. bu riski görmekten acizsiniz ve yakalanınca zavallı tepkiler veriyorsunuz. hazır bilgi verilmezse hiçbir şey öğrenmesiniz. araştırma, bilgiye ulaşabilme yetisinden yoksunsunuz. zora gelemiyorsunuz, stresle başa çıkamıyorsunuz. biraz zor veya özgün bir problemle karşılaştığınızda ağlıyorsunuz. halbuki okulda üzerinizde milyon dolarlık projelerin sorumluluğu yokken bu zorlu problemleri çözebilmeli ve ileride gerçek projelerde daha az sıkıntı çekeceğinizin farkında olmalısınız. meslek hayatınıza atıldığınızda patronunuza "ya bu çok zor ben çözemem" diyemeyeceksiniz.

  • adama şunu sordurabilirler:

    senin tabelasında üniversite yazan okulun gerçekten üniversite mi ki içindeki akademisyen gerçekten akademisyen olsun?

    hatta bir adım daha ileri gidebiliriz:

    sen kendini gerçekten üniversite öğrencisi mi zannediyorsun?

  • istanbul'un güzide üniversitelerinden birinde araştırma görevlisi olan arkadaşımın doktora tez savunması olduğu gün, jürideki hocalardan biri, kendisi 2 gün öncesinden aranarak yer ve saat teyit edilmiş olmasına rağmen 1 saat gecikiyor. zor bela geldiğindeyse ilk olarak tezin ilk sayfasına ilişik olması gereken ve "davetiye" niyeliği taşıyan evrağın eksikliğinden yakınıyor. arkadaşımsa söz konusu evrağı haftalar öncesinden kendisine verdiğini ve orada da bir kopyasının bulunması gerektiğini söylüyor.
    hoca bu kez de tezle ilgili olumsuz ama alakasız bir eleştiri yapıyor. arkadaşım da "hocam, ben o konuyu çalışmadım ki" diyor şaşkınlıkla. neyse ki soğukkanlı davranıp durumdaki garipliği farkediyor ve hocanın önündeki tezin kapağına bakıyor. anlaşılıyor ki adam geç gelmekle kalmayıp arkadaşımınkinin yerine başka birinin tezini kapıp gelmiş. ortada tez bile yok anlayacağınız!
    işin en acı kısmı da, tüm bunlarla birlikte, arkadaşımın aylarca götünden kan gelerek, binbir emekle yazdığı tezi hocanın daha önce hiç okumamış olduğunu anlamak.

    ve bu adam arkadaşımın doktora yaptığı bölümün başkanı!

    türk tipi akademisyen tam olarak budur, dağılabiliriz.