türk insanının hayattan zevk alamaması

  • içselleştirilmiş baskıdır.

    çocukluktan başlar. her sınıfta okul gezisine gitmesine izin verilmeyen en az bir öğrenci vardır. kalanların yarısına da babaları önce "olmaz" demiş sonra da ağlayınca "tamam tamam git" demiştir. bir kısmını öğretmen/öğrenci aramıştır. bu ülkede insanlar güvensizdir. çocuğu okul gezisine göndermek istemez. arkadaşına göndermek istemez. dolaşsın istemez. kontrol ve otorite esastır. spor faliyetleri, antreman gerektiren her şey hem şüphelidir, hem de ana babaya iş çıkarır.

    o ana baba da zaten birbirini sevmeden evlenmiştir. ya görücü usülüdür, ya akrabadır. severek evlendiğini sananların bir kısmı vakit geldiğinden, yaş geçtiğinden evlenmiştir. bir kısmı gerçekten severek evlenmiştir de kadın erkek rollerini oynamakta yaşadıkları sıkıntılar, bencilikler nedeniyle derin mutsuzluğa gömülmüşlerdir. boşanmazlar da. elalem ne der. hem boşansa daha mı iyi olacak, o da belli değil.

    çekirdek aile dediğimiz şeye dikkatli bakın. küçük baskılar, sevgi adı altında zorlamalar, yüzleşmeme. sanki anne baba ve çocuklar çekilişle belirlenip bir odaya konmuş gibi yaşarlar. çocuklar ailelerini örnek alır.

    aileler kimi örnek alır? başka aileleri. "sor bakalım falancanın çocuğu da gidiyor muymuş?"

    bence türk insanının mutsuzluğunun temelinde "diğer insanlar" var. cehennem başkalarıdır. o ne der, bu ne der, şu ne der. bunu unutup takılalım diyemezsiniz. invasion of body snatchers diye bir film vardı. güruh farklı olana parmağını uzatır ve bağırır. dışlar. sürekli ondan bahseder. günlerde konuşur. sokakta bakar. fırsat geçince hapse atar.

    hani filmlerde bir kahraman kış ortasında kumsala gider denize bakar ya... yani dalgıçlık demiyorum, dağa çıkma demiyorum, safari değil, kürek çekmek değil. "kumsala gidip denize bakmak" kadar kolay ve ucuz bir istek. türkiyede bunu yapamazsın. yaparsın da birileri tip tip bakar. gözlerini çekmeye utanmaz da, doğrudan bakar. ne yapıyor diye bakar. kimbilir ne işi var diye bakar. "bizim bilmediğimiz bir zevki alıyor kesin" diye bakar. huzursuz olursun, kalkarsın.

    insanların olmadığı, olan üç beş kişinin de gözünü dikip sana bakmadığı bir tatil için ciddi paralar ödersin. kalabalığı ve bakışları dışarda tutsunlar diye haraç ödersin. yurt dışına çıktığın anda gelen hafiflik hissi, üzerine yapışan bakışların ağırlığının kalkmasındandır. eğer gerçekten uzaklaştıysan...

    o nedenle bir süre yurt dışında yaşayanlar, dağın başında tek başına yaşayanlar, kendi özel hayatlarında kurtarılmış bölgeler yaratanlar hayattan zevk alabilir.

  • az once bir program seyrettim. genc bir dalgic, soyle bir sey soyledi "ailemin en buyuk hayali dunyayi gezmekti, ben cocukken evimizi satip bir tekne aldilar ve ben denizi o zaman sevdim."

    dusundum sonra, biz asla boyle ailelere sahip olamayiz ve bir gun aile oldugumuzda biz de boyle aileler olamayiz. hayallerimiz "gelecegimizi garantiye almak" uzerine kurulu.

    hayallerimiz "evlenmek, ev almak, arabayi degistirmek, daha cok para kazanmak, pirlanta yuzukler almak, koltuklari degistirmek" ekseninde donup duruyor. ıcimizden gercekten hayal kurabilenleri de "akli bir karis havada" diye diye el birligiyle vazgecirebiliyoruz.

    hayattan aldigi keyif "hep daha fazlasi" uzerine kurulu olan insanlar olarak dogmuyoruz ama boyle yontuluyoruz, sekillendiriliyoruz ve ne yazik ki cocuklarimiz da boyle sekilleniyor.

    gercekten hayal kurmuyoruz, hayal kuramayan insan hayattan keyif alamaz. biz gelecegimizi garantiye almaya calisirken kendimizi unutuyoruz ve bence bize cok yazik oluyor.