türk hava kuvvetleri

  • (bkz: #60914395) daki b24 uçağının hikayesini anlatacağım demiştim. bugün hatırlattılar elim boşken yazayım.

    türkiye'nin ikinci dünya savaşında tarafsız olmasının hava kuvvetleri için çok özel durumlar yarattığını söylemiştik. dünyanın her yerinde birbiriyle dalaşan fw190, spitfire, heinkel 111, hurricane gibi uçaklar türk hava kuvvetlerinde barış içinde ite kaka da olsa uçuyorlardı. ancak yedek parça sıkıntısı öyle seviyelerdeydi ki adana'dan söğüt dallarıyla gelen heinkel uçaklarının yanısıra diğer hava üslerinde de ilginç manzaralar yaşanıyordu. mesela ingiltere spitfire uçaklarını sattığında "basic pack" satmıştı. uçağın yanında yedek bir tek vida bile yoktu. üzerinde ne varsa oydu. mesela 1941 yılında erzincan'da mermileri yüklenen benzin doldurulan bir spitfire kalkıp tüm mühimmatını ateşlerse uçağın tekrar sortiye çıkması en az iki saati buluyordu. çünkü ingiltere tambura ile dolan .303 browning makineli tüfeklerin yedek tamburalarını vermemişti. uçak inince kanat açılacak da, asleha astsubayları onları kanattan alacak, içine mermi dizecekler, uçağa geri takacaklar, spitfire tekrar kalkacak. yani ölme eşeğim ölme bir durumdaydık. savaşa girsek düşmanın öyle aman aman bir şey yapmasına gerek yoktu, hava kuvvetleri barışta da zor uçuyordu.

    bunun yanısıra hava kuvvetlerinde uçan 20 küsür çeşitte uçağın hepsinin farklı ülkelerden olması sonucu hangarlardaki kaos inanılmazdı. onun vidası buna uymaz, bunun lastiği şuna takılmaz, onun hortumu inç ayarlı, bunun solenoidi ona kelepçelenmez. yani bu uçaklar nasıl uçuyordu herkes şaşırıyordu. nitekim türkiye bulabildiği her ülkeden uçak satın alarak o sıralarda kanın gövdeyi götürdüğü dünyada en azından modern silahlı kuvvetlere benzer bir şeye sahipti. ırak'ın falan aksine belli bir sayıda uçağımız vardı. ve bunları hep parayı bastırıp almıştık.

    ama bazıları da "havadan gelmişti"

    amerikalılar pearl harbor sonrası almanya'ya da savaş ilan ettiklerinden hemen avrupa göklerine 4 motorlu bombardıman uçakları getirirler. nazi almanyası sovyetler üzerinde yoğunlaştıkça avcı uçakları hava şemsiyesi sağlayacağım diye doğuya çekilince ingilizlerin yapamadığı gündüz stratejik bombardıman programı da amerikalılar ve bu yeni uzun menzilli uçaklar sayesinde yapılabilir bir hale gelir. lufwaffe'nin ortalarda olmamasıyla ingilizler gece amerikalılar gündüz almanyayı bombalamaya hazırlanırlar. ilk olarak da almanya'da çıkmayan ve dünyada romanya'dan başka kimsenin almanya'ya vermediği petrol ve türevlerini bombalamaya karar verirler. romanya o yıllarda avrupa'nın en büyük petrol üreticisiydi ve tüm üretimini ana kuyularının olduğu ploieşti'den trenlerle almanya'ya yolluyordu. bu ana damarı kesmek alman panzerlerini durdururdu. iyi bir fikirdi.

    1 haziran 1942'de b24 uçakları mısır'dan kalkıp romanya'yı vurup mısır'a geri dönmek gibi fecaat bir planla havalanırlar. 56 uçaklık küçük sayılabilecek bir hava akınıdır. ancak yolda görülürler ve bulgar romen alman hava önleme filolarının ortak çalışması, b24'lerin radara yakalanmayacağız diye 500m irtifadan uçması ve ploieşti'de alçak hava savunma toplarının (20mm flak38) her köşede konuşlu olması yüzünden amerikan akıncıları korkunç kayıplar verirler. alçak irtifada tam performansla çalışamayan b24 uçakları bombalarını atıp irtifa almaya uğraşırken çoğu düşürülür. bazıları romanya üzerine sert inişler yaparak esir edilirler. bazıları ise çok ağır yaralanıp mısır'a kadar gidemeyeceklerini anlar ve rotayı türkiye'ye çevirirler.

    etiler'de niye uçaksavar diye bir semt olduğunu bilmeyenler aramızda hala varsa öğrensinler, orası gerçekten de 88 ve 105mm uçaksavarların konuşlu olduğu istanbul'un (vaktiyle) hava savunma noktasıydı. istanbul ikinci dünya savaşı yıllarında karartma sistemi uygulamaktadır. ve neredeyse her gece sirenler çalmakta ışıklar kapatılmaktadır. yine böyle bir gün saatler 19u geçince şehrin üstünde beliren bu dört motorlu dev gibi b24 liberator uçakları paniğe sebep olur. uçaksavar komutanı bu ne idüğü belirsiz karaltıları projektörle saptayıp ilk mermiyi yollar. saniyeler sonra birdendire uçaklar istanbul uçaksavarlarının (etiler ve çamlıca) çapraz ateşine girer. tam dört adet uçaktır bunlar :

    41-11596 seri no'lu brooklyn rambler
    41-11597 seri no'lu blue goose
    41-11609 seri no'lu little eva
    41-11622 seri no'lu town hall

    istanbul'da beklenmedik bir şekilde saldırıya uğrayınca b24'ler deli gibi evasive manevralara başlarlar. bu da amerikalı mürettebatın mısır ya da kıbrıs gibi müttefik üslere ulaşma gibi planlarını altüst eder. çünkü kaçış manevraları benzin israfına sebep olmaktadır. istanbul uçaksavarının menzilinden çıkıp rahatlayınca bakarlar ki benzin toroslar hizasında bitecek. sonrası da allah kerim. pilotlar bir ikileme düşer. acaba akdeniz üzerinde bir yerde biteceği kesin olan benzinle denize inmeyi mi denesinler yoksa bulabildikleri ilk havaalanına mı insinler. küçük bir istişareden sonra uçakları türkiye'ye indirmeye ve yaşamaya karar verirler. bu da amerikalıların zaten daha önce değerlendirdiği bir durumdur. brifing albayları john kraw da çok zorda kalırsanız türkiye'ye inin" demiştir zaten. dediği gibi de yaparlar. pilotlar harita'da türkiye'nin sadece iki şehrini işaretlemiştir. istanbul ve ankara. gerisi meçhuldür. istanbul'da uçaksavar olduğuna göre işaretli ikinci yer olan ankara yakınlarına inmeyi denerler, mürted ya da esenboğa pistine de kayıpsız bir şekilde inerler ardından hepsi de teslim alınır.

    türkiye böyle durumlarda tarafsız olduğundan uçağı ve mürettebatını alıkoymak ve savaş süresince onlara bakmak zorundadır. uçağı ve mürettebatı almanlara geri verseler mihver devleti gibi davranmış olurlar, amerikalılara verseler almanlar düşmana yardım olarak algılar. ismet inönü gelen ekipman ve mürettebatı "misafir" etmeye karar vererek herkesi mutlu etmiştir. en çok da hava kuvvetleri mutlu olmuştur zira türkiye tarihinde havadan ilk kez 4 motorlu askeri uçak sahibi olmaktadır. hemi de beleş.

    1942'de ankara'daki koşullar amerikalılar için çok kötüdür. haziran temmuz ve ağustos aylarını çiftlik parkında bir okul binası içinde kendileri gibi enterne edilmiş bir rus ve bir güney rodezyalı raf pilotu ile geçirirler. başlarında bir silahlı muhafız ve bir de tercüman vardır. her iki haftada bir de muhafızların nezaretinde ankara'yı gezmeye çıkartılırlar. yiyecek en büyük sorundur. ekmeğin karneyle olduğu yıllarda yemekler de az ve kötüdür. rejim yaptıklarını düşünerek samki yemek çokmuş ama kendileri yemiyorlarmış gibi davranarak az yemeye başlarlar. kısa sürede de okulda nezaret altında olan bütün müttefik savaş esirleri sıtma olur.

    bir süre sonra amerikalılar havaalanına götürülürler. vardıklarında bakarlar ki uçaklardaki mermi delikleri tamir olmuş, amerikan yıldızları sökülmüş, türk hava kuvvetlerinin eski kare dekalleri çizilmiş ve numara verilmiştir. ancak uçaklar uçmamaktadır. zira 4 motorlu uçak uçurmayı bilen ülkede kimse yoktur. amerikalılar bu uçakların "lend & lease" anlaşması kapsamında türkiye'ye verildiğini türk pilotlardan öğrenir. artık onların savaş bitene kadarki görevi türk pilotlara dört motorlu bombardıman eğitimi vermektir. türk pilotların nezaretinde amerikalılar bütün uçakları eskişehire getirirler.

    eskişehir hava üssü 1940'lı yıllarda feci bir yerdir. sıtmaya yakalanmamış biri zaten yoktur. üç ay sıtma olmamak ise büyük başarıdır, tebrik falan edilmekte tahtaya vurulmaktadır. hava üssünde de yalnız bir noktada çeşmelerden su akmaktadır.o da porsuk çayından gelen sudur. yani türk pilotlar görevden geldiklerinde mesela susamışlarsa nehir kenarına inip ceplerindeki mendili porsuk çayının kıyısına bandırıp suyu filtrelemekte öyle içmektedirler. diğer türlü bir sürü anofel sivrisineği de yutmaktadırlar çünkü. amerikalılar eskişehirde kaldıkları ve şartları gördükleri ilk gün kaçmaya karar verirler. "bu ne lan"* demişlerdir.

    kasım ayı boyunca amerikalılar kaçışlarını planlayarak geçirirler. ancak türkler de diğer taraftan çok iyi niyetlidir. hiç durmadan çay getiren askerler, ingilizce anlamaya başlamış hangar görevlileri olunca bir dediği iki edilmeyen amerikalılarla türkler arasında hafiften dostluk da başlamıştır. amerikalılar burada taşfırın ekmeği + keçi tulum peynirine denilene göre hasta olurlar. aralık 1942 gibi türk personelin b24 eğitimleri bitirilir ve test uçuşlarına geçilir. o da çok kolay olmaz zira eskişehir'de 100 oktan benzin bulmak bile çok zordur. zira türk hava kuvvetlerindeki alman uçakları 87 oktan benzinle gürül gürül uçarken amerikan uçakları kaprislidir. thk her uçağa farklı benzin yetiştirmeye çalışırken yetersiz kalmaktadır. amerikalılar da tabşş pratiktir, benzin bekleyeceklerine diğer b24'lerden hortumla 2 numaralı brooklyn rambler'a 400 litre benzin koyarlar. gündüz ilk test uçuşu yapılır ve bir öğlen arası verilir. amerikalılar da iki aydır uçakların her an yanında olduklarından kimse şüphelenmez ve birbirlerine göz kırpıp hepsi benzin yüklü uçağa doluşurlar. uçak zaten ikinci uçuşunu yapacak olduğundan hangara sokulmamıştır. motor çalıştırıp pist başına geliverirler. motor çalışınca denilene göre ardında nöbet tutan asker hava akımıyla iki metre geriye uçmuştur. (pratt whitney cyclone öyle hayvan bir motormuş)

    o sırada subay yemekhanesinde denilene göre gürrrrrrrrrrrrrr diye bir motor sesi işitilir. subaylar birbirine bakar ve tepsiyi tabağı atarak masaların üzerinden zıplaya zıplaya yemekhaneden dışarı koşarlar. bakarlar ki dört motorlu dev b24 pist başına gelmiş ve motorlar tam gaz almış ve uçak hızlanmaya başlıyor. el kol yapar, "dur dur" diye işaret ederler ama nafile. amerikalılar uçağın camlarından hadi eyvallah gibisinden el sallarken b24 pistten teker toplar ve kalkar. subay astsubay er erbaş herkes uçağın arkasından bakakalır.

    amerikalılar kaçar.

    sonra cart diye bir siyah citroen araba gelip subay tesisinin önünde durur. içinden inen üs komutanı zeki doğan paşadır. süvari sınıfından geldiği için alışkanlık yapıp bırakamadığı bacakları bohça gibi süvari pantolonuyla hışımla arabadan iner. karşısında şapkayı yemekhanede bırakmış ceket iliklenmemiş ve nefes nefese kalmış türk subayları görür, onlara patlar:

    - noluyor lan?
    - paşam amerikalılar liberatör tayyaresini kaçırdı!
    - bu gidenler mi?
    - evet paşam.
    - siz ne bok yiyorsunuz ya burada?
    - bakıyoruz.....
    - bakmayın lannn takip edin!!!!!! düşürün!
    - ama kumandanım uçuşa hazır avcı yok bugün.
    - ne varsa onu kaldırın lannn!!!!

    uçuşa o sırada en nazır görülen bir martin b10 uçağına iki pilot koşarak uçağı scramble ederler. ancak martin 1932 modeldir. on yıl sonra türk hava kuvvetlerinde uçuyor olması bile mucizedir. kendisinden iki kat hızlı b24 liberator'un arkasından nal toplar. bakarlar ki olmuyor, pilotlar inip tekmil verip yakalayamadık derler. zılgıtı yiyip öğle yemeğini kaçırıp sigaraya talim edilir. açlığı bastırsın diye ağzına sigaradan tütün atan pilot yüzbaşı üzgündür. "bari yemekten olmayaydık" der.

    amerikalılar ise paraşütsüz, cankurtaran yeleksiz, telsizsiz uçarak başlarına büyük iş almışlardır. o şekilde torosları geçip akdeniz'e varırlar kıbrıs açıklarında ise ingilizler türk renklerine boyanmış dört motorlu bombardıman uçağı görünce spitfire uçaklarını havalandırırlar. amerikalılar da camlardan atlet fanila beyaz ne varsa sallayarak inmek istediklerini anlatırlar. daha sonra ingilizler kendilerine özledikleri kahvaltıyı kıbrıs'ta yaptırırlar. oradan da mısır'a yollarlar.

    türkiye daha sonra işin peşini bırakmayarak resmi kanallardan uçağı geri istemiştir. amerikalılar da özür dileyerek vermiştir. ama pilotları vermemiştir tabii.

    ezcümle, o yıllarda dünyada bir şeyler olmaktadır bir uçaklar gelip gitmektedir ama thk en fazla uzaktan olan bitene bakmaktadır. bakamayan sıtma olup yataklara çivilenen de çoktur.

    resimler :

    kaçan b24'ün kaçamayan kardeşi, 3 numara little eva

    kaçan 2 numara brooklyn rambler ankara esenboğa hava alanında türk muhafız nezaretinde

    kaçan 2 numara brooklyn rambler türk renklerine boyanmış halde

    test uçuşları bitiminde kaçan brooklyn rambler'in kuyruğunda resim çeken amerikalı kaçış komitesi

  • 1943-1944 yıllarında türk hava kuvvetleri dönemdaşı diğer hava kuvvetlerinin yanında yamalı bir bohça izlenimi verir.

    öncelikle türk (osmanlı) hava kuvvetleri yüzbaşı fesa gibi öncü pilotlarla ta 1912'den beri kurulmuş durumda da olsa türkiye'de yerleşik bir endüstrinin olmayışı teknolojiye, yedek parçaya tamamen bağımlı bir askeri kolun da gelişimine engel olmuştur. mesela 1915 yılında istanbul'a gelip osmanlı hava gücünü kurma gibi fantastik bir emir almış olan alman pilotlar (biri de oswald boelcke'dir) bırak altyapıyı elektriği, motoru, menteşeyi sıkacak pense bile bulamamışlardır. en basit ekipmanları çarşıdan demirci tutup sıfırdan başlamışlardır. kurtuluş savaşında italyanların bıraktığı iki hanriot olmasa büyük taarruz öncesi keşif uçuşu bile yapamayacak bir haldedir türkiye. cumhuriyet sonrası toparlanmaya başlamış kendi uçağımızı yapabilecek kapasiteye doğru giderken türkiye iki savaş arasında alabildiği her avrupa ülkesinden uçak alma yoluna gitmişti. bu sırada hava kuvvetleri komutanı hayatında uçağa binmemiş bir süvari generaliydi. hava astsubay sınıfı 1941 yılında kayseri inönü'de ancak eğitilmeye başlanmıştı. ikinci dünya savaşı başladığında müstakil bir hava gücümüz varla yok arasında bir yerdeydi yani.

    1939'a gelindiğinde de ülkeler bazında durum epey karışık bir haldeydi zaten. türkiye ne kadar harap bitap toparlanmaya yeni başlamış bir ülke de olsa stratejik bir konumda kayda değer bir asker beslediğinden hem hitler almanyası hem de müttefikler türkiye'yi yanlarına çekmek için ismet paşa'ya durmaksızın baskı yapıyorlardı. ismet paşa'da hakkının verilmesi lazım gelen pragmatik bir oyalama metodu geliştirmişti. "uçağımız yok" diyordu ingilizlere. "savaşa girince almanları neyle tutacağım?" ingilizler böyle bir argümanı haklı bulup oldukça sıkışık oldukları 1941-1942 yılında ingiltere göklerini almanlardan başarıyla koruyan spitfire mki ve hurricane ia avcı uçakları göndermişti. (bkz: battle of britain)

    oysa aynı zamanlarda ismet paşa'ya almanlar da savaşa kendi taraflarında girme baskısı yapıyordu. luftwaffe kendini yenileme aşamasında harıl harıl çalışırken türkleri mutlu etmek için meşhur guernica bombardıman modeli ilk yapım 1935 heinkel 111 bombardıman uçaklarından 24 adet türkiyeye ayırmıştı. oysa bu sayılarda malzemeyle savaşa falan girilmezdi. 1939'da savaş patladıktan sonra ismet inönü hitler'in elçisi franz von papen'e şöyle diyecekti : "uçak yok uçak... ingilizleri yerde nasıl tutacağız 24 tane uçakla mı?" tabii çok da makul bir cevaptı bu. hitler ingilizleri 2550 uçakla yenememişti. sonra türkleri ucuza müttefik yapacağım diye 1943 yılında ruslarla elleri dirseklerine kadar kanda olan kendi has müttefikleri macaristan ve finlandiyaya bile göndermediği en son model focke-wulf 190a3 uçaklarından 72 tane türkiye'ye satacaktı. savaşın kendisi için en zorlu döneminde. ruslar zincirinden boşanmış bir şekilde gelirken.

    amerikalılar'da aradan baskıyı kesmeyecekti. türkiye'nin uçak ihtiyacı artık herkesçe biliniyordu. 1943 sonunda alman-italyan koalisyonunun kuzey afrikadan atılmasıyla oraya yaptıkları devasa malzeme ve asker yığınağı ellerinde yük kalmıştı. yeni model tank ve uçaklar amerikadan sicilya ve avrupa'da yapılacak harekat için gemilerle ingiltere'ye taşınırken afrika'daki yığınakları almanlara kıyasla eski model kalmıştı. kullanamıyorlardı. bunlarla uğraşmak yerine bombardıman filosunu türklere rüşvet babında hibe etmeye karar verdiler. yirmibir adet martin 187 baltimore uçağı ayırdılar. olaya bak ki amerikalılar bu uçakları eve teslim şeklinde adana şakirpaşa bataklığı yanındaki (bugün şakirpaşa havaalanı) düzlüğe de getirirler. hatta tam kadro gelen amerikan heyeti uçakları getiren pilotları geri götürmek için c47 dakota nakliye uçaklarını da getirirler. hayatında uçak görmeyen adanalılar o gün uçağa doyar. 1943 yılında bir kasım günü.

    türk hava kuvvetlerine düşen görev bu kendilerine göre yeni, amerikalılara göre eski baltimore uçaklarını adana'dan eskişehir'e taşımaktır. görev için iki adet heinkel 111 alman bombardıman uçağı havalandırırlar. bu uçaklar teslimatı alacak pilotları taşıyarak kasım soğugunda torosları geçer. zor bir geçiş olur. sonra adana'ya indiklerinde bakarlar ki heinkel sağ kanat motorunun yakıt hortumu soğukta patlamıştır. motora artık yakıt gitmemektedir. tek motorla da uçak kalkamaz. çivilenip kalırlar. yedek parça da orada dağın başında yoktur. hatta eskişehirde bile yoktur böyle bir şey. adanada ise bırak uçağı, araba için bile yedek parça yoktur. amerikalılar hep düşmanın elinde gördükleri heinkel'i tamir etmek isterler ama almanların da uçakta kullandıkları her metrik standarttır. amerikalıların ise herşeyi imperial - inç sistemine göredir. tornavidaları bile uymaz. hortumları klamp edemezler. heinkel uçağı öyle yerde kalır.

    türk ekip heinkel uçağını orada bırakmaya hazırlanırken uçağın makinisti astsb gedikli çavuş mansur üzerinde sivrisineklerin uçuştuğu şakirpaşa bataklığına bakıp cigara içmektedir. amerikalılar yanına gelip filtreli sigara verirler, bakar sağol der onu da içer. sonra sigarayı atıp bombardıman uçağı alt sahanlığı açıp alet kutusunu alır. orada maçete ile demir testeresini çıkartarak amerikan pilotların bakışları altında bataklığın yanındaki ağaçlara doğru gider. söğüt ağacının birinden bilek kalınlığında kol kadar bir dal kesip geri gelir. sonra bir taşın üstüne oturup başlar bu dalı ileri geri burmaya. aydınlıdır mansur çavuş. çine çayının yanındaki ağaçlarda geçmiştir ömrü. kağıt rulo yapar gibi öne arkaya iki saat usanmadan söğüt dalını burup durur. ne yapıyorsun diye soranlara "yedek parça" der. iki saatlik uğraşın sonunda söğütün yumuşak kabuğunu beyaz daldan ayırmaya kırmadan muvaffak olur.

    sonra motor kaputunu açıp patlak hortumu uçağın alman bmw yapımı motorundan söküp atar. kestiği hortum gibi söğüt kabuğunu motora uydurup kelepçeler ve amerikalıların dehşete düşmüş bakışları arasında kaputu kapayıp kilitler. amerikalı pilot yüzbaşı dayanamayıp heinkel pilotu türk yüzbaşıya sorar.

    - o ne yapıyor öyle?
    - uçağı tamir ediyor.
    - ağaç dalıyla mı? siz delirdiniz mi bu uçak kalkamaz. intihar bu.
    - ne yapalım yani burada mı kalalım? irtifa almazsa yapacak bir şey yok geri döneriz.
    - tanrı yardımcınız olsun!

    amerikalılar sırf uçağın uçtuğunu görmek için bir süre daha yerde kalırlar. iskenderiye'ye, üslerine hemen geri dönmezler. heinkel tayyaresi şakirpaşa düzlüğünde bir iki sekip irtifa almaya başlar ve amerikalıların coşkun tezahüratları ve şapka sallayışları arasında adananın üzerinde bir tur atıp sıkıntısız bir şekilde torosları motorunda bir söğüt dalıyla aşar. dediklerine göre yedek hortum erzincan'dan geldiği için eskişehirde söğüt dalıyla iki sorti de öyle yaptırmışlar. nereden biliyorum, uçağı uçuran benim dedemdir, hikaye de oradan. kendisi 2007'de rahmetli oldu, bugün bunu hatırlayan ya da anlatacak kimse sanırım kalmamıştır.

    işte zamanında dünyanın başka yerinde birbirleriyle kanlı bıçaklı olan focke-wulf 190, spitfire, hurricane, mosquito, p47, baltimore, martin gibi platformların savaştan uzak ağaç dalları tezek toplarıyla barış içinde uçtuğu bir yerdir türk hava kuvvetleri. çağdaşlarının kapasitesine erişmesi epey bir zaman almıştır.

    edit : oha uçakların resmini de buldum bakınız arkada 18 numara heinkel 111, pist üzerinde martin baltimore, en arkada b24 liberator. ploiesti saldırısından kaçıp gelen o liberator'un hikayesini de bilahare anlatacağım.

  • rusya ile savaş meraklısı beyinsiz ampullerin götten uydurma 3100 sayısıyla rusya ile karşılaştırdıkları hava kuvvetleridir. dünya çapında yeri iyi olsa da akboyların götünden salladığı kadar geniş bir envanteri yoktur.

    https://www.hvkk.tsk.tr/…tleri/envanterdeki_uçaklar

    resmi siteden görüleceği üzere tüm envanter toplandığında güncel sayı 590'dır ve buna helikopter, nakliye uçağı, eski çöp uçaklar da dahildir. bunların hepsi savaş uçağı değildir. en önemli uçakları olan f16c'lerin sayısı 196'dır. bu sayı pek çok ülkeye göre yüksektir ama ampul kafaların götünden salladığı gibi binlerce değildir.

    3100 savaş uçağı varmış. ufak atın da civcivler yesin. rusyanın 3000 civarı uçağı olsa da çoğu çöptür ama adamlar her şeyini üretecek teknolojiye sahipler. sana amerika uçak vermesin. göt gibi kalırsın ortada. 2 tane hangar vursalar uçaklarının yarısını kaybedersin.