türk evlerinin aşırı eşya içermesi

  • evde 4 kişiyiz. ama 13 tane yorgan var. bu yorganlardan 4 tanesi bize, 2 tanesi de misafirlere olsa.... geri kalan 7 yorgan nedir anne? "ileride evlenirseniz hazırca dursun işte." annecim yorgan artık ulaşılamaz pahalı bir şey değil. yıllardır sana anlatmaya çalışıyorum kıtlık psikolojisinden çık diye. evlendiğimizde perişan olmayız merak etme!

    6 tane halı rulosu var. iki tanesi yatağın altında, 4 tanesi kapı arkalarında. eniye satmıyoruz bunları anne? "aynı kalitede halı yok artık". ama bu halıların renkleri mobilyalarımıza uymuyor ki? kullanmayacağız sonuçta anne!

    it leşi gibi gümüşlük var. her bahar temizliğinde gümüşlüğün içindeki hiçbir boka yaramayan, kristal bardakları falan filanları siliyoruz.

    yatağımın altı ablamın çeyizlikleriyle dolu. eski moda tabak takımları, plastik kap kaşık, yatak odası örtü takımı... kendi eşyalarımı bile koyamıyorum yatağımın altına. benim eşyalar ortalıkta geziyor.

    annemin bazasında da bir sürü seccade, 50ye yakın lif, dantel takımları var. banyoda örgü lif kullanmam ki ben, top lif kullanıyorum. neden bu kadar ördün anne? "olsun kızım birilerine hediye veririz". biz hediye versek de lifleri, başkaları da bize lif hediye edip duruyor, eksilmiyor ki lifler anne!
    ben dantel sevmem ki anne!
    misafirler için iki tane seccade yeter, daha niye fazladan seccade işliyorsun ki anne!

  • çok fazla eşya olmasının yanında,
    çoğunlukla işlevsellik ve pratiklikten uzak,
    gereksiz zaman harcamanıza neden olan ve kaliteli bir hayat yaşamanıza engel eşyalardır bunlar.

    not: düzeltme uyarısı için teşekkürler.

  • bu durumun temel sebebi fakirliktir.

    anneler kendi evlerine alamadıklarını kızları için istediler. "ben alamadım kızımda olsun." diyerek damatlara yüklendiler. düğün maliyetleri korkunç meblağlara yükseldi.

    aslında marjinal faydasını düşünürsek
    tüketim arttıkça bir zaman sonra fayda sıfıra indi ve sonra da azalmaya başladı.

    önceki kuşaklar alabildikleri eşyalar için seviniyordu. bulaşıkları elde yıkayan bir kadının bulaşık makinesi ile kurduğu bağ kızınınkinden farklıdır. kızı o makineyi zaten baba evinde kullandı ve cezbedecek bir özelliği kalmadı. artık rengi, programı vs. diyerek farklılık arayışına girdi. bu da doyumsuzluğu beraberinde getirdi. zamanla görgüsüzlüğe, avamlığa normallik süsü verildi. herkes de bunu kabullendi.

    yani, insanlar eksiklerini tamamlayayım derken eşyaların esiri oldu.

    iki lokma bir hırka diyerek müevazı yaşayan insanlardan "ayhhh evindeki koltuk ile halının köşesindeki çiçek uyumsuz olmuş." çılgınlığına evrildik.

    sürekli bir tatminsizlik ve eşyalarla kavga hali mutsuzluk getirdi. çok güzel evlerde çok mutsuz hayatlar sürüyor.

    unutmayın platon'un da dedigi gibi:

    "onemli olan hayatta çok şeye sahip olmak değil; en az şeye ihtiyaç duymaktır."