türban takan kadının özgür insan olabilme ihtimali

  • özgürlüğün tanımını yapmak gerçekten zor ve insanların "gerçekten" özgür olup olmadıkları da tartışmalı bir konu.

    o kadının türbanı hangi koşullar altında taktığını bilmiyorum. 11-12 yaşında ailesinin isteğiyle başını örtmeye başlayan birinin özgür iradesinin varlığını tartışırım açıkçası; çünkü kimse bir dini inançla doğmaz. insanlar diğer canlılardan bağımsız olarak bilince sahip olduklarından ötürü içinde bulundukları evreni ve yaşamın anlamını sorgulamaya meyillidirler. açıklayamadıkları şeyleri anlamlandırmak için belirli inanç sistemleri geliştirirler ve bir yaratıcıya inanırlar. bazılarıysa peygamberlere ve gökten indiğini sanılan kitaplara inanır. türlü türlü inanç sistemi ve yaratıcı vardır. söz gelimi, müslümanlar yaratıcıya allah derler, japonlar ise kami; ama allah ile kami bir değildir. bu noktada şunu da belirtmeliyim ki insanlar düşündükleri gibi yaşamaktan ziyade yaşadıkları gibi düşünürler. yani koyu müslüman bir ailede dünyaya gelmiş bir bireyin koyu müslüman bir birey olarak yetişmesi, öyle düşünmesi ve yaşaması beklenir. böyle bir yetişme sürecinde kişinin özgür iradesinin varlığından söz etmenin çok mümkün olmadığını düşünüyorum; çünkü yukarıda dediğim gibi din doğumla gelen bir özellik değil, öğrenilen bir düşünce ve davranış sistemi olduğu için müslüman olarak yetiştirilen bir kimseye seçim hakkı tanınmamış oluyor aslında.

    özgür iradesine müdahale edilerek müslüman olarak yetiştirilmiş ve türban takması zorunlu kılınmış bir kadının, "dini hiçbir şey öğretilmeden ya da dayatılmadan yetişmiş" bir kadın kadar özgür olabileceğine inanmıyorum; çünkü yaşamının pek çok boyutuna etki edecek biz dizi dini kuralı öğrenerek ve bu kuralları çiğnerse cehenneme gideceği söylenerek büyüyor. ha diyebilirsiniz ki yazılı ve yazısız bir sürü kural var ve bunlar hayatımıza hep etki ediyor. hem içinde yaşadığımız kültürün etkisini de göz ardı edemeyiz. hatta hukuk var; ama din insan yapımı hukuktan farklıdır; çünkü hukuk her ne kadar öznel yargılar ve değerler içerse de insanları din, dil, ırk, mezhep ve etnik köken fark etmeksizin eşit yargılıyor (en azından kuramsal olarak) ve bir ceza verilecekse de bu dünyada uyguluyor. ayrıca dinden farklı olarak hukuk sorgulanabilen, değişen ve yenilenen bir şey. benzer bir durum kültür için de geçerlidir. kültür de sorgulanabilen, değişen ve yenilenen bir şey. oysa din, dogmadır ve sorgulamalara ve değişime kapalıdır.

    bu noktada zimbardo'nun "standford hapishane deneyi"ni anımsatmak isterim. zimbardo mahkum veya gardiyan olmanın psikolojik etkilerini araştıran bir çalışma yapıyor 1971 yılında. çalışmasına gönüllü katılan üniversite öğrencilerini iki gruba ayırıyor. bir gruptan gardiyan gibi davranmasını, öteki gruptan da mahkum gibi davranmasını istiyor. her iki grup da rollerine uygun giysiler giyiyorlar elbette. çok geçmeden zimbardo deneyi yarıda kesmek zorunda kalıyor; çünkü gardiyan rolündeki öğrencilerin mahkum rolündekilere zorbalık yaptıklarını, eziyet ve hakaret ettiklerini görüyor. mahkum rolündeki öğrencilerin içinde bulunduğu korkunç duruma inanamıyor. gardiyan rolündekilerin sadistik eğilimler gösterdiği, mahkum rolündekilerin ise bir ciddi psikolojik travma geçirdiğine tanık oluyor.

    zimbardo bu deneyden pek çok sonuca varıyor aslında; ama bu konuyla ilgili vardığı sonuca gelirsek; insanlar içinde bulundukları sosyal ortamlardan ve giyiniş şekillerinden fazlasıyla etkilenirler ve sosyal ortam ile giyiniş şeklimizin tutumlarımıza etkisi kesinlikle hafife alınacak bir şey değildir.

    kendi özgür iradesine müdahale edilerek müslüman olarak yetiştirilmiş ve türban taktırılmış bir bireyin (en azından) belirli koşullardaki seçimlerinin özgür olabileceğine inanmıyorum açıkçası. ben ki türkiye koşullarına göre gayet özgür ve rahat bir ailede yetiştim. benim bile içselleştirdiğim pek çok kısıtlama var. türban takan kadınları düşünemiyorum açıkçası. evet, özgürler ama, islam'ın çizdiği sınırlar içinde özgürler.

    yani türban takan bir kadın istediğini yapamaz. yapamaz; çünkü taktığı türbanın, davranışları üzerindeki etkisini göz ardı edemez ki gerçekten inanıyorsa her şeyi yapma özgürlüğünü islam ona vermiyor zaten. islam'da pek çok kısıtlama söz konusu. ha yapıyorsa da "gerçek bir müslüman" olup olmadığı tartışılır ("günah işleme özgürlüğü"nü kullanıyorsa bilemem tabii); ama bu benim haddime değildir. aslında kimsenin haddine değildir. din mahrem bir konudur ve kimseyi ilgilendirmez.

    ekleme: içerik

  • gayet var olan bir ihtimaldir.
    bir türbanlı olarak bu konuda söylemek istediğim bir kaç şey var.

    kimse beni zorlamadı kendi isteğimle kapandım. bu konuda hiç bir pişmanlık duymadım. akp li değilim. hatta nefret ediyorum. hiç bir insana karşı ön yargılı değilim. nerdeyse her türlü düşünceden ve inançtan insan tanıyorum ve ne ben onlara karışıyorum ne de onlar bana.

    kimseye kapan ya da namaz kıl falan diyemem çünkü herkesin kendi yolu olduğuna inanıyorum. beni doğruya götüren yol başkasını götürmeyebilir. herkes kendi serüveni içinde kendi doğruları ve yanlışlarını keşfetmeli. ben ancak bazı yolları tanıtabilirim. gerisi onlara kalmış.

    dindar insanlar içinde sizin kızdığınız gibi yobazlar yok mu? var. hatta çoğunluktalar. ve ben çoğunuzdan daha iyi tanıyorum o insanları. ve çoğunuzdan daha çok eleştiriyorum bazı şeyleri. ama bu durumun da bir çok sebebi var. bu sebeplere girersem şimdi konu çok uzar ama öyle kapalılar bilmem ne açıklar bilmem ne demekle olmuyor bu işler. bir topluluğa nefret kusarak o topluluğun daha iyi olması sağlanmaz. ancak aradaki nefretin artmasına ve radikallerin daha da radikalleşmesine sebep olunur.

    bunun yanında kapalıyım diye bana ön yargılı davrananlar da var. ilk başta çok üzülüyordum ama şimdi anlıyorum nedenini. zaten benle tanışınca ön yargılarının kırıldığını fark edebiliyorum. insanların ön yargılarını kırmak beni mutlu ediyor.

    bir de hükümetin kapalılara pozitif ayrımcılık yapıyor görünmesi var. bu konudan en çok rahatsız olan benim. önceden kapalılara çok ayrımcılık yapılıyordu biz zarar görüyorduk bundan ama şimdiki durumdan da biz zarar görüyoruz. insanların ön yargılarıyla yaşamak zaten zorken bu önyargıların hatta nefretin iyice artmasına sebep oluyor. kimsenin bana ayrıcalıklı davranmasını istemiyorum. hiç bir zaman böyle bir talebim de olmadı.

    bir toplulukta yüz kişiden doksan dokuza aynıysa bile o topluluk şöyledir diyemezsin. çünkü her zaman öyle olmayan bir yüzüncü kişinin var olma olasılığı vardır. insan olmak bunu gerektirir zaten. kimse tamamen bir topluluğa uymaz. herkesin farklılıkları,doğruları, hataları ve çelişkileri vardır. mesela kapalı birisi makyaj yapabilir. çok açık giyinen birisi namaz kılıyor olabilir. kapalıyım diye günahlarım olmadığı anlamına gelmez. ve beni günahlarımdan dolayı yargılamak kimsenin haddine düşmez.

    dindar insanlar arasında bir istisna olduğumu düşünenler var. ama benim gibi hisseden düşünen çok arkadaşım var. siz bazı insanların hataları üzerinden hepimize nefret kusuyorken o hataları biz eleştiremiyoruz. çünkü eleştirirsek otomatikmen sizden yanayız gibi bir algı oluşuyor.

    neyse söyleyeceğim şey çok ama daha fazla uzatmak istemiyorum. benden sırf kapalıyım diye nefret eden ne kadar insan varsa bilsin ki ben ondan nefret etmiyorum. çünkü her kötülüğün başı nefrettir. bu ülkede canlı bombalar patlıyor, insanlar ölüyorsa hepsi nefretten dolayı. nefretin her köşe başına yerleştiği topraklarda sevmek en büyük başkaldırıdır.

    edit: bir sürü çok güzel mesaj aldım. söylediğin her şeyin altına imzamı atarım tam demek istediklerimi yazmışsın diyen çok oldu. çok mutlu oldum. burda kapalılara bu kadar hakaret ediliyor ama aslında burayı okuyan bir çok kapalı var ve yazdığınız şeyler onları incitiyor. hepimiz insanız. kimse bir kalıbın içinden çıkma değil. beraber yaşamak bu kadar zor olmamalı.

    bu arada annem babam kapanayım diye hiç zorlamadı. hatta annem kapalı olmasına rağmen tekrar düşün istersen bir çok zorlukla karşılaşabilirsin dedi. tabi ailesi zorlayan ya da psikolojik baskı yapan kapalı da çok. zorla yapılan şeylerin hiç bir değeri yok bence. allah katında da olduğunu sanmıyorum. eğer bu durumda olanlar varsa tek önerebilceğim şey durup ben ne istiyorum diye düşünmeleri ve istedikleri şey doğrultusunda özgürce ve cesurca karar vermeleri.

  • akp mitinglerinde kadın ve erkekler ayrı bölümlere alınır araya parmaklık çekilir. darbe sonrası o ankara hengamesinde kızılay meydanına girerken bayan polisler, o taraf bayan girişi olduğu için üstümü aramayı reddetmişti de gidip caddenin öte ucunda erkek polislere aratmıştım üstümü.

    haliyle sormuştum, daha kadın ve erkek olarak dahi yan yana duramayan, kendi içlerinde bile birbirlerini "onlar kadın bunlar erkek" diye ayıran bu kitle mi demokrasinin savunuculuğunu yapıyor diye.

    çünkü bazı kavramlar yan yana gelmezler, gelemezler.

    bulamadım şimdi entry'i geçenlerde bir suser "pre-modern normu post-modern ile açıklama yavşaklığı" demişti. liberallikten ne olduğunu şaşırmış, kavram karmaşasında boğulan bir kitle, böyle tartışmalarda çıkıp "sene olmuş 2016 hala türban tartışıyorsunuz, ister bikini giyer ister türban." gibi hiçbir temeli olmayan, göze ilk bakışta özgürlükçü görünen ama beş kuruş derinliği olmayan ezbere argümanlarla suyu bulandiriyor. pre-modern normu post-modern ile açıklama yavsakligi diye buna deniyor işte.

    pre-modern norm:
    ataerkil bir din katkısıyla, halihazırda ataerkil olan bir toplumda "erkek kadının üzerindedir ve kadın üzerinde egemendir" kabulü vardır. bu kabul üzerine bir "erkek kadının ne giyip giymeyecegine karışabilir" teamülü oluşmuştur. bu teamüle bir de ilahi söz eklenir ve tesettür ortaya çıkar: "kadının saçlarını, boynunu, kollarını, göbeğini.. başka bir erkeğe göstermesi yasaktır."

    post-modern norm:
    kadın ve erkek eşittir. kimi üçüncü dünya ülkesi cumhurbaşkanları aksini söylese de bu tartışmaya açık dahi değildir. kadın üzerinde erkeğin egemenliğinden söz edilemez. dolayısıyla kadın istediğini giymekte serbesttir.

    bilaller için özet:
    yani normun özü aslında kadınlara, pre-modern erkek egemen toplum tarafından dikte edilen bir "saç gösterme yasağı" iken; bunu evvela kadın hakları, kadın erkek eşitliği için mücadele edip "kadının istediğini giyme özgürlüğünü" kazanmış toplumun edinimlerinden biri gibi göstermeye çalışmaktadır yavşaklık.

    yani bir kadın türban giyiyorsa bunu post-modern algımızdaki gibi, bunu yapmakta serbest olduğu için, bunu yapmasına veya yapmamasına kimse karışmadığı için yapmıyor. pre-modern dünyadaki saçını gösterme yasağına uyuyor. ve bu ilkel normu günümüze taşırken post-modern toplumun kazanımlarını (kadın istediğini gitmekte serbesttir) kullanıyor.

    bakın benim bütün hayatım bu safsatanın sevdiğim insanlara dikte edilmesini önlemeye çalışmakla geçti ve geçecek. türban meselesi üzerine dusunmedigim tek bir gün, tek bir saat yoktur. kardeşlerim, kuzenlerim, arkadaşlarım dindar çevrelerinin baskısında ezilmesinler diye bir tarafımı yırtıyorum. ama sonra siz mega-liberaller üzerine üç dakika dusunmediginiz konu üzerine iki satırlık entry girip "isteyen takar isteyen takmaz ha mini etek giymiş ha türban :)))" diye ampır ampır konuşunca şarterlerim atıyor.

    türban takma özgürlüğü denen şey tıpkı akp mitinginde atılan demokrasi sloganları gibidir. oksimorondur.

    ***

    kimin özgür olup olmadığı tartışmasını ise tesettürlü insanlar üzerinden değil, genel olarak herhangi bir dine inanan insanlar üzerinden yapmayı yeğlerim şahsen.

    münferit bir olay:
    bu yaz ilkokuldan liseye kadar 10 sene bifiil birlikte okuduğumuz bir arkadaşımız intihar etti. haberi aldığımızda ilk reaksiyonu "şimdi intihar edenin cenaze namazı kılınır mı kılınmaz mı" diye sormak olan arkadaşlar oldu. (kimi için alakasız, kimi için hayli anlamlı olabilecek not: orta cağ avrupasında intihar edenlerin kafaları kesilir ve cesetleri kimsenin bilmeyeceği bir yere gömülürdü.)

    yeni doğmuş bir bebek, büyüdükçe çevresinde kabul gören normları ve uygulanan kuralları benimser. orta halli, normal zekalı, ortalama ahlaka haiz bir ailede yetişen bir çocukta, örneğin çalmanın, öldürmenin, kötü söz söylemenin yanlış olduğu önkabul olarak oluşur. öyle erken benimsenir ki bu normlar, insana sürümden gelmiş gibidir.

    bu aslında klasik bir otorite problemidir. baskın otoritenin yaygınlaşmasını sağladığı fikirler kolaylıkla toplum tabanında benimsenir. yukarıdaki paragrafta verdiğimiz aile örneğinin aslında 1000 aileden 999'unu temsil etmesi buna bir örnektir. zira örneğini verdiğimiz normlar (çalmak öldürmek kötü söz söylemek) modern toplumun oluşması sürecinin neredeyse başından beri, insanoğlunun "iyi ve kötü" ayrımını sorguladığı ilk dönemden beri kabul gören, ve günümüzde modern devletin kanunları tarafından alenen konulmuş normlardır. yani bu "orta halli orta zekalı orta ahlaklı bir aile" tanımının neredeyse her aileyi ifade edecek kadar yaygın olmasında devlet bir otorite olarak etki sahibidir.

    insanın doğumdan itibaren lanetlendigi şeylerden biri işte bu otorite. otoriteler gölgesinde büyüyor her çocuk, haliyle de aklın o pür ve tam bağımsız çalışma halini görmek hicbir zaman mümkün olmuyor.

    bu başlığın tartışma konusu etmeye çalıştığı şey de otoritenin, din ve tanrı formunda ortaya çıkışı. dindar ailelerde doğan insanlar devletin kanunlarıyla konan kurallarla tanıştığı kadar erken yaşlarda tanışıyorlar din ve tanri'ya dair ailenin benimsediği normlarla. din dogmatik, tek tiplestirici ve hayatın o kadar merkezinde ki, nasıl bir insan hırsızlık yapmadan önce "ya hapse girersem" diye düşünürse bir dindar da ya cehenneme gidersem diye düşünüyor. yani, devlet gölgesinde yaşayan herkes, devlet otoritesi tarafından ona en küçük zamanlarında öğretilmiş olan şeyi nasıl ki artık bir refleks olarak düşünüyorsa (hırsızlık yaparsam devlet beni cezalandırır), aynı şekilde sıkı bir din diktası altında büyümüş kişi de bir hadiseyle karşılaştığında ilk refleksi "dinine göre bu ne kadar uygun" oluyor (intihar edenin cenaze namazı kılınır mı?).

    haliyle, bir insanın hayatında bu tarz otorite figürleri ne kadar fazla olursa, kişinin kendine ait düşünce alanı o denli daralıyor. tam bağımsız düşünce zaten imkansız, zaten bir ütopya. ama hayatında ne kadar fazla otoriteye, ne kadar katı bir şekilde biat ederse kişi özgürlüğünü o kadar kaybeder. elde kalan bağımsız düşünce otoritelere teslim edilir, hadiseye verilen ilk reaksiyon bireysel bir ahlak ve düşünce dünyasının ürünü değil; otoritelerce öğretilmiş, bireysel olarak değeri olmayan bir tepkidir.