sinop

  • dört yıl yaşadığım şehir. en son haziran 1990'da gördüğüm halde her ayrıntısını her sokağını tüm dükkanlarını tüm canlılığıyla hatırladığım yer aynı zamanda.

    google maps street view türkiye'yi listesine dahil ettiğinden beri boş vaktim oldukça saplantılı bir şekilde sinop gezdiğimi farkettim. yokuşları manzaraları sokakları evleri aklımdaki görüntülerle karşılaştırıyorum. pek çoğu tutmuyor. ne yazık ki her yer apartman dolmuş.

    insan çocukluğunu özlermiş. dahası tekrar çocuk olmak için, olamayacağını bilse de suç mahaline döner gibi çocukluğunun geçtiği sokakları gezermiş. derdimin bu olup olmadığı uzun zamandır cevabını bulamadığım bir soru olduğu için, çocukluğunun geçtiği yerlerden uzak kalıp uzun yıllar sonra dönen insanların hikayelerini de saplantılı bir şekilde okumaya izlemeye başladım. mesela kıbrıs barış harekatıyla alakalı yazarken denk geldiğim video bloglardan biri çok ilginçti. evinden 21 yaşında sadece ceketini alıp çıkan bir rum kadının uzun yıllar sonra günübirlik izin alıp evini görmesi, içeride yozgatlı bir aileyi otururken bulması, kendi dizdiği taşları, çocukken oturduğu merdivenlerin üzerinde sessizce ayakta durması ve geçen yıllara hayıflanması niye bilmiyorum ama beni benden aldı. ölüm döşeğindeki insanlara kuramadığım empatiyi bu tip insanlara şak diye kuruyorum ve bundan da rahatsız oluyorum. zira bunlarla sanırım bir ortak paydam var. benim de böyle uzun yıllardır dönemediğim bir yer var ve dönünce ne olacağını bilemiyorum.

    sinop tam 26 yıldır aklımdan hiç çıkaramadığım bir yer olmayı sürdürüyor. bazen bu çok kafa karıştırıcı hatta korkutucu da olabiliyor. mesela ben ingiltere'de kuzey denizi kıyısında yaşıyorum. bir balıkçı teknesinin sabah düz denizi yararak açılıyor olması 1988 yılında ekim ayında özel bir an'a gönderiyor beni. deja vu gibi değil, ancak gözlerimin önüne tüm gerçekliğiyle gelen ve izlemek zorunda olduğum bir fragman gibi. cumhuriyet ilkokulunda kuzeye bakan pencerelerden birinde denizi izliyorum. siyah önlüklü bir çocuğum. ağzımda simit tadı var. deniz o kadar mavi, gökyüzü o kadar berrak ki tek tük bulutların yansımaları denizin yüzeyinden yansıyor. sabahın ilk ışıklarında bir tekne açılıyor denize ve bu tabloyu ortadan kesiyor. huzurdan başka hiçbir şey yok görüntüde... her anını yaşıyorum bunun. sonra dünya grileşiyor. gerçekleşiyor. yaşamak zorunda olduğumuz kendi zamanımız geri dönüyor. ve artık huzurdan başka şeyler de var. aradan yıllar geçmiş. bunun gibi onlarca anı geçemediğim youtube reklamları gibi beni sık sık rahatsız ediyor.

    ama bugün ingiltere'de o havadaki balık kokulu sprey şeklindeki yağmur rüzgar karışımı garip hava etrafımdaki herkesin küfürler ederek andığı bir şey iken ben sinop yüzünden kendimi hiç hissetmediğim kadar evimde hissediyorum. dışarıda deniz kudururken aklıma karadeniz'in geceleri uğuldayan fırtınada köpüklerle kudururken dev dalgaların üzerinde çakan şimşekler ve düşen yıldırımlarla aydınlanması geliyor. anılarımdan kaçamıyorum. yaşadığım yeri biraz onlar için seviyorum. 26 yıldır görmediğim bir şehrin anıları yüzünden.

    gözlerimi kapattığımda sinop hala çok güzel. kale etrafında nerede bir boşluk bulsa fışkıran çiçekler, metrekareye düşen üç ve üstü deli, birdenbire patlayan yağmurlar, çingene mahalleleri, köhne ve yıkılmaya yüz tutmuş ama hala direnen cumbalı osmanlı evleri... neden bırakıp gitmiştik ki biz... kim niye bırakıp gider ki sinop'u? bu küçük köhne osmanlı kale kasabası kimin neyine yetmezdi? kalsak olmaz mıydı?

    herşeye rağmen ben bir türküm ve 1980'li yıllarda sinop işi olmayan kimsenin gitmeyeceği bir çıkmaz sokak olsa da saplantılı düşünceler/anılar içinde çok taraflı olabilirim. yıllar önce neden pek çok şehirde çocukluk geçirmiş olan ben özellikle sinop'u bu denli özlediğime bir anlam bulma çabası içindeyken aklıma o yıllarda sinop'u mesken tutan amerikalılar geldi. sinop soğuk savaş süresince sovyet sinyal istihbaratının (bkz: sigint) toplanıp analiz edildiği önemli merkezlerden biri olagelmişti. o yıllarda sinopluların iyi hatırlayacağı radardan beyaz shuttle burunlu otobüsle hükümet konağı meydanında inen amerikalılar çok bildik görüntülerdi. artık elimin altında çok daha fazla kaynak ve girebileceğim çok daha fazla askeri kanal olduğu için bu amerikalıların sinopla ilgili fikirlerini merak ettim. belki onlar da dönmek zorunda oldukları için saplantılı biçimde bu karadeniz kentini özlüyorlardı. eğer öyleydiyse ruh hastalığımda yalnız olmayacaktım.

    aradığımdan fazlasını buldum. sinop elektronik sinyal istihbarat toplama istasyonu tuslog 4 türkiye'nin nato'ya girişinden hemen sonra karadeniz kıyısı boyunca açılan istasyonlardan sadece birisiydi. 1955 yılında amerika'dan doğrudan sinop'a gönderilen insanların raporları ve anıları çarşaf çarşaf önüme serildi. ve bunlar oldukça da dramatikti. sinop anlaşıldığı kadarıyla 1950'li yıllarda osmanlı döneminde nasıldı ise öyle kalmıştı. o ilk yıllarda giden amerikalıların anılarında "sanki bir zaman tünelinde 1800 lü yıllara geri döndük" haricinde çok fazla veri / girdi yok. 1972 yılında amerikalılar sinop'u karşı cinsle hiçbir yakınlaşmanın olamayacağı bir inziva istasyonu olarak bellemiş hatta eve dönenlere sertifika falan bile yazmışlar. ancak ilginçtir 1966-74 yılları arasında görev yapan 20 yaşındaki bir amerikalı denizcinin ailesine yazdığı mektuplara her nasılsa eriştim. annesi sinoptaki oğluna manhattan new york'tan şöyle yazmış :

    "eddie, gönderdiğin resimleri babanla inceledik. oldukça güzel bir yere benziyor. biz bir çölde çadırda yaşadığını düşünmüştük. oysa sen oregon gibi bir yerdesin! doğa sana her uyandığında sana böyle manzaralar sunuyorsa neden şikayet edip duruyorsun? burada bir sokakta doğup bir sokakta büyüyüp bir sokakta ölen insanlar var oğlum. anlattığına göre iyi insanların yaşadığı, kendini dinleyebileceğin deniz kıyısında bir yerdesin. keşke ben de oraları görebilsem"

    umarım görebilmişsindir amerikalı teyze!

    üssün artık olmayan tabelası

    1979 yılındaki sinop ve türk yaşamı hakkında amerikalı personele dağıtılan kitapçık da şöyle :

    sayfa 1
    sayfa 2
    sayfa 3

    1991'de kapanan üssün emeklileri bugün karadeniz turlarıyla yaldır yaldır sinop'a geri dönüyor. mail gruplarında gördüğüm kadarıyla herkes çok özlüyor. dünyanın öbür ucu seattle'dan bile gezi tur planı yapan yaşlı asker emeklisi amcalar teyzeler var. bu insanlar kendilerince mahrumiyet bölgesi sayılan bir yere neden dönüyorlar? ne çekiyor bunları?

    bu durumda olayın çocukluktan kaynaklanmadığı, sinop'un özel bir çekim gücü olduğunu falan düşünme arifesindeyim. kara kule serilerindeki kule veya gül gibi. niye orada olduğunu bilmediğiniz, orada olmasından memnun olduğunuz, anılarınızda ondan asla kaçamadığınız, aslında hiç de kaçmadığınız, yıllarca sonra hala rüyalarınızda caddelerinde gezdiğiniz, sarı kadir'den tulum peyniri aldığınız, pazarında el örme sepetlere baktığınız, sokaklarında deli selma'dan kaçtığınız, yeşil mavi, deniz ve balık kokan rüzgarlı yer.

    dönünce ne bulacağımı bilmiyorum. bir gün ceketimi alıp gideceğim tabii, ama sanırım öyle bir yolculukta en azından yalnız olmalıyım. en iyi arkadaşınıza, eşinize bile durup dururken sokaklarda birden niye ağlamaya başladığınızı anlatamazsınız zira. neyin var falan derler.

    sanki ben biliyorum.