sabri sarıoğlu'nun sarbi olma hikayesi

  • sabri sarıoğlu'nu yakinen tanımıyorum. yalnız hakkında bildiğim yegane şey; 1999 yılında kuzenimin okuldan nefret etmesini sağlayan 1 milyon etmenden sadece biri olduğu gerçeği. ufak tefek olmasına rağmen inanılmaz agresif tavırlar sergilemesi. ki bu agresif tavırlar öyle elini 90 derece açıyla kaldırıp dayılanmak suretiyle değil, kafa göz dalmak şeklinde gerçekleşiyor. bacak kadar boyu var, türlü türlü huyu var kabilinden bir tip işte.

    aralarında geçen husumeti ise anlatmayacağım. zira şu saatten sonra hiçbir önemi yok. en nihayetinde çocuk denecek yaştaydılar. bu sebepten tatsız kısımları sessizlikte bırakıyorum. bilmemiz gereken şey; kuzenimin yeni nakil olduğu okulda yeni arkadaşlarıyla birlikte benimkine benzer sorunlar yaşadığı ve bazı arızalı tipler yüzünden bu eşiği atlatamadığı.

    bu kısa girizgahın ardından dilerseniz 5 yıl sonrasına, hikayenin en civcivli kısmına ışınlanalım.

    2004 yılında formaya isim yazdırma işini uluorta gerçekleştiremezdiniz. hem maliyetli, hem de yaygın olmayan bir işlemdi. şimdi baskı var, baskı var. profesyonel bir iş istiyorsan makineyi ona göre temin edeceksin. yine o dönemde bu işlerin piri diyebileceğimiz kulüp tartışmasız fenerbahçe idi. fenerium çatısı altında layıkıyla bu hizmetler görülürdü.

    galatasaray özelinde böylesi nitelikli bir yapılanma zaten hiç varolmadı. en azından ben denk gelmedim. sağolsunlar her sene yeni bir malzeme sponsoru bela ettikleri için! taraftar bakıyor; kadro çöp, futbol sıfır, formalar leş! bırak isim yazdırmayı kimsenin lisanslı ürünlere dokunası dahi gelmiyor.

    28 şubat 2004, büyükbabam elime kamil koç biletini tutuşturup sordu; "istanbul'a amcanlara gitmek ister misin?" bileti kendisi için almış. ancak şimdi hatırlayamadığım bir sebepten ötürü gitmekten vazgeçmişti. sanırım son anda amcamla takışmışlar. bileti iade etmek de istememiş. anlayacağınız elime açık çek tutuşturdu. ben de anında bozdurdum.

    29 şubat 2004, istanbul'dayım. okuyarak bir baltaya sap olamayacağımı bildiğim için kafayı spor mağazası açmakla bozmuşum. amcam'ın da hali vakti yerinde. büyükbabam, babannem üzerinden boyuna fiştekliyorum; "amcama söyleyin bana dükkan açalım, sportif şirket kuralım." hayatın gerçeklerinden uzak, toz pembe hayaller peşindeyim.

    ertesi gün avrupa yakasında ismini cismini ilk kez duyduğum bir avm'ye gittik. çok büyük bir spor mağazası. her markadan istediğiniz ürünü bulabileceğiniz muazzam bir işletme. sahibi de amcamın lise arkadaşı, kosovalı lakaplı bir adam. aldı bu kosovalı beni karşısına, başladı anlatmaya;

    "işletmecilik öyle dışarıdan göründüğü gibi değildir. her gün kapıyı şu kadar borçla açıyoruz. şu kadar vergi veriyoruz, bu kadar kira ödüyoruz" konuştu konuştu konuştu. ben dinliyormuş gibi yapıyor arada bir kafa sallıyorum. baktı ikna olacak değilim; "zafercim yeğeni bana bırak" dedi ve bendeniz bir günlüğüne mağaza müdür yardımcısı oldum! lakin herifçioğulları insan ilişkilerimin sıfır olduğunu sezdiği için müşterilerden uzağa, hatta bankonun da gerisine, işin mutfağına postaladı.

    mal vuruyorum, stok giriyorum, yerleri süpürüyorum, damacana taşıyorum, kahve kupası yıkıyorum derken kapı bir açıldı abi. sarı-kırmızı kravatlı, zengin yüzlü, kelli felli abiler içeri daldı. gayet cool, hali vakti yerinde elit kişiler bunlar. çok da tanıdık simalar. yalnız herkese insan canlısı değiller! bir kez suratıma dahi bakmadılar. ben de hiç adam görmemiş gibi gözlerinin içine içine bakıyorum. neyse efendim hemen ardından 3 koli malzeme geldi. tahmin edeceğiniz gibi... hepsi galatasaray!

    3 gün sonra villarreal maçında giyilecek orjinal maç formaları. en geç gece yarısına yetişmesi gerekiyor. isim ve numara baskıları yapılacak ve birkaç detay eklenip teslim edilecek. yapılacak işlem bu. abi aldı mı beni bir heyecan? nabzım balık ayhan gibi başladı ritim vurmaya. gayet iyi niyetli ve istekliyim.

    devasa büyüklükte yazıcıya benzeyen bir makinenin başına geçtik. elimizde futbolcuların isim ve numaralarının yer aldığı bir liste. önce yazıcıdan çıktı alıyoruz, sonra kesme biçme işlemi yapan başka bir alet, en nihayetinde fotokopi makinesini andıran (ütü de diyebiliriz) press uygulayan başka bir cihazla baskıyı uyguluyor, katlamadan paketliyoruz. olayımız bu. aslında bir şey yaptığım yok. sadece yardım ediyorum.

    mondragon, prates, ümit karan, hakan şükür derken sıra sabri efendi'ye geldi. tabi o ilk heyecanlarım yatıştı. bayağı bir uzmanlaşmaya başladım. "böyle yapılır bu işler" triplerindeyim. neyse uzatmayalım sona geliyoruz. ne olduysa oldu yazıcı da bir sorun çıktı. eleman girdi makinenin içine kurcalıyor ediyor. ben de bilgisayarın önünde bekliyorum. diyalog aynen şöyle;

    - yeğenim olayı kaptın değil mi?
    - sistemi tanıyorum abi. ozalitçi'de bile kendim alırım çıktıları.
    - okey, ben yazdır deyince ateşle.
    - tamam abi.
    - yazdır.
    - (tık tık)
    - yazdır.
    - (tık tık)
    - yazdır.
    - (tık tık tık tık)

    elemanın sonuncu yazdır komutuyla çıkardığım yazı "sabri" değildi arkadaşlar. ve itiraf ediyorum ben yaptım. bilerek ve isteyerek yaptım. kuzenim için yaptım. kendim için yaptım. türk futbolu için yaptım. ama inanın o anlık bir hareketti ve kesinlikle planlı bir şey değildi. sonrasında olacakları asla tahmin edemezdim. sadece yapıverdim işte.

    ne kesim, ne de baskı safhasında kimse bir şey fark etmedi. evet baktılar, evet her aşamayı bizzat yönettiler. evet hepimiz oradaydık. lakin kimse yazıyı fark etmedi. garip ama gerçek. ben de ağzımı açıp tek kelime etmedim. işi eksiksiz bir şekilde bitirip formaları teslim ettik.

    3 mart 2004 gecesi sabri sarıoğlu sahaya çıkana dek ne malzemeciler, ne fatih terim, hiçbir allah'ın kulu bu garipliği hissetmedi. hatta maç esnasında dahi fark etmediler. ikinci yarı oyuna dahil olan sabri sarıoğlu 45 dakika sahada kaldı ve galatasaray maçı 3-0 kaybetti.

    son söz;

    sabri sarıoğlu ben sarbi yazdığım için sarbi olmadı. o zaten sarbi idi. ben sadece malumun ilamına vesile olmuş oldum. zira hepiniz oradaydınız. ama hiçbiriniz fark etmediniz. fark etseydiniz banane! ben ne yapayım? o yüzden asla kendimi suçlu hissetmiyorum. vicdanen rahatım.

    tüm bu anlattığım saçmalıkların dışında kendisini insan olarak severim. lakin eleştiririm de. hem sarbi yazsa ne olur? semra yazsa ne olur? eminim reyiz'in de umrunda değildir. sonuçta ferrari'ye o biniyor. 1500 lira maaşla ben çalışıyorum.

    çok da güzel yapmışım bence.