sömürü

  • [ lüzumsuz kısım: kişisel atışma

    süleyman demirelin kayıp torunlarıyla tartışmaya girip de psikolojik hasar almamak mümkün değil.

    5 ayrı şey söylüyorsun, birine takıyor.
    bunun pedantik olduğunu açıklıyorsun, umursamıyor.
    cevap veriyorsun, sallamıyor.
    normal bir üslupla yazıyorsun, saldırgan bir üslupla tepene biniyor.
    katkı yapanlara teşekkür ediyorsun, katkı yapmadan gelip seni ukalalıkla suçluyor.
    "saçmaladım" diyorsun, "saçmaladım desene, ama yemez tabii" diyerek mavi ekran verdirtiyor.

    bu bana meşhur bir lafı hatırlattı:
    "that terminator is out there! it can't be bargained with. it can't be reasoned with, it doesn't feel pity, or remorse or fear. and it absolutely will not stop, ever, until you are dead" -22.yy marksist kuramcısı kyle reese ]

    *
    *
    *

    ilk kısım: liberal ekonomik politikalar lehine

    bu fantastik iletişimsizliğin tek yararı, 1-2 saat ayırıp bölük pörçük duyduklarımı bir araya getirmek oldu. kapitalizm sürecinde, özellikle görece modernserbest girişim kısmı sonrası, çeşitli toplumların hayat standardındaki değişimler:

    *

    1) geriye doğru gidelim. modern zamanların en bariz örneği çin:

    liberal politikalar öncesi ve sonrası, 1990 sabit dolarıyla yapılan üretim kıyası

    1980-2010 arasındaki 30 senede, 680 milyon çinli aşırı fakirlikten çıkarılmış (dünya genelinde 1 milyar insan). bu rakamlar alım gücüne oranlı, yani pahalılaşan hayatı dikkate alıyor. bir yandan gelir adaletsizliği artarken, diğer yandan çin'in sefalet oranı %85'den bugünkü %10'a iniyor. bu dünya tarihindeki en büyük toplu sınıf atlaması.

    *

    2) güney kore bu hareketi biraz daha önce yapmıştı:

    65'tan sonraki değişim müthiş (yine alım gücüne oranlı)

    kore örneği, dünyada eşine az rastlanır kontrollü bir deney gibi çünkü kuzeydeki komşusuyla karşılaştırmak mümkün. başlangıç noktaları aynıyken 70 sonrası fark devasa. halbuki ayrılık sonucu iki ülkede ilk 25 sene aynı hızda büyümüşlerdi. yani fark ayrılma noktasına değil, liberal ekonomik politikaların başlangıcına denk geliyor.

    bugün geldikleri noktada ise en ilginç bulduğum kısım, kuzeylilerin boyunun 4 santim, yaşam sürelerinin ise 12 yıl kısa oluşu. aynı genetiğe sahip olduklarından, bu fark kötü beslenmeye yorulabilir.

    iki korenin gece uzaydan görüntüsü belki de en açık fark. o sayfada ve bu sayfada iki koreyi karşılaştıran kitaplardan bahsediliyor.

    *

    3) doğu almanya ve batı almanya farkı, kore örneğine benzer biçimde, planlı ekonominin serbest piyasa ekonomisiyle karşılaştırılmasının kontrollü bir deneyi gibi.

    kore'nin aksine, almanyaların birleşmesi, bir deney şansı daha doğuruyor. birleşme sonucu doğunun durumu iyileşse de aradaki fark o kadar açılmış ki zamanında, 25 sene geriden geliyorlar

    *

    4) bunların da öncesinde japonya örneği var. 2. dünya savaşı sonrası, endüstriyelleşmeyle ve iç pazarı koruyan bir takım önlemler eşliğinde dünya pazarlarına açılarak, %10 üzeri gelişme rakamları yakaladılar ve 60'larda ekonomi neredeyse 10 kat büyüdüğü için dünyanın en büyük 2. ekonomisi oldular.

    *

    5) daha da geriye gidelim:

    son 200 yılda dünyanın çeşitli bölgelerindeki üretim artışı (normalize edilmiş). senelik binde 2'lik gelişmeler, %2'lere çıkıyor.

    son 200 sene boyunca sefalet içinde yaşayanların yüzdesi (normalize edilmiş). dünya genelinde %90+'lardan %20'lere düşmüş, hem de nüfus 1 milyardan 7 milyara çıkarken.

    *

    6) eski analizlerde gsmh tahmini yerine "ortalama bir işçi x alabilmek için kaç saat çalışmalı" gibi bir parametre kullanılabilir.

    şurada görüldüğü üzere örneğin 100 sene önce bir bisiklet 260 saatlik emekle alınırken, şimdi bu rakam 7, yani 36 katlık bir alım gücü artışı var.

    *

    7) buradaki karşılaştırmalı örnek daha ilginç, çünkü basit değil. 1450-1912 arası, değişik meslektekilerin ekmek alım güçleri var (sadece ingiltere için). endüstriyelleşmenin uzun sürecinde önce alım gücü düşüyor, ancak viktorya döneminin sonunda eski haline geliyor. aradaki dönem sanırım hem sosyal politikaların kimseyi korumaması, hem de artan nüfus yüzünden, ortalama alım gücünü epey düşürmüş. tabii grafiğin bittiği 1912 sonrası ilerleme çok daha fazla.

    *

    8) ekonomik verilerin ötesine geçip, global ölüm oranlarına bakınca değişim daha bariz. her doğan 1000 çocuktan 300-500'ü ölüyor asırlar boyunca. yani ortalamada her aile, en az bir çocuk kaybediyor. bu sadece tıpla alakalı değil, özellikle kötü hasat dönemlerinde oran artıyor şaşırtmayacak biçimde. bugün oran 1000 doğumda 5'in altında çoğu yerde. 100 katlık bir gelişme var.

    *

    9) son olarak, "krallar ve ruhban sınıfı pasta yerken, kalanların ekmek bulamaması" lafımı sembolik halde bırakmayayım, bunu kelime anlamı içinde de destekleyelim:

    burada tam da bunun karşılaştırması var, 1800 ingiltere'sinde tepedeki %10, aşağıdaki %10'dan neredeyse 3 kat fazla kalori tüketiyor. bu %300'lük fark, bugün %10'un altında. ironik olarak en çok kalori tüketen kesim artık zenginler değil, orta-alt sınıf.

    1800'lere dönersek, sorun sadece dengesizlikten ibaret değil. fakirlerin kalori tüketimi o kadar az ki, toplumun %20'si iş yapmaya yetecek enerji alamadığından iş gücünde bile değil. verimsizliğin daniskası.

    burada son 300 senenin günlük kalori alımı değişimi var.

    buradaysa son 700 senenin normalize edilmiş buğday fiyatları.

    *

    edit 1: "700 sene önce buğdayın kullanım şekli aynı mıydı"
    son 100 senedeki düşüşe de bakabilirsiniz.

    edit 2: "1800-2000 arası veriler işe yaramaz. çünkü zaten 18.yy'ın o boktan şartlarını, kapitalizmin önceki evresi olan merkantal kapitalizm yaratmıştır 15.yy'dan beri"

    ilginç ama ilkin ampirik olarak yanlış: verileri, verdiğim ölüm oranlarıyla da korele edebiliyoruz ve bu da epey geriye, 15.yy öncesinde gidiyor. mesela roma imp'da ortalama ömür 25 yıl idi bebek ölümleri hesaba katılınca. ortaçağ ingilteresinde veya islam dünyasında bu rakam değişmiyor. hatta dünya genelinde 1800lerde dahi değişmiyor. ama son 100 senede, ortalama ömüre tam 35 sene eklemişiz. ki zaten bunun daha kontrollü bir karşılaştırmasını kuzey-güney kore örneğinde yapmıştık.

    ikincisi, bu mantıken de yanlış bir savunma: açlık ve ölüm erken kapitalizm ile artmış olsaydı bile, önceki eksilerini kapatıp, son 200 yıldaki haliyle artıya geçmiş olabilir. 1800-2000 arası veriler bunun için önemliler. hele hele kapitalizme geçişi geç yaşamış ülkeler için. zaten bu yüzden 9 farklı zaman aralığından, 9 değişik örnek verdim.

    *

    not 1:
    zamanda geriye gittikçe liberalizm ve kalkınma arasında bağ kurmak güçleşiyor. geçmişte hem veri az, hem de bu ilerlemelerde pay sahibi olan bilimsel devrim, endüstriyelleşme, küreselleşme, demokrasi ve kapitalizmin değişik evreleri arasında ayrım yapmak güç. hepsinin arasında yumurta-tavuk ilişkisi var. çin, kore, singapur, dubai, rusya gibi modern örneklerde ise korelasyon kuvvetli, çünkü sermaye-ticaret-mülkiyet serbestliğinin etkisini diğer etmenlerden izole etmek mümkün.

    not 2:
    bu sayısal kıyaslar aslında buzdağının görünen kısmı. çünkü sadece iki çağda da varolan şeyleri kıyaslayabiliyoruz (bebek ölümleri, bisiklet, ekmek, vs). oysa asıl fark, ortaya çıkan yeni şeylerde: 15. yy'da yaşayan bir köylüyle aynı kaloriyi alıyor olsaydık bile, internetin veya ucuz havayollarının hayatımıza katkısını ölçemeyiz.

    *
    *
    *

    ikinci kısım: liberal ekonomik politikalar aleyhine:

    önceki tartışmalar sebebiyle, bu yazıda liberalleşmenin yarattığı pozitif farka odaklandığım için, aşırı yanlı bir intiba bırakmış olabilirim. şöyle dengeleyeyim:

    1) verdiğim örneklerde zart diye liberal politikalar benimsenmedi, onun yerine merkantalist (koruyucu) politikalardan kademeli geçiş yasandı. böyle olamadığı zaman, dış sermaye ve know-how, senin üretici konumuna geçmene engel oluyor ve sömürü artıyor.

    *

    2) serbest piyasanın yararları gelişmiş ülkelerde azalıp (diminishing returns) tersine dönüyor. sosyalist poitikalarla dengelenmemiş abd buna güzel bir örnek. bayağı sistemik sorunlar var:

    -artan gelir adaletsizliği sosyal bağları koparıyor.
    -tamamen piyasa mekanizmasına bağlı medya milleti aptallaştırıp kutuplaştırıyor.
    -cezaevlerinin özelleştirilmesi, ceza hukukunu mahvediyor (uyuşturucu reformunu geciktirerek de azınlıkları yoksulluğa mahkum ediyor).
    -zamanında demokrasiyle özdeşleşmiş piyasa, artık demokratik kurumları temelden sarsıyor (anayasa mahkemesinin citizens united kararı bir milat).
    -ve ironik olarak, asalak bir finans kastının tüm hataları sosyalize ediliyor (bailoutlar yoluyla), ki bu devasa bir sömürüdür. bu yüzden benim oyum demokratik sosyalist bernie sandersa.

    *

    3) sosyal devlet politikalarıyla yama yapılsa dahi, bence ne yazik ki teknolojik gelişme yüzünden, yukardaki trendler hızlanarak devam edecek.

    işçiliğin commodityleşmesi şimdiki zamanın sorunu, ama yapay zeka sayesinde, şu ana kadar değeri düşmemiş iş kollarının da tamamen yokolması geleceğin sorunu. bu zamana kadar, piramit giderek sivrileşse de, tabanın toplam hacmi de büyüdüğünden "toplum kalkındı" diyorduk. fakat işsizliğin gerçek bir tehdit olacağı bu yeni dünyaya geçişimizi mevcut malvarlığı dengesiyle yaparsak (en zengin 62 kişinin dünyanın yarısı kadar varlığa sahip olması gibi) üretim artışı tamamen tepeye gitmekle kalmayacak, piramidin tabanı da daralacak.

    *
    4) piyasa ekonomisinde gezegene verilen zarar fiyatlanamadığından, yok sayılıyor. geniş çapta çevre sorunları, kollektif regulasyona karşı olan neoliberal ve liberteryenlerin en büyük çıkmazı.

  • bunun sadece kapitalizmle, liberal ekonomi politikalariyla ilişkilendirilmesini anlamıyorum. ekonomik sömürüyü bunların ortaya çıkardığı sanılıyor nerdeyse.

    4500 sene önce piramitleri yapan işçiler de sömürülüyorlardı.
    roma lejyonlarını beslemek zorunda olan mısırlı çiftçiler de.
    toprak sahibi olamadan, derebeyine sürekli kira ödeyerek yaşayan köylüler de.

    marx bile buna dikkat çekiyor. onun derdi şu ki, kapitalist toplumlardaki sömürü, ekstra emeğin zorla bir başkasının cebine aktarılmasından ziyade, serbestçe, karşılıklı anlaşmayla yapılıyor.

    fakat bu açıdan herhangi bir ticareti sömürü olarak görmek mümkün: hindistan'da çay üreten işçilere 10 para verirken, bu çayı ingilterede 100 paraya satıyorum. bu bir sömürü. işçiler normalde 1 para kazanacakken, dışardan getirdiğim kapital ve aldığım risk sayesinde 10 para kazanıyor olsalar dahi, o işçilere "ihtiyaçlarından fazlasını" vermiş olsak bile bu sömürü oluyor.

    ben ingiltereye sattıktan sonra, oradaki adam abd'ye 200 paraya satarsa ben de sömürülmüş oluyorum (benim de aldığım riskin ve yönetim emeğimin bir fiyatlandırması olmalı).

    borsadaki her işlem de bir sömürü denemesi. zira birisi sahip olduğu bir hisseyi (o hisseyi biriktirilmiş emek olarak görebiliriz) x fiyattan satınca, bunun kar getireceğini düşünerek satıyor. alan da tam tersine bunu o fiyattan almanın kar getireceğini düşünerek alıyor. bu asimetri birinin sömürülmesi demek. iki taraf eskisine nazaran daha iyi duruma gelse bile (win-win), birinin eline geçen şeyin içine gömülmüş emek, o şeyi almakta kullandığı emekten fazla olduğu için, diğerini sömürmüş oluyor.

    ***

    ben bu konunun kuramının detaylarını pek bilmiyorum, ama günlük hayatta düşünmeden sıkça tekrarlanması ilgimi çekiyor. mesela türkçe'de sömürge dendiği zaman hemen kafamızda bir resim canlanıyorken, ingilizcede koloni ile exploitation arasında böyle direkt bir bağ yok. bizim kafamızda canlanan şey hep negatif ve aynı derecede negatif. oysa bir avrupalının güney amerikaya gidip ellerindeki gümüşü yok pahasına almasıyla, aynı avrupalının ortadoğudaki petrolü ucuza çıkarması farklı durumlar. (ikisinde de silah zoru olmadığını farzedelim, yoksa örnek tüm ilginçliğini kaybediyor, marx öncesi bilindik sömürü teorisine geliyoruz)

    ilkinde gümüş, iki toplumda da kullanılan ve dolaşımda olan bir madde. avrupalı bunu ucuza alıyor, karşılığında az sayıda at, avrat, ve silah vererek. durum win-win ama avrupalının "kar marjı" daha yüksek, çünkü o gümüşle gidip çin'den dünya kadar ipek alabilir, saraylar yaptırabilir. kızılderili aldıklarıyla o kadar avantaj sağlayamaz kendine.

    petrol ise sadece endüstriyel toplumlar için değerli ve çıkarmak için bilgi birikimi artı sermaye gerekiyor. toprak sahibi arapta bu gerekenler olmadığı için o petrolün değeri sıfır, hatta negatif. şunu diyebilir: "ben 50 sene sonra bunu çıkarıp kullanabiliecek duruma geleceğim, sense şimdiden benim geleceğimden çalıyorsun". buna karşılık da avrupalı bir pay verir. bu durumda arabın "kar marjı" daha yüksek olabilir. sonuçta avrupalı çok düşük marja da evet demek zorunda çünkü kendi kaynağı yok zaten. arap ise hiç bir şey yapmadan para kazanıyor, hele ki rezervler çoksa ve ve zamanla o payı (royalty) yükseltme şansına sahipse. (tarihsel olarak olaylar farklı gelişti, burada farazi konuşuyorum)

    farazi örnekleri bırakalım: bugün afrika'ya yatırım yapan kapitalistlerin sermayesiyle kendi kendine yeter hale gelebilen köylüler, klasik emek teorisine göre sömürülüyorlar ama liberal ekonomi politikalarının (kapitalin serbest dolaşımı, emeğin piyasada fiyatlandırılması, mal sahibi olabilmek) olmadığı bir dünyada durumları nasıl olacaktı?

    "beyaz adam" tarafından 10 birim sömürülmek mi daha iyi (ürettiğin emek fazlasının 10 farkla başka yere satılması mı), birbirini 1 birim söğüşlemek mi? ikincisinde sömürü az ama gelişme yok. bıraksan 1000 sene daha öyle devam edebilir. son 100 senede üretim katlanarak arttığı için ve büyüyen pastanın çoğu ufak bir azınlığa gittiği için midemiz bulanıyor ama liberal politikalardan önce sadece krallar ve din adamları pasta yiyebiliyorlar, kalanı ekmek bulamıyordu.

    not: bunları, konunun ilginç olduğunu ve klasik teorinin yetersizliğini [burada hatalı olduğum altta açıklamış arkadaş] göstermek için yazıyorum. yoksa mevcut politikaların savunusu olsaydı, mesela son örnekte "either-or fallacy" (gerçekte varolmayan bir ikilem) yapmakla eleştirilebilirdim.