rakı masasına beraber oturmak istenen tarihi kişi

  • mustafa kemal atatürk, evet. ama dur orada heyecanlı genç, şükela yahut çok kötü vermeden önce oku. zira bu entry atam biraz da senden prim kasam entrysi değildir. gerçekten cevabını çok merak ettiğim bir soru var. onu sorardım. büyük ihtimalle de anlatması 8-9 saat sürerdi.

    merak ettiğim şey şu. bir devlet düşünün ki yıkılmak üzereyken karşısına dünya nüfusunun yarısından fazlasını almış. (fransa ve ingiltere) üstüne de yetmemiş, bu devletin kaderi tek bir savaşa kalmış. çanakkale savaşı. kimse bu devletin savaştan sağ çıkmasını beklemiyor. düşmanları paylaşma planları yapıyor, müttefiki ise üzerindeki yükü azaltmak için piyon niyetine kullanıyor.

    dönemin en güçlü devleti ingiltere, çanakkale'ye kendinden emin bir şekilde geliyor. dünyanın en güçlü donanması, ve oldu ki bir şeyler aksi gitti, üzerinde güneş batmayan imparatorluğunun binlerce yerinden getirebileceği milyonlarca asker çıkarma yapmak için emrine amade.

    ve bu devletin bir albayı, o sırada anafartalar'da gece saat bilmemkaçta latin alfabesine geçişin taslakları üzerine çalışıyor. yıl 1915 amına koyim ya 1915. at bunu cebe.

    sonra imparatorluk savaştan ağır bir yenilgi ile ayrılıyor, ve idam ipini boynuna geçiriyor.

    ama yetmiyor, bu albay ve silah arkadaşları ordunun bütün teçhizatını el altından halka dağıtıyor. istifalar ardı adına geliyor, ve yıllarca sürecek olan kurtuluş savaşı başlıyor.

    ancak her şey umulduğu gibi gitmiyor. arkasına dünyanın en güçlü devletlerini almış olan yunan ordusu eskişehir'i geçiyor. hem de öyle bir geçiyor ki, çatışma sesleri meclisten duyulmaya başlıyor ve meclisin kayseri'ye taşınması konusunda çok güçlü sesler yükseliyor.

    yaz kenara, bu bir dediğim madde vardı ya. oradaki albay napıyor peki şu anda? kurtuluş savaşını yöneten meclisin başkanı olarak, gece gündüz silah arkadaşlarıyla harita üzerinde tartışıyorlar - mı acaba? ne yazık ki hayır. bu adam, emperyalizmin bütün kaynaklarını akıttığı kukla ordu ülkesinin göbeğindeyken, silah sesleri meclisten duyulurken, adında idam fermanı ve "katledilmesi farzdır" fetvası varken, nüfuzu ondan kat kat yüksek eski bir orgeneral batum'da "dur bi yunan tokatlasın da ben gelip başa geçeyim." diye beklerken; gidiyor birinci maarif kongresi'ni topluyor. yalan yok, ben kazım karabekir olsam, fevzi çakmak olsam "ya mustafa ne diyon allasen derdini sikeyim senin ya. her kuşu siktik bi leylek kaldı." derdim. bunu da ikinci madde olarak yaz kenara.

    ben osurmadan önce bile planlayan bir adamım. z harfine kadar planlar yaparım, çıkabilecek aksilikleri hesaplarım. hangi sıkıntı durumunda ne yapacağımı düşünürüm. o yüzden mustafa kemal atatürk'ün kendinden bu kadar emin bir şekilde planlarını uygulaması benim çok ilgimi çekiyor. dünyanın en güçlü donanması 10 kilometre ötesindeyken çadırda oturup vakti gelince (belki vakit tahmini bile vardır, kim bilir) uygulayacağı alfabeyi planlayan bir adamdan bahsediyoruz. uğraşmıyor, çabalamıyor, plan yapmıyor; adeta önceden yazdığı bir tiyatro oyununun oynanmasını seyrediyor gibi.

    uzun lafın kısası, soracağım şey şu olurdu. hangi noktada hiç planlamadığı şeyler gerçekleşti? ne zaman aklındakilerin gerçekleştirilebilirliğinden şüphe duydu? bu sorunları çözme süreci nasıl gerçekleşti?

    benim sadece tek bir tahminim var. atatürk gördüğüm en makyavelist liderlerden birisidir, hatta belki en makyavelist olanıdır. saltanat, hilafet, din, milliyetçilik; her şeyi amacı uğruna harika kullanmıştır, ve hepsini vaktine sırasına göre planladığı da aşikardır. ancak şurada, halk acaba bunu duymaya hazır mıydı?

    bundan başka planlarında tek bir hata göremiyorum ben. görememe sebebim elbette önüne sorunlar çıktıkça planını daha da mükemmelleştirip o sorunu ezip geçmesiydi, evet. ancak o aşamaları, çok daha da önemlisi planının ilk halini çok merak ediyorum. asıl idealini gerçekten merak ediyorum.

    --- spoiler ---
    izmir’e girdikten sonra üzerinde sivil elbise, bir kaç arkadaşıyla kramer palas oteli’ne gelirler. salona girerlerken, rum bir garson dikilir! “yerimiz yoktur efendim” der. mustafa kemal, “canım şöyle bir köşeye sığışsaydık...” bozuk türkçesi ile garson direnir. “mümkünsüzdür efendim yerimiz yoktur...” o sırada müşterilerden biri onu tanır, “mustafa kemal paşa!” diye bağırınca herkes fırlar alkışlar, çığlıklar yükselir. bu sefer aynı rum garson: “emriniz paşam!...” diye sorar. gazi, garsona: “kral kostantin izmir’e geldiği zaman buraya oturup bir kadeh rakı içti mi?” diye sorar. “hayır paşa efendimiz.” “yazık” der mustafa kemal, “öyleyse neden izmir’i almak istemiş” diye ilave eder.
    --- spoiler ---

    edit: hee-hee prim kasmıyorsun diyen dalyarak, prim kasmak istesem o saatte mi girerim lan?