pişmanlık

  • bir dönem buraya uzun uzun çektiğim acıları yazdığım bir ilişkim olmuştu. o zaman ego kırılmasını acı mı sanıyordum bilmiyorum ama fiziksel olarak hissediyordum acıyı.

    yaşadıklarım o kadar saçmaydı ki, insan hani bir şey yaşadıktan bir süre sonra "ulan ne saçmaymış" aydınlanması yaşar; ben daha tartışırken aydınlanıyordum, "ne kadar saçma bir şey şu an yaşadığım" diye. ama orada duruyordum, bütün o saçmalığı idrak ederek duruyordum. çünkü karşımdaki için sebepler yaratmak benim en güçlü yanlarımdan biri. sokaktan geçen adam bana tokat atsa tokadın etkisiyle yüzümü ovuşturup bunu neden yaptığına dair sebepler taramaya başlarım zihnimden. gerçi ben de onun burnunu kırarım ama olsun, sebepleri anlamak benim için önemli.

    misal bir kavga hatırlıyorum. çalıştığım şirket güneşli'de bir plaza yaptırıyor, patron da parti parti herkesi binaya götürüyor gezdirmeye, herhalde gövde gösterisi için, bilemiyorum. o gün de bir on beş kişilik mühendis kadrosu olarak bizi götürecek, ben de erkek arkadaşıma haber veriyorum, ataköy'de oturuyor, işim bitince direkt eve gelirim erken olur herhalde diyorum. ama planladığım gibi olmuyor, bizim plaza gezisi uzuyor. patron diyor ki herkesi yemeğe götüreceğim, durum icabı davete icabet etmek durumundayım o an. kaldı ki bulunduğumuz yerde taksi durağı, toplu ulaşım şansı vs yok, el mahkum göt gardiyan şirket arabalarından biriyle geri döneceğim. yine haber veriyorum ben yemeğe kaldım, bir saat sonra gelmiş olurum sen yemek için beni bekleme diye.

    yemek faslı vs bitiyor, kalkıyorum ben uygun güzergahtaki arabalardan birine biniyor ve yolda haber veriyorum, eve doğru geliyorum diye. "tak" bir telefon, hemen in o arabadan! neden diyemeden, "nedeni, niyesi yok hemen ineceksin ben geliyorum oraya doğru" diyor. arkadaştan rica ediyorum benim inmem gerekiyor diye, onların şaşkın bakışları eşliğinde yenibosna'da e-5'in ortasında iniyorum arabadan ve orada bekliyorum. niye beklediğimi bilmeden 45 dakika boyunca bekliyorum. ne çeşit bir salak neyi beklediğini bilmeden aralık soğuğunda otoyolun kenarında birini bekler? ben bekliyorum.

    sinirden yolu karıştırmış, o yüzden o kadar çok beklemişim. soğuktan artık elim ayağım hissizleşmiş bir halde duyduğum ilk açıklama şu; "senin patronların mı belirleyecek bizim yemek yeme saatimizi, zaten ne diye çalışıyorsun anlamıyorum." buraya bir parantez açmam lazım, kendisi hekim ve ailesi çok varlıklı. ben o zaman kendisinden daha fazla maaş alıyordum ama tabii onun babasının desteği ile benim maaşım kalıyor devede kulak. işimi daima küçümserdi. dedim ki, "an la mı yo rum." allah belamı versin şöyle dedi bana, "bu benim için hayal kırıklığıdır. bir keresinde dayım beni x bir yere götüreceğini söylemişti ama gelmemişti ve ben onu hiçbir zaman unutmadım. sen de bana erken geleceğini söyledin ve gelmedin. bunun yarattığı hayal kırıklığını sen asla anlayamazsın."

    hahahhasiktir yaa, bana bunları söyleyip beni terk edecekmiş meğerse onun için "in" demiş bana arabadan. o gece ve takip eden üç gün boyunca benim ateşim düşmedi. bunu başta aldı bir göt korkusu, ateşimi ne yapsa düşüremiyor her saat başı hastanedeyiz. ciddi bir şey olmadığını anlayınca gözlerinde eyleminin sonucuna dair mutluluğu gördüm. çünkü onun için bir insanın onu beklerken hasta olması bir başarıydı, bundan sonra hayatına girecek bütün kadınlara anlatılacak bir zafer.

    bu sadece bir tanesi, bunun gibi belki yüzlerce şey ve ben her seferinde "insan yaşadıklarından değil yaşamadıklarından pişman olurmuş" mottosuyla onun için, onun adına türlü sebepler (bahaneler) uydurup gidip barıştım. gerçekten hangi an nerede vazgeçiyor insan bilmiyorum ama bir pes etme noktası var, artık uzlaşının mümkün olmadığını idrak ettiğin, asla hiçbir olayı benzer şekilde değerlendirmediğini kabullendiğin anlar topluluğu var.

    sonra ben çok pişman oldum. adalet duygumu bunca zedelediğim için, itibar etmediğim fikirlerin karşısında durmadığım için, kendime yaşattığım ve hissettirdiğim her şey için. bütün genellemelerin neden karşısında durmamız gerektiğinin bir tane ispatı daha; yaşadıklarımdan pişman oldum, öyle böyle de değil üstelik.

    sonra bana mesaj attı bir gün. gezi parkının o kutlu büyüsüne kapıldığım günlerdi. mesaj attığını görüp bir saat kadar daha biber gazından kaçtım, unuttum bile mesaj atmış olduğunu. sonra evlendi. sonra yine mesaj attı, bu sefer tersledim. çok rahatlarım sanıyordum bu tersleme anı geleceği zaman, hiçbir rahatlama hissetmedim. pişman oldum, koskoca evrenden böyle sikko bir adalet beklentisi içine girdiğim için. çocuklar ulu orta öldürülüyordu ve evrenin olmayan adaleti onlar için bile işlemiyordu.

    zaman geçti, bunlar artık benim için salaklığıma şaşkınlıktan başka bir şey ifade etmez oldu. geçtiğimiz günlerde ben de evlendim. evlendiğim adam eski ilişkime dair bu ve bunun gibi salakça birkaç şeyi daha biliyordu. geçenlerde bir gün tartıştığımızda bana dedi ki, "ben bu dozda tartışmalara alışık değilim. hayatımda kimse benimle bu şekilde konuşmadı. ama sen alışıksın çünkü kendin anlattın eski ilişkini." anlatmak pişmanlıktır. "ağaca dayanma kurur, insana dayanma ölür." diye boşuna dememişler, insan pişmanlıktır.

    bir üst satırda anlatmak pişmanlıktır tespiti yapan ben, bir sayfa dolusu yazarak hiç tanımadığım insanlara hayatımın en saçma özel anlarını anlatıyorum. insan saçmalıktır.