para bozdurayım derken hayatın kayması

  • dün beyazıt'taki kitap fuarına gideyim dedim. son zamanlarda ilgimi çeken alman yazar bernhard schlink'in kitaplarını inceleyecektim. atladım arabaya gittim gitmesine de baya bi otopark aradım..yok. dönüp dönüp duruyorum ara sokaklarda. sonra 'değnekçi' diye tabir ettiğimiz iki-üç kişi bana bi yer ayarladı ve beş lira istedi. yanımda nakit olarak sadece 200 lira olduğu için çıkartıp "canım şuradan beş lira alır mısın?" falan demek istemedim. sanki nakit yokmuş gibi "dönünce vereyim" dedim. ama birazdan gideceklermiş. "tamam o zaman gelirim şimdi" deyip hemen parayı bozduracak bakkal-çakkal aramaya başladım. ne market ne bişey..hiçbir şey yok. her dükkana sora sora o kadar uzaklaştım ki arabadan..daha geri döneceğim adamlara paralarını vereceğim, sonra tekrar geri dönüp fuara gideceğim. tam umudu kesmişken, yolda şapka satan bi seyyar gördüm. şapkada anlaştık, fiyatta anlaştık ama 200 lirayı görünce çok morali bozuldu adamın. "tezgaha bak geliyorum" dedi aldı parayı gitti. 10 dk..15 dk..20 dk..adam yok. ben ayakta öyle güneşin ortasında tezgahın başında duruyorum. dedim gitti 200 lira. inanılmaz sinirlenmiştim. ne yapacağımı bilemiyordum.. hayır bırakayım her şeyi gideyim şu allah'ın belası kitap fuarına artık ama aklım arabada kalır..parayı getirmedim diye çizerler mizerler. sinirli sinirli şapkaları saymaya başladım. ben de bunun tezgahını çalarım lan o zaman dedim. bir sürü şapka var. 10 liradan cayır cayır satarım hepsini. önce bi garip geldi ama böylesine kerizlenmeyi kabullenemiyordum. insanlıktan çıkmıştım. planım şuydu; bi kağıda "10 lira" yazıp tezgahın önüne koyucam..bir tane sattığım an tüm şapkaları toplayıp arabaya gidicem..otoparkı ödeyip şapkaları bagaja koyduktan sonra da koşa koşa fuara. fakat asabım inanılmaz bozuk. gözlerime bakacak bana kalem kağıt verecek bi delikanlı arıyorum bulamıyorum.

    neyse buldum sonunda.."10 lira" yazdım. hiç ilgi çekmedi. yani bir insan bile gelip sormadı. ben hücum olacak sanmıştım. olayın ciddiyetini anlasınlar diye şok fiyat yazdım üstüne. t tam sığmadı, 'şok fiya' gibi bişey oldu. t harfi çok küçük, uzaktan kesinlikle görünmüyor. etraflarına anlamsızca iki tane yıldız yaptım. ama bunları yaparken ağlamak istiyorum. işte o an 'patron çıldırdı'nın tam olarak ne anlama geldiğini idrak ettim. böyle çıldırıyormuş demek ki o patronlar; "10 lira"ya çarpı yapıp "5 lira!!" yazdım iki ünlemli. çıldırmıştım. artık öyle bir noktadaydım ki beyazıt'a neden geldiğimi, neyin peşinde olduğumu, burada iki saattir ne yaptığımı..her şeyi ama her şeyi geçtim. artık en büyük amacım üç-beş lira kazanıp yolumu bulmaktı. kitaplar, fuarlar, yazarlar, imza günleri..hepsi sizin olsun. çok mutsuzdum. aklıma benden daha kötü durumda olanları getirmeye çalıştım. graham bell'i düşündüm mesela. tamam müthiş bir icat yapmış, telefonu bulmuş ama hiç karısıyla veya annesiyle konuşamadı çünkü ikisi de sağırdı. insan sevincini en yakınıyla paylaşamazsa hasta olur. ama açıkçası graham'ın dramı bile kesmedi beni. tamam o da kötüymüş ama ben de kötüyüm abi. ayrıca öyle büyük beklentiler peşinde de değilim ki. işten erken çıkıp biraz kitap koklamak istemişim hepsi bu. bir kız arkadaşım vardı..bir gün bi çay bahçesinde otururken bana bi edebiyat dergisinde çıkan şiirini göstermişti. o gözlerindeki parıltıyı çok parası olan insanlarda göremezsiniz. dünyanın en büyük sevinçleri en küçük beklentilerin içine hapsolmuş hep. tamam bunların, hepsinin farkındayım ve bunların peşindeyim eyvallah ama neticede mutsuzum. yürümekten, sinirden yorulmuş..kaldırıma çömmüşüm. moralim çok bozuk. ağzımdan belli belirsiz küfürle karışık hırıltılar çıkarıyorum. biraz toparlandıktan sonra 3-4 tane şapkayı kafama taktım. bu taktiği küçükken pazarda görmüştüm. bunlarla beraber iki ünlemli "5 lira!!"m da etkisini göstermeye başlamış, çömdüğüm yerden birkaç satış yapmış ve az da olsa teselli bulmuştum. artık en azından cebimde otoparkı ödeyecek beş lira vardı.

    hemen şapkaların hepsini toplayıp bi torbaya doldurdum..tam gidiyordum ki "hayırdır yeğenim?" diye bi ses. bozdurmuş 200 lirayı. tabii adamın kafasında birkaç soru var şimdi; 1- neden tüm şapkalar torbada? 2- neden bu tezgahın önünde "5 lira!!" yazıyor? "abi" dedim, "sen nerdesin ya? parayı alıp kaçtın sandım". "yok yeğenim" dedi.. kimse bozmamış..o da benim gibi yürüdükçe yürümüş, en son bi taksici bozmuş sağolsun. o kadar terliydi ki inandım. sonuç olarak, beş liradan okuttuğum şapkaların da farkını verip totalde baya gereksiz bir ödeme yaparak arabanın oraya doğru yardırdım. otoparkçılar hala oradaydı..arabama zarar vermemiş, beni beklemişlerdi. sanırım kitap fuarını dolaşıp geldiğimi düşündükleri için bi afralar bi tafralar... arkadaşım trip atması gereken biri varsa o da benim ama ağzımı açacak halim yok. meşhur beş lirayı kendilerine takdim ettikten sonra ne yapacağımı düşünmek için arabaya bindim. hayvan gibi yorulmuştum..yapış yapış olmuştum. bir karar vermem gerekiyordu. kapı açıldı, bernhard schlink arabaya bindi, kapıyı kapattı. çok kısa bi sessizlik oldu. benim bir şey dememi beklemeden; "bazen öyle bir an gelir ki, dünya nefesini tutmuş gibi olur. sanki bütün tekerlekler durur, uçaklar ve kırlangıçlar havada asılı kalır... bu anlar çoğu zaman karar verme anlarıdır. sevgili henüz vagonun basamağında durmaktadır. kapılar kapanmadan ona ‘kal’ demek mümkündür. veya vagonun kapısında dururken onun size ‘kal’ demesi mümkündür. bu iki durumda da dünya tıpkı bir insan gibi nefesini tutar" şeklinde çok karizmatik bi giriş yaptı. "bernhard abi çok teşekkür ederim” dedim.. “gerçekten çok klas adamsın ama bu öyle bir an değil abi..hatta ben sizin kitapları incelemek için gelmiştim bugün ama bak sırtıma su içinde..ölmüşüm bitmişim fuarlık hal kalmadı abi bende. lütfen ısrar etmeyin” şeklinde derdimi yakına yakına anlattım. alman bir yazar..okuru kitap fuarına gitmek istemiyor..adam onu cesaretlendiriyor ama nafile..beyazıt bir dakikalığına bile güzelleşemiyor. zaten plastik top satan bir bakkalın bile olmadığı bi yer nasıl güzelleşebilir ki? geçirdiğim onca anlamsız saati düşünüp maddi manevi kayıplarla eve yalnız ve yorgun olarak dönerken aklımda tüm bu yaşananlarla ilgili tek bir soru vardı; "whaddafakizdet?".