muhatap olma çabası

  • hazin bir hastalık. ribbons yıllar önce anlatmış aşağı yukarı nasıl bir şey olduğunu: (bkz: #10266789)

    sözlükte bunun örneklerini verenler, ki örnek olmayı geçtim kitabını yazanlar var bu işin, ve bildiğin hastalar, yani cidden obsesif, cidden yardıma ihtiyaç duyan varlıklar, gitgide daha da ağır hale geliyorlar, ama yapacak bir şey yok. muhatap alarak mı, yoksa almayarak mı hastalığın ilerlemesine katkıda bulunduğunuza karar veremiyorsunuz. bir at sineği gibi sürekli etrafta dolaşıp duruyorlar, muhatap alınmadıkça kendilerini küçültmeye devam ediyorlar, hiçbir zaman bıkmıyorlar, vazgeçmiyorlar. epey ilginç bir psikoloji.

    insan, haysiyetinden bu kadar taviz vermemeli, kendisini bu kadar aşağılamamalı. yani, kendinizce sanal bir kimlik inşa ettiğinize inanıyorsanız dahi, o kimliği bu kadar ezik hale getirmekten haz almak, gayet "gerçek" bir şeylerin tezahürü olabilir ancak. sanal kimlik, trollük vs. diye kendinizi kandırmaktan başka çareniz yok, onu da anlıyorum elbet, kendinize yakıştırdığınız haysiyetsizliği ancak böyle açıklayabiliyorsunuz, anlıyorum. biz halden anlarız, anlamasak bile anlamış gibi yaparız. ama dediğim gibi, o inşa ettiğiniz sanal kimliğin malzemesini, gayet gerçek hamurunuzdan türetmek durumundasınız. yazdığınız her şeyde, kendinize, gerçeğinize dair fazlasıyla şeyi ele vermekten kaçamıyorsunuz, kaçmanıza da imkan yok. gerçek kimliğiniz, sanal kimliğinizden daha "gerçek" değil. ya da, sanal kimliğiniz, gerçek kimliğinizden daha fazla "kurgu" değil. bir pipo resmi, bir pipo olmadığı gibi; piponun kendisi de aslında bir pipo değildir. pipo bir inşadır, piponun özüne hiçbir zaman ulaşamayız, ulaşsak bile bilemeyiz, bilsek bile anlatamayız, anlatsak bile inandıramayız, inansalar bile çaktırmazlar. çünkü belki de, piponun özü diye bir şey yoktur. "pipo" dediğimiz zaman, o olmayan öze sürekli yaklaşan ama hiçbir zaman ulaşamayan, yani limit x pipoya giderken sürekli yolda kalan bir şeylere referans veririz, verdiğimiz referans da, veren de, verilen de, gösteren de, gösterilen de, inşa ettiğimiz gerçekliğin içinde birbirlerine çarpıp durur. ve spinoza'nın dediği gibi, "köpek kavramı havlamaz." ama biz istediğimiz zaman kafamızın içinde o "hav" sesini duyabiliriz kendi kendimize. ve durduk yere havlarsak, mesela rastgele birini arayıp telefonda hav diye bağırırsak, kim olduğumuzu bilmeseler bile, köpek olduğumuzu düşünmezler pek, olsa olsa, pek sağlıklı olmayan bir insan olduğumuzu düşünürler, ama yine de insan olduğumuzu düşünürler. kendimizi "köpek taklidi yapıyorum" diye kandırabilsek bile, kendi "gerçeğimize" dair tahayyülümüzle, telefonda havlayan karaktere dair kurgumuzu birbirinden keskin çizgilerle ayırdığımıza inansak bile, karşımızda yeteri kadar aklı başında ve sağlıklı biri varsa, bunu yediremeyiz, yemezler.

    sanırım alakasız yerlere gittim, zihnim dağıldı, bilincim akıp ziyan oldu. her neyse. burası survivor beyler. burada her şey gerçek. kendinizi kandırmayın, sözlüğe döktüğünüz zihniniz, o sanal kimliğiniz, o kendinizce bilinçli sahteliğiniz, o trollüğünüz, o ezikliğiniz; yemek yiyen, tuvalette ıkınan, bilgisayar başında oturan bedeninizden daha gerçek.