motosiklet

  • hayatıma ilk girdiği yıl 1984 olan taşıttır. anneanne ellerinde büyüyen bir çocuğum. anneanne anadolu'nun bir ilinin küçücük bir ilçesinin en eskilerinden. oralar yani hep onun, ondan ötürü de hep benim mahle olmuş. bakkal, çakkal, pazarcı, kasap herkesin lakabı olan, herkesin lakabını herkesin bildiği 3000 kişilik bir yer.

    toplasan 4 arkadaşım var, hepsi de bir yerlerden akrabamız. bu 4 arkadaştan birinin babasının motoru var.
    adam bakkal, ilçenin zenginlerinden. evlerinin bahçesi çok güzel, erik ağaçları tam 5 tane. armut ve elma ağaçları da var.

    ben 5 yaşındaydım. yine anneannemdeydim. hafta sonu annemler ziyarete gelirdi. parmak hesabı ile hep gün sayardım; "yatcaz kalkcaz yatcaz kalkcaz gelicekler" diye. o hafta sonu gelemeyeceklermiş. telefon yazdırıp haber etmişler. benim ocağım sönmüş. kapanıvermişim içime, anneannem tabiri ile ayçiçeği gibi.

    bu arkadaşın babası, şansa tam da o sıra bizim eve sipariş getiriyor. armut istemişiz bahçelerinden, o da toplyıvermiş. beni o halde görünce "gel seni götüreyim ceyda ile oyna biraz, açılırsın, erik toplarsınız" diyor. anneannem de izin veriyor.

    ben o gün, 3000 nüfuslu ilçenin 800 metrelik çarşısını bir motor arkasında, saçlarım rüzgardan uçarken, tüm dünyayı, ana baba hasretini unutarak, tahmini saatte 50 km, hissiyatta 350 km hızla gidiyorum. 5 yaşındayım ama özgürüm.
    yemişim anamı babamı; gelmezlerse gelmesinler ulan! hayat diye de bir şey var!
    ağzımdan çıkan lafa bak "annaaanneeeee bana bak; neler de yapıyorum!" sanki koca motosikleti ben kullanıyorum.

    tam 31 sene sonra, orta yaş bunalımı mıdır, memleket derdi midir bilmem, panik ataklar başlıyor bende. durduk yere dertlenmeler, uyuyamamalar, insana tahammülsüzlük derken, yine ilimler bilimler red edip kendim ilaç buluyorum kendime. ya benim acilen delice zevk alacağım ertelenmiş bir hayali gerçekleştirmem lazım!
    ilk aklıma gelen o motorda yaşadığım "yansın lan dünya çok da fifi" hissi oluyor. bunu keşfettikten 40 saat sonra motor ehliyeti kursuna yazılıyorum.

    36 yaşındayım; en son bisiklete 8 yaşında binmişim, iki tekerde düz gitmeyi bilmiyorum.
    ama motor ehliyetine yazılıyorum.

    kursun ilk günü hoca anlatıyor; "bu işe ekonomik yakıt diye, trafik derdi diye girilmez. bu senin hemen ikinci bir hayatın oluveririr. kasktı, ceketti başlarsın, sonra az fazla olsun motor gücü dersin, köprüde savrulmasın dersin, arkada çantası olsun, önünde rüzgarlığı olsun, giderken müzik dinleyeyim diye bluetoothlu kaskım olsun derken kaptırırsın onu bil" diyor.

    derse vites, gaz, debriyaj, ön ve arka frenin yeri ile başlıyoruz.
    vay amk iki el iki kol ve komple beyin ile kullanıldığını motorun; ilk o an fark ediyorum.

    daracık motor eğitim yolunda saatte 2 km hız ile düz gitmeye çalışıp, sonra marş kapalı geri geri ayak gücü ile salıp motoru 2 tekerde düz durmayı,i düz ileri ve geri gitmeyi öğreniyorum.

    mecbur kalmazsam kimselere bu ehliyet, kurs ve motor niyetinden bahsetmiyorum. çünkü ilk bmx bisikletimi çok anlatmıştım. beceremedim. diz kapaklarım ve dirseklerim parçalandı; korkup vazgeçtim binemedim. o 3000 nufüslu ilçede, bisikletimi gazoz kapağı karşılığı kiralayarak geçindim.
    yine yapamayabilirim. yaşım 36; çok başarısızlık yaşamışım, birini daha insanlara anlatmayı kaldıramayabilirim.

    çok düşüyorum. kurs boyunca sürekli farklı model, marka ve tonajda motordan itina ile düşüyorum.
    ağır motosiklet dediğin, ha deyince kaldıramıyorum. altında tespih böceği gibi debelenip, hocanın gelip kurtarmasını bekliyorum.
    morluklarımı ve kol, bacak, baldır, bel ağrılarımı kimselere anlatmıyorum.

    scooter ile ilk slalom yaptığım günü, vitesli motor ile 3. vitese taktığım ilk günü hiç unutmuyorum.
    hayatta bir şeyleri başarma hazzını yaşamayı unutmuşum.
    hem o hazzı, hem rüzgarın sesini, hem de hocanın yanından geçerken "3'e taktım hocaaaa" deyişimi unutamıyorum.

    hayat sürekli geri vitese zorlarken benim bu kocaman makineyi çözüp, anlayıp, düz gidip bir de üçe takmamın hazzını burada anlatacak kelime bulamıyorum.

    herkes 6 saatte öğreniyor bu mereti. paket öyle; 6 saat ders ve ehliyet masrafları. ben 16 saat gittim belki de. bisiklete bile binemediğimden. o da hoca yeterli gördüğünden değil, sınav tarihi geldiğinden 16 saat. ama aldım ehliyeti. kadın jüri işte, gurur duydu sanırım benimle.

    ilk trafiğe çıkma niyetimde, 300 metre sürüp markete gidecektim, baktım markete kadar sorunsuz gidebiliyorum; oradan oraya, şuradan şuraya deneyeyim derken eve 3,5 saat sonra dönebildim.

    sonra çektim dolgu topukları, kafamda çiçekli kaskım, altımda bir scooter motosiklet; sırtımda bilgisayar çantası, selede cüzdan, telefon vs işe gidip gelmeye başladım.

    trafikte sıkıştırırlar diyorlardı, kadınsın diyorlardı. oysa herkes yol veriyordu, ışıklarda durduğumda yanımdaki taksinin arka koltuğundaki kadınlar el sallıyordu. çünkü bu ülkede bağzı kadınlar, topuklu ile motosiklet süren kadın gördüklerinde devrim görmüş gibi seviniyordu.

    bakın satış görevlileri eziklenir bazen, garsonlar da, inşaat işçileri, gişe memurları ve bir sürü meslek daha. çünkü parayı bulan bu mesleklere saygı duymaz, lafa "sen" diye başlar hatta. ama kimse evrak yetiştiren moto kuryelerde, yemek getiren moto kuryede bu ezikliği hissetmez.
    çünkü yağmur sularının birikintiklerinden motosikletini devirmeden viraj dönen, kaskında rüzgarın uğultusunu hisseden, trafik donakalırken o yoluna bakan çözümünü bulan, motosiklet üzerindeyken hem iki eli, hem iki gözü, hem iki ayağı, bilekleri, tüm algısı, bütün beyni çalışan adamı sen paranla, kaprisinle, dayatmanla yenemezsin.
    o haline tavrına yansıyan "özgürlüğü tatmış insan" halet-i ruhiyesini silemezsin.

    motosiklet üzerindeyken başka şey düşünme şansın yoktur; hele de vitesli motorsa kullandığın. aynalar, ön ve arka frenler, debriyaj, gaz, yoldaki çöküntü, caddeye akmış mazot, ışıklar, şeritler, mesafeler, matematik... düşünmeyerek özgürleşmenin en kolay yolu.

    sekste bile ne kadar işe yaradığı şüpheli kasıkların ile yüzlerce kiloluk alet sadece 1 kilo ağırlığında gibi bacaklarının arasında, emrine amade, yana yatır, geri kaldır, hükmet ona. yeter ki başın hep dik olsun.
    öyle bir alet düşünün ki, başın dik olmazsa çıkıyor hükmünden, kafan nereye o oraya, yani başını bir an sağa yaslasan motosiklet ile hep beraber yere.

    bu ara çok yağmur yağdı.
    benim motosiklet gariban gibi boynu bükük kaldırımda kaldı.
    sonra bayram tatili oldu, ben gemilerle bir yerlere gittim. tam açık denizler üzerindeyken anneannem öldü.
    hayatımın anlamı, yaşadığım en güzel günlerin mimarı, kalbimin 7/8, tüm çocukluğum öldü gitti.
    ben cenazesini bile görmedim.

    yatcaz kalkcaz yatcaz kalkcaz, o artık hiç olmayacak.
    ben yarın motosiklete bineceğim, barbaros'tan denize doğru motoru sürerken "anaaaaaneeeeee bana baaaak neler de yapıyorum? diye bağıracağım.