modern insanın en büyük problemi

  • *çok fazla kanaldan ulaşılabilir olmak ve iletişim kurmanın zorunlu hale gelmesi.
    arkadaşınızdır, telefon numaranızı vermişsinizdir ama her nedense o görüşme talebini mail atarak iletir. başka biri instagramdan size yolladığı bir etkinlik görseli ile o etkinliğe gitmeyi öneriyordur ve tabi ki mesajı instagramdan yollamıştır. twitter’da paylaşılmış bir twitte, üyesi bile olmadığınız facebook grubunun organize edeceği geziye gitmek için twitterdan gelen mesajı görmüş olmalısınızdır. şimdi diyeceksiniz ki kapasiten mi az ne var bunda. yoo kafam zehir gibi maşallah ama bu dağınıklık hissi, her yerden kuşatılmış olma hali benim için bir problem. elbette ben kendi çözümümü buldum ve rahatım ama bu karmaşa yoruyor insanı.

    *idealize edilen kavramlar ve o kavramlara ulaşamamanın verdiği başarısızlık hissi. başarısızlığın en kötü şey olduğu algısı.
    sağlıklı beslenme, her iki yılda bir ortaya atılan değişik diyetler, belirtilen ürünü yersek öleceğimiz, ya da yeni çıkan besini tüketmezsek kısa yaşayacağımız düşüncesi. kabul ediyorum sağlıklı, organik katkısız beslenme olaylarına ben de biraz takıktım. yeri geliyor yediğin yemekten zevk almayı unutuyorsun. buna harcadığın mesai aldığın sağlığa değmiyor. insan vücudu düşündüğümüzden çok daha iyi bir makine. abartılmadığı müddetçe neyi nasıl dönüştüreceğini iyi biliyor. ama biz kendimizi rahat bırakmayı bilmiyoruz.
    aynı şekilde bu yaptığımız iş, kazandığımız para, oturduğumuz ev, vs vs. hepsi için geçerli. ulaşamayacağını bildiğin bir hedefi kovalamak ve doğal olarak gelen başarısızlıkla derin bir kuyuya düşmek işten bile değil.

    *acı kavramını yanlış konumlandırmak ve aslolanın hiç acı çekmemek olduğuna inanmak. oysa acı yönlendiricidir ve onu kabullenmek insanı büyütür, olgunlaştırır. mutluluğun temellerinden birinin vazgeçmeyi bilmek olduğunu okumuştum bir yerde. gerçi mutluluk bağımlısı olmak da ayrı bir sorun da neyse. "vazgeç kurtul kardeşim" akımının en kısa sürede dünyayı sarması dileğiyle...

    *görünür olma ve varını yoğunu tezgaha koyma çabası. hiç öyle internet çağı diye bıkbıklamayacağım. bunun sebebi sosyal medya değil bence. özümüzde var ve insan için büyük muamma. sevildiğini “diğerlerine” ispat etmeye çalışmak dışarıdan çok acıklı görünüyor mesela. veya sahip olduklarını göstererek izleyiciyi buna ikna etmek için çırpınmak...
    ve ardından gelen öfke, kıskançlık, önce çevrene sonra kendine vurma hali. özellikle en iyi sensin diye büyütülmüş ancak bu en iyi olmakla ilgili herhangi bir gelişme göstermemiş, kanıtsız, niteliksiz, yeteneksiz ve üstüne tembel olan bebeler saatli bomba gibi geziyor. maalesef bu sadece onların değil, aynı evreni paylaşan bizlerin de problemi.

    * bir de benim gibi her şeyi çözmüş gibi görünenler var. dinledikçe şöyle ağzının üstüne çarpma hissiyatı uyandıranlar.
    yok valla çözemedim, gözlemliyorum sadece. belki çoğunluğa göre biraz tuzum kurudur. yoksa ben de özünde "n'oluyo lan burda" diye dolanan, başka başka şeyleri kendine dert edinen biriyim. tespitlerim kendim hariç kimseyi bağlamaz. şiddete hayır!

  • normal olmayı, normal yaşamayı, normal şeyler yapmayı saçmalık olarak görmeleri.

    yani normal olan, normal ilişkiler kuran insan falan neredeyse yok. bugün istanbul’a bayram tatiline ailesinin yanına gelen eski bir arkadaşımla oturduk mesela. erkek arkadaşını aslında çok kıskandığını ama birbirlerini aldattıklarından bahsetti. tabi ben konuya şaşırdım. ama basit bir şey söyledim. aldatmamayı denesenize lan, hem ruhlarınız incinmez hem de kafanız karışmaz dedim. “amaan öyle devirler mi kaldı, çok sıkıcı” dedi. hani kıskanıyordun; bu hangi teknolojik çağın ortaya çıkardığı bir duygu peki?

    sonra köpeğime “köpek” dedim diye azarlandım yine. köpek değil o dost dedi bir teyze. tamam dost ama köpek dedim yani. köpeğimi ölümcül severim ama köpek dedim. seni kınıyorum dedi. ama o köpek ulan köpek. fıtıfıtı kuyruk sallayan, kemik kemiren, heyecanlanınca üstüne zıplayan, kuyruklu ve tüylü bir şey.

    sonra rakı masalarından kalkmayan, daha dizinde bir etekle göremediğimiz kuzenimin aylar önce ansızın evlenip tesettüre girdiğini sonra ansızın boşanıp tekrar sıla şarkıları eşliğinde içilen berbat eğlence anlayışına geri döndüğünü öğrendik falan.

    bugün yine bir kadın sokak köpekleri bana yanımda köpek varken havlayıp koştururken onları bertaraf ettiğim için, kendime saldırtmadığım için; yol ortasında sinir krizi geçirdi.

    niye normal değilsiniz? niye normalce yaşamıyorsunuz? neden normalce sevip sevilmiyorsunuz? nedir bu adrenalin merakınız ruh hastaları? niye normal şekilde hayvan sevmiyorsunuz, arkadaşlık kurmuyorsunuz, evlenmiyor ve boşanmıyorsunuz? neden köpeğe köpek diyemiyorsunuz? neden kıskanç olmanıza rağmen önünüze gelenle yatıyorsunuz? neden bir şeyi seviyesinde sevip nefret edemiyorsunuz?

    eski erkek arkadaşım aşırı normal biriydi ve kendisine aşık olmuştum ahskksklw. en büyük anormalliği kırmızı meyvelere ve meyveli şeylere aşırı düşkünlüğü ve sürekli şarkı söylemesiydi ama yeter söyleme deyince susuyordu çocuk.

    modern insan normal olmayı eziklik falan sanıyor. tek kişi ile bir ömür geçirebilmeyi; köpeğe köpek gibi bakıp beslemeyi; adabınca oturup kalkmayı, ince altın kolye takmayı, temiz ve düzgünce taranmış saçları, bir gömlek bir kot/tayt giyip tertemiz süslenmeyi, çay içmeyi, ölümcül detaylara girmeden arkadaşlık etmeyi, konsere gidip birini ayarlamadan sadece müzik dinleyip çıkıp gitmeyi, bardan birini kaldırmayı düşünmeden sadece arkadaşlarla sohbet etmeyi, ajanda tutmayı, klasik az topuklu ayakkabı giymeyi; normal olmayı, normalce yaşamayı eziklik olarak görüyor.

    cool olayım derken modern dünyanın en kitsch dönemine ve insanlarına denk geldik gele gele.

    bol ışıklı, ağır ve adi parfüm kokulu, payetli tuvaletler ve kötü ceketler giyen adam ve kadınların eğlendiği bir müzikhol gibi görünüyor artık her şey. smootie bardakları, open relationship yaniii en iyisi ağızları, kaş’ta huzur bulmalar, iş yerindeki kızla bir yerlere kaçmalar, enerji dışarı çıkarımlı hayat koçları falan gibi aktörler o iğrenç ağır ışıkları ve parfüm kokusunu maalesef engelleyemiyor her zerresini aslında deli gibi sevdiğim canım ülkemde.

  • modern insanın en büyük problemi ,doğanın kendisine bedavadan sunduğu herşeyi para vererek almak zorunda olmasıdır. yatıp uyumak için ihtiyacımız olan yer bir kaç metre karelik bir alandır, fakat modern dünyanın adına daire dediği o alanı bile satın almak için yıllarca köle gibi çalışıyoruz, doğa bize en temel biyolojik ihtiyaçlarımızı gidermemiz için gerekli olan, besin ve suyu bedavadan vermiş ama yaşama devam etmemiz için ihtiyacımız olan gıda ve suya ulaşmak adına yine köle gibi çalışıyoruz, çalışmadığımız takdirde ise doğanın bize bedavadan verdiği şeyleri bedavadan alamadığımız için ölüyoruz. uzun lafın kısası modern insanın en büyük problemi modern köle olmasıdır. yani bu düzenin ta kendisidir.

  • modern hayata uyum sağlamak isterken kurulan yapmacık ilişkiler. sokakta karşılaştığında birbirinin yüzüne bakmayan insanların, sosyal medya postlarının altında birbirlerine methiyeler düzmesi. kocası tarafından şiddet gören, aldatılan, umursanmayan kadınların kocişkolarıyla keyif fotoğrafları. üreterek, araştırarak, okuyarak, analiz ederek, tartışarak, konuşarak insanlara yol göstermek yerine, sadece ve sadece tüketerek prim yapan ve yol gösterdiğini sanan youtuberlar. sahte psikologlar. anneliği meslek sanan instagram fenomenleri. kezbanlık hikayelerini kitap yapan yazarlar. her köşede fotoğraf paylaşmazsa ölecek olan, anın tadını çıkaramayan travelerlar... ve tüm bu saçmalıkların içinde modernim diye övünen insanlar.

  • özgür iradelerinin olmaması. yediğinden , içtiğine, eş tercihine kadar dış etkenler ( diziler, reklamlar vb) tarafından belirlenmesi en büyük problemleridir.

  • romantizmin ve nostaljinin etkilerine kapilarak kendine fazlaca haksizlik yapmasidir. bugun herkes "eskiden toplumlar daha icten, daha samimi, daha iyiydi simdi modern hayatla beraber herkes bir yandan vahsilesirken bir yandan da bencillesti ve dunya daha cirkin bir yer haline geldi" diyor ama bu ne kadar dogrudur?

    biyolojik canlilar nasil evrim geciriyorsa toplumlar da aynen o sekilde evrim gecirir. biyolojik canlilarin gecirdigi evrimle toplumlarin gecirdigi evrim arasinda ufak bir fark var. biyolojik evrim canlilari "daha iyi" veya "daha guclu" yapmaktan cok bulundugu ekolojik ortama daha uyumlu olmasini saglar. toplumsal evrim toplumu zaman icinde daha yasanabilir, daha modern, daha guzel bir yer haline getirebilir, zira biyolojik evrimin bir "bilinci veya amaci" yoktur ama toplumsal evrim daha bilinclidir. bunu yazi icinde cesitli orneklerle aciklamaya calisacagim.

    toplumsal evrim her toplumda ayni hizda gerceklesmez. bazi toplumlarin evrimi digerlerine gore daha hizli gerceklesir ve bu toplumlarda bazi kazanimlar daha hizli bir sekilde elde edilir. bununla birlikte bazi toplumlarda evrim daha yavas ilerlerse de eninde sonunda su nasil akacagi yolu bulursa toplumsal evrim de bir sekilde gerceklesir. bu ozellikle bilgiye ulasimin eskisine gore cok daha kolay oldugu gunumuzde daha hizli gerceklesebilir.

    toplumsal evrime ornek vermek gerekirse avrupa ve kuzey amerika'dan bahsetmek iyi bir baslangictir. simdi biraz gecmise gidiyoruz ve 1300'lu yillarin ingiltere'sindeyiz. ulkede din adamlari ve devletin halk uzerinde muthis bir baskisi var. ulkede devlete veya tanriya karsi yapildigi dusunulen en ufak bir isyan hareketi bile idamla cezalandiriliyor. ustelik idam cezasi, ornegin halkin icinde bir insanin karnini desmek gibi, oldukca vahsi yontemlerle infaz ediliyor. o donemde toplum bunu gozlemliyor ve insanlar bunu gayet normal bir sey olarak goruyor. hatta cogu zaman bu vahsi idamlari izlemek icin bir alanda toplanip tezahurat yapan ve bu infazlari sevincle karsilayan topluluklarin varligi tarih kitaplarinda cokca gecer.

    bugunun ingiltere'sinde herhangi bir suc isleyen biri 5 yil hapis yatmasi gerekirken yanlislikla 6 yil hapis yatsa veya polis birini tutuklarken gereksiz yere fazladan bir tokat atsa ulke ayaga kalkar. ingiltere'nin insanlik tarihinde oldukca kisa bir sure sayilabilecek 700 yil gibi kisa bir sure icinde bu kadar mesafe almis olmasi cok ilginc ama o gunlerden bu gunlere bir gecede gelinmedi. ingiliz toplumu bugunku kazanimlarini damlaya damlaya gol olacak sekilde, savasa savasa kirila dokule elde etti.

    avrupa devletleri bundan cok degil bir kac yuzyil once iskence aleti dizayn etsin diye muhendis ve doktorlardan olusan takimlar calistiriyordu. o donemde doktor ve muhendisler "bir insani oldurmeden en fazla aci verecek alet nasil bir sey olabilir" gibi fikirler uzerinde kafa patlatiyordu yani. tarihi kitap okudugumuzda ve tarihi film izledigimizde goruyoruz ki atalarimiz o gunlerde iskence konusunda epeyce de comert davranmislar ve sirf bu ugurda cesit cesit icatlar yapmislar.

    bir baska ornek abd. 1800'lerde kolelik var, daha sonra kolelik kaldirilsa da siyahiler uzunca bir sure ikinci sinif vatandas olarak yasiyor. daha sonra siyahilere yavas yavas da olsa bazi haklar veriliyor. zaman icinde toplumda escinsel evlilige izin cikmasi gibi bir cok kazanim elde ediliyor ama hala gidilecek cok yol var. dikkat ederseniz avrupa ve kuzey amerika tarihinde zaman gectikce surekli kazanimlar ve iyilestirmeler var. yavas yavas ve asama asama da olsa surekli insanlara belli basli haklarin verilmesi var ve verilmis haklarin geri alinmasi veya rafa kaldirilmasi neredeyse yok. bu da zaman icinde ilerleme gorulmesini sagliyor.

    "bu kazanimlar sadece gelismis ulkeler de mi yasaniyor" gibi bir soru sorulabilir. aslinda uzun vadede baktigimizda kazanimlar hemen hemen her ulkede cesitli hizlarda yasaniyor ama bazi ulkelerde isler daha yavas ilerliyor. yine bazi ulkelerde dogal felaketler ve savas gibi sebeplerden dolayi bazen ilerleme bir sureligine askiya alinabiliyor ama zaman icinde su akacagi yolu buluyor. ornegin ikinci dunya savasi sirasinda avrupa'da sosyal haklar ve kazanimlar alaninda duraklama devri yasaniyor ama savas biter bitmez kazanimlar fazlasiyla geri geliyor.

    simdi siklikla "modern insan cok cikarci, bir tek kendini dusunuyor. eskiden insanlar daha samimi ve dusunceliydi." deniyor. bu konuya yeniden gelecegiz ama yaziyi cok fazla uzatmamak adina simdilik sadece 1-2 ornek vereyim. hani bazen romantik insanlar "keske 1400'lu yillarda ispanya'da yasayan bir ciftci olsaydim, hayatim cok daha huzurlu ve mutlu olurdu" diyorlar ya, haydi beraberce 1400'lu yillarin ispanya'sina gidelim. kucuk bir kasabada ciftciyiz ve mutlu ve huzurlu yasantimiz devam ediyor. bir gun bolgeye papa'nin ziyarete gelecegi soyleniyor ve papa'nin serefine bazi kutlamalarin tertiplendigini ogreniyoruz. birazdan birkac ispanyol askeri geliyor ve bizi tutukluyor. daha sonra kisa bir mahkemeden sonra idama mahkum ediliyoruz. infazimiz papa'nin ziyaret edecegi gun bizim carmiha gerilip yakilarak oldurulmemiz seklinde gerceklesecek cunku o donemde papa ispanya'da bir sehri sereflendirdiginde yapilan kutlamalar arasinda idamliklarin carmiha gerilip topluca yakilmasi vardi. insanlik tarihi tarla ve toprak kavgasina kendi ailesini katleden insanlarla dolu. modern zamanda bu yok mu? tabi ki var ama eskiden norm olan bir sey artik ekstrem bir ornek olarak goruluyor.

    peki bizi niye durup dururken evden alip idam ettiler? o da basit. yan komsumuz bizi devlete "bu adam evde gizlice buyu yapiyor" veya "bu adam hiristiyan oldugunu soyluyor ama aslinda yahudi" veya "bu adam papa'ya hakaret etti" diye ispiyonliyor ve bundan sonra sucsuz oldugunuzu kanitlamazsaniz idaminiz kesin gibi. peki durup dururken yan komsumuz bizi niye ispiyonladi? cunku biz idam edildikten sonra sahip oldugumuz topraklarin bir kismi "ihbar odulu" olarak ona verilecek (geri kalani da devlete kalacak). bu sekilde sirf tarlasini buyutup malini ve mulkunu arttirabilmek icin komsusunu olumun kucagina atabilen insanlarin yasadigi vahsi bir donem ile aramizda sadece 600-700 yil var. hani bugun "ofiste is arkadasim arkamdan laf soylemis, kariyerimi yakacak" diye sikayet ediyoruz ya, romantikce ozlem duyulan o donemlerde ayni is arkadasimiz bizi idama yollayabilirdi.

    aslinda o kadar geriye gitmeye bile gerek yok, zira hemen turkiye'nin dibinde isid denen orgut bundan 500-1000 yil once dunya'nin nasil bir yer oldugunun demosunu her gun gosteriyor. psikolojisi saglam hic kimsenin gonullu olarak o sartlar altinda yasamayi isteyecegini sanmiyorum. bugun dehset icinde izlenen isid videolarinda gecen olaylar bundan 500-1000 yil onceki gunluk hayatin bir parcasiydi ve o donemki toplumlardan hicbiri bunu yadirgamiyordu.

    mesela gunumuzde "sosyal medya ciktigindan beri toplum cok sahtelesti, insanlar cok mutsuz ve yalniz" deniyor. 1930'larda yazilmis roman ve kitaplara baktigimizda (ornegin sabahattin ali'nin uc romanina baktigimizda) ayni seylerin -sosyal medya yokken- o gunlerde de soylendigini goruyoruz. onu birak 1800'lerde yazilmis jane austen romanlarinda "artik saf ask denen sey eskilerde kalmis, gunumuzde herkes paraya, mala, mulke asik" gibi ifadeler kullaniliyor. yuzlerce yil once yazilmis kitaplarda bile cogu zaman eskiye ozlem duyuluyor ve eskiden herseyin daha samimi ve insanlarin daha mutlu oldugu yazabiliyor. bugun mesela ayni seyi soyleyen birine "peki insanlar ne zaman mutlu ve samimiydi?" diye sorunca bundan 20-30 yil oncesini ornek gostermeleri o donemlerde de ayni sikayetlerin dondugu gercegini degistirmiyor.

    bundan 100-200 yil once aileler ortalama 5-10 cocuk sahibi olurken gunumuzde modern toplumlarda bu sayi 1-2 arasinda degisiyor. artik insanlar bir cok konuda cok daha bilincliler. tarihte ilk kez bu yuzyilda insanlar para almadan sirf belli konularda iyilik yapmak icin gonullu olarak sivil toplum orgutlerine katilmaya basladilar. gelismis toplumlarda gonullu hayir isi yapan insanlarin yuzdesi tarihte gorulmemis yukseklikte. insanlar 100-200 yil oncesine gore bir cok konuda cok daha bilincliler. 1400'lerden baslayarak 1900'lerin ortasina kadar doga ve orman katliami yapilan avrupa ve kuzey amerika'da bile doganin koruma altina alinmasi 1900'lerin ikinci yarisindan itibaren baslamistir.

    gunumuzde bilgiye ulasim ve farkindalik tarihte hic olmadigi kadar yuksek. bundan cok degil 50 yil once dunya'daki toplumlarin buyuk bir kismi kapaliydi. kapali toplumlarda insanlar hayatlarindan sikayet etmezler cunku disardaki insanlarin kendilerinden daha iyi sartlarda yasadigini bilmedikleri icin haklarini arama geregi duymazlar (ornegin kuzey kore halki). gunumuzde insanlar bir cok seyin farkindalar ve hayatin su anda oldugundan daha iyi olabilecegini ve daha iyi sartlarin mumkunati oldugunu biliyorlar. tek basina bu bile toplumlarin dinamigini yerinden oynatan bir sey cunku artik devletler halklarina hesap vermek zorunda olduklarini biliyorlar.

    sanat ve bilim gibi kavramlarin toplumun en alt seviyelerine bile nufuz etmeye baslamasi da modern zamanlara tekabul etmektedir. eskiden toplumun en ust seviyesindeki insanlar sanat ve bilimle mesgul olurken ortalama bir insanin en buyuk derdi o gun hayatta kalip kalamayacagi seklindeydi. toplumdaki insanlarin %99'u tum omrunu tek bir kitap okumadan, tek bir sanat eserine bakamadan gecirip bitiriyordu. zaten kole sartlarinda calismaktan ve tibbin hic gelismemis olmasindan dolayi cogu insanin sagligi 20'li yaslarda buyuk olcude dususe geciyordu ve 40'li yaslara ulasanlara sansli gozuyle bakiliyordu. bugunku gibi sehirler ve ulkeler gezen insanlari birakin gocebe ve savasci toplumlarin disindaki insanlar tum omurlerini dogup buyudukleri koyde geciriyordu. bugun internet vasitasiyla dunya'nin herhangi bir ulkesinden herhangi guzel bir manzara resmine bakabilmek bile tarihte gorulmemis bir nimet.

    harvard universitesinde arastirmaci psikolog olarak gorev yapan steven pinkler'in bu konuda arastirmalari ve yazdigi (kitap ve makale seklinde) yayinlar var. bay pinkler su anda icinde yasadigimiz donemin insanlik tarihinin en huzur dolu, en bariscil, en rahat donemi oldugunu bir suru ornekle acikliyor. ornegin 21 farkli arkeolojik bolgede bulunan kemikler ve iskeletler uzerinde yapilan incelemelerde milattan once yasayan insanlarin %20'sinin cinayete kurban giderek (savaslar da dahil) hayatini kaybettigi ortaya cikmis. bu oran 20. yuzyilin basinda %3 civarindayken gunumuzde %1'in altinda. etnografik arastirmalarda son 200 yilda cinayete kurban giden insan sayisinin her 10 yilda bir giderek azaldigi gozukuyor.

    ornegin ingiltere'de 1600'lerden bu yana cinayet oranlaridna %90'lik bir azalma var. bu arada 1600'lu yillarda da 1200'lu yilara oranla %90'lik bir azalma azalma oldugunu not etmek gerekir. yani 1200'lerde ingiltere'de her yil cinayetten olen bin kisi varsa bu 1600'lere gelindiginde 100'e, gunumuzde de 10'a dusmus durumda. hollanda, almanya, isvicre ve isvec gibi ulkelerde de cok benzer istatistikler elde edilmis durumda.

    1650 yilinda avrupa'da yasalarinda cesitli suclara iskence cezasi verilen 16 devlet vardi. 1700'lerin basinda ingiltere ve iskocya bu konuda devrim yaparak iskenceyi yasadisi yapti. bunlara 1700'lerin ikinci yarisinda prusya, danimarka, italya, isvec, avusturya ve fransa katildi. 1800'lerde vatikan, rusya, ispanya ve portekiz avrupa'da iskenceyi yasaklayan son ulkeler oldu. 1850 itibariyle avrupa'da iskencenin yasal oldugu hicbir ulke kalmadi. gunumuzde tum dunya'da iskencenin yasal oldugu ulke sayisi bir elin parmaklariyla gosterilecek kadar az.

    yine 1700'lerde ingiltere'de olum cezasi alinabilecek 220 cesit suc mevcuttu. bu suclar icinde "cingenelerle beraber takilmak," hirsizlik, sahte para basmak ve izinsiz avlanmak vardi. 1861 itibariyle ingiltere'de idam cezasi verilebilecek suc sayisi 4'e dusmustu. benzer istatistikler diger avrupa ulkeleri icin de gecerli ve gunumuzde avrupa'da idam cezasi uygulanmamaktadir. idam cezasinin hala uygulandigi abd'de 1650 yilinda uygulanan idam cezalarinin %75'inde idam mahkumu olan kisi "adam oldurme" disinda bir suctan dolayi idam almisken (ornegin zina veya buyu yapmak) gunumuzde ayni ulkede adam oldurmedigi halde idam alanlarin orani %1'in altindadir.

    abd'de her ne kadar idam cezasi devam etse de idama mahkum edilen insan sayisinda buyuk bir dusus var. 1600'lerden 1800'lere %70 oraninda dusen idam oranlari 1800'lerden gunumuze de %90'lik bir dusus daha yasadi. bunda hem idam cezalarinin daha az verilmesi hem de suc oranlarinin son 200 yilda dusmesi buyuk rol oynadi.

    avrupa'da 1800 ile 2000 yil arasinda ortalama bir insanin geliri ve refah duzeyi (enflasyon sabitlendiginde) 6 kat oraninda artmis. ayni donemde calisma saatleri haftada 80 saatten 35 saate dusmus. bir baska ornek vermek gerekirse 1500 yilinda 1 kitap basilan paraya 1850'de 25 kitap basilabilmekteymis. kitap basimi hizlanip ucuzladikca bilgiye ulasim kolaylasiyor ve bununla beraber halklar aydinlaniyor. 1600'lerin ortasinda kadinlarda %15, erkeklerde %50 olan okuma-yazma orani 1900'lerin basinda her iki cinsiyet icin de %95'i gecmisti.

    fbi'in yayinladigi rakamlara gore abd'de 1973 ile 2003 arasinda tecavuz oranlari %75'lik bir dusus yasamis ve bu istatistik yildan yila hala dusmeye devam ediyor. kadinlara karsi islenen ev ici siddet oranlari son 20 yilda %50'lik dusus gostermis. kadin cinayetleri 1975 ile 2005 arasinda %50'ye yakin bir dusus yakalamis. cocuklara karsi islenen cinsel veya cinsel olmayan siddet suclari 1990'dan beri yari yariya dusmus.

    abd'de 1975'ten beri hayvan avlayanlarin orani %30'luk bir dusus yasarken ingiltere'de 1985'ten bugune kendisini vejeteryan olarak tanimlayanlarin orani 3'e katlanmis. abd'de vejeteryanlarin orani 1985'ten itibaren 3'e katlanmis durumda. vejeteryan olmak et yemeye gore bir ustunluk olmamakla beraber son yillarda vejeteryanlarin oraninin yukselmesinde en buyuk rolu yine son yillarda artan hayvan haklari hareketlerinin oynamasi ilgi cekicidir.

    yukarda verdigim istatistik ve ornekler hep gelismis ulkelerden. yazinin basinda da belirttigim gibi her toplum ayni hizda gelisim gostermiyor. insanlik tarihinin son 500-600 yillik bolumune baktigimizda kuzey amerika, avrupa ve japonya'da toplumlarin bir cok konuda dunya'nin geri kalanina oranla daha hizli gelisim gosterdigini goruyoruz. bu diger ulkelerin gelismedigi anlamina gelmiyor. her ulke kendi hizinda gelisiyor ve eninde sonunda tum ulkeler belli konularda gelisme gosterecektir. bugun suudi arabistan bile kadinlara ehliyet dahil belli basli haklar vermeyi tartisiyor.

    bazi toplumlar digerlerine gore daha hizli gelisme gosteriyor demistim. bunda rol oynayan etkenlerden biri din. ornegin avrupa'daki toplumlarda dinin gunluk hayata olan etkisi azaldikca insan haklarinda da artis gorulmus olmasi bir tesaduf degil. yine bugun insan haklari konusunda en geride kalan bazi toplumlarin dine en bagli toplumlar olmasi da tesaduf degil. bugun iran gibi kapali kutu olan toplumlarda bile insanlar dinden uzaklasiyor ve hiristiyan dunyasinda gorulen reformlarin musluman dunyada da gorulmesi sadece zaman meselesi.

    din konusuna girmisken, bunu tabi ki biraz daha aciklamam gerekiyor. her ne kadar dunya'da cesit cesit din olsa da dinlerin gelisimi ve evrimlesmesi birbirine cok yakin ve benzer sekillerde gerceklesmektedir. ornegin hiristiyanlik ile islam'in dogus ve ilerlemesi birbirine cok benzer unsurlar tasir. iki dinde de en basta cefalar cekilmis, inananlar eziyetler gormus, daha sonra ivme ve guc kazanilmis, guc kazanildiktan sonra siyasallasma baslamis ve bundan sonraki evrede de baslangicta cekilen cefalar unutulurcasina toplumlardaki azinliklara kotu davranmalar baslanmis ve guc kazandikca radikallik artma gostermis. hiristiyanlik islam'dan daha eski oldugu ve yapi olarak reforma daha acik oldugu icin islam toplumlarinin bugun gecmekte oldugu bazi evrelerden hiristiyan toplumlar birkac yuz sene once gecmis. bu da gayet normal cunku islam dini ortaya ciktiginda hiristiyanlik dini 600 yasindaydi ve yavas yavas olgunluga erisiyordu. bu yuzden islam toplumlarinin hiristiyanlik toplumlarini ("dinlerin hayata olan etkisi" evriminde) birkac yuzyil geriden takip etmesi normal gorulmelidir.

    burada yanlis anlasilma olmasin, "hiristiyan toplumlar islam toplumlarindan her alanda birkac yuzyil ondedir" demiyorum, "dinlerin topluma olan etkisinin evrimlesmesi yonunden birkac yuzyil ondedir" diyorum. bu konuyu da onumuzdeki paragraflarda daha cok acarak netlige kavusturacagim.

    ortacag avrupasina baktigimizda din hem gunluk hayatta hem de ulke yonetimlerinde oldukca on plana cikmis ve cok buyuk rol oynamistir. gunumuz avrupasinda din sembolik bir rol oynar ve gelecegin avrupa'sinda belki de din kendisine hic yer bulamayacaktir. peki ortacag avrupa'sindan bugunlerin avrupa'sina nasil gelindi? avrupa toplumu ayni bir biyolojik canli gibi evrim gecirdi ve dinin hayata olan etkisini asama asama azaltarak dini sembolik bir deger haline indirgedi. bu da avrupa'nin gelisiminde ve uygarlasmasinda buyuk bir rol oynadi. din de buna cevaben reform gecirdi ve kendi icinde evrimlesti ama degisim ruzgarinin epeyce gerisinde kaldigi icin guncel hayattan silinmeye basladi.

    simdi olay biraz daha net anlasilsin ve kafalarda soru isaretleri azalsin diye konuyu biraz kendi alanim olan psikolojiye cekecegim. lise veya universitede herhangi bir psikoloji dersi almis olanlar "uzuntunun 5 asamasi" veya "5 stages of grief" konseptini mutlaka duymuslardir. duymamis olanlara ornekle aciklayayim, insanin basina kotu bir sey geldiginde o kisi psikolojik olarak 5 evreden gecer ve bunlar sirasiyla denial (inkar etme), anger (kizginlik), bargaining (pazarlik), depression (depresyon) ve acceptance (kabullenme) olarak isimlendirilmistir. ornek olarak birini cok sevdigi bir sevgilisi terkettigine ilk asamada buna inanamaz ve sevgilisinin blof yaptigini, aslinda kendisini terk etmedigini, iliskinin devam ettigini dusunur. daha sonra olayin ciddi oldugunu anlayinca ya kendisine ya da kendisini terk eden sevgiliye (veya her iki tarafa da) kizginlik duyulur. bu evre gecince pazarlik evresi baslar ve "acaba sevgilimi geri kazanmak icin ne yapabilirim" diye dusunceler baslar. karsidaki eski sevgili iliskiyi kafasinda %100 bitirmis bile olsa terk edilen sahis hala bir umut oldugunu dusunur ve sevgilisini "geri kazanmak" icin cirpinir. daha sonra depresyon ve kabullenme gelir.

    toplumlarda da cogu zaman bunu gorebiliz. ornegin dinlerin toplumlara olan etkisi de bu sekilde evrelerden gecmistir. avrupa orta cagdan aydinlanma cagina gecerken en basta din adamlari bunun gelip gecici bir heves oldugunu dusunup kabul etmemistir (denial - inkar evresi). insanlar her pazar kiliseye gitmeye devam ediyordu ve katolik kilisesi hala avrupa'daki en guclu siyasi birlige sahipti. bu yuzden kilise gucunu giderek kaybetmeye basladigini, toplumun degisime ugradigini, reformlarin gerekli oldugunu, hizla gelisen bilimin dinle celismeler gosterdigini ve bir cok ayrintiyi inkar etme yolunu secti. bu evreden sonra kizginlik evresi basladi ve dini duzene uymayanlara hapis, surgun, iskence ve olum gibi cezalar uygulanmaya baslandi. baskici ortam uzun yillarca devam etti ve sonunda geri teperek kiliseye eski gucunu kazandirmak yerine mevcut gucunu de zayiflatmaya basladi. bir sonraki asamada (pazarlik) kilise bazi konularda hata yaptigini anladi ve reforma gitme konusunda ilk adimlari atti. mesela 1700'lerde papa olan 14. benedik vatikan'in onceki yuzyillarda yaptigi bir cok hatayi kabul etti, ozur diledi ve dinde yapilacak reformlarla insanlarin yeniden katoliklige isindirilabilecegini soyledi.

    bundan sonra "depresyon" evresi basladi, ki psikologlara gore acinin 5 evresi icinde en uzunu depresyondur. ornegin bir iliskiden sonra bir insanin 5 evreden gecmesi 2 yil suruyorsa bunun 1-1.5 yili depresyonla gececektir ve geri kalan 6-12 aylik sure diger 4 evrede gececektir. baska bir deyisle, depresyon evresi her ne kadar siralamada dorduncu sirada olsa da sure olarak diger evrelerin toplami kadar surer. bu donemde kilise biraz daha sessiz davranmis, kabuguna cekilmis ve siyasetten ve toplum hayatindan asama asama cekilmeye baslamisti. yani kilisenin hayata ve ulke yonetimlerine olan etkisi azala azala bitmeye baslamisti.

    gunumuzde de katolik kilisesi "kabullenme" evresindedir. gunumuzdeki papa'nin kameralar karsisinda "homoseksuel evlilige sicak bakiyorum" demesi de bunun en onemli orneklerinden biridir. katolik kilisesi artik insanlarin hayatlarini ve devletleri kontrol edemeyecegini anlamistir ve hayatta kalabilmek icin gunun sartlarina uymasi gerektigini gormustur. eger hiristiyanlik son birkac yuzyilda hizla reform yapip degisime ugramasaydi hayatta kalamazdi ve tarih sahnesinden silinirdi cunku bundan 300-400 yil onceki haliyle bugunku avrupa ve amerika'da neredeyse hic taraftar bulamazdi.

    simdi gelelim islam toplumlarina. yukarda islam toplumlarinin bu evrimde hiristiyan toplumlari birkac yuzyil geriden takip ettigini soylemistim. islam hiristiyanligin aksine reforma acik bir din degil cunku son din olduguna, onceki tum dinleri dogruladigina, eskiden degisen dinleri duzelttigine, kuran'in her harfinin tanri'nin sozu olduguna, tek kelimesinin bile degistirilemeyecegine (veya teklif dahi edilemeyecegine) inaniliyor. kendisini en son, en mukemmel, en olgun, en gelismis din olarak goren bir dinin reforma ugramasi onun dogasina aykiri gibi gozukuyor. bunu islam dinini savunmak veya ovmek icin soylemiyorum, olaya tarafsiz veya bilimsel yaklasinca islam dininin yapisi ve ana argumanlarindan dolayi reforma acik bir din olmadigi gozukuyor. kuran'in ayetlerini degistirmek cok zor olacagi icin bu ayetlerin yorumlari ve tefsirleri gecen zaman icinde degisen toplum dinamikleriyle beraber zaman zaman degisime ugruyor. boylece dinin kendisi ve ana kaynaklari fazla degismese de yorumlari zaman icinde degisip toplumdan topluma degisen cesitli "gercek islam" versiyonlari olusabiliyor.

    din konusunu burada kapiyorum cunku bu konu cokca dallanip budaklanmaya musait bir konu. asil konumuza donmek gerekirse modern insan hic de burada kakalandigi veya elestirildigi gibi kotu degil. insanlik tarihinde herhangi bir zamanda yasamis olsaydiniz %99 ihtimalle bugunku yasantinizdan daha rahat ve huzurlu bir yasama sahip olmayacaktiniz. yine bundan 200-300 yil sonra dogan insanlar da cok sansli olacaklar cunku o zamanlarda ortadogu ulkeleri bile epeyce mesafe katetmis olacak ve dunya daha yasanilabilir bir hal alacak.

    romantizme kapilik "ah keske 1400'lerde ispanya'da bir ciftci olsaymisim" demek kolay ama o donemde en ufak bir tasa takilip yere cakilmak ve bacagin kirilmasi sonucu vefat etmek veya 30 yasinda dis curugunden vefat etmek, dogan 8 cocugun 6'sinin 10 yasini bile gorememesi gibi durumlarin mevcut olmasi bir yana hayat surekli savaslarla ve katliamlarla gececegi icin kimse huzur ve refah icinde yasamiyordu. donem donem avrupa'nin gobeginde milyonlarca insanin acliktan veya vebadan olmesi ne kadar romantikse modern insan da o kadar kotu iste. insanlik gecmisten bu yana hem biyolojik hem de psikolojik olarak cok yol aldi ve alinacak daha cok yol var ve bu yol eninde sonunda iyi bir yere cikacak.

    bir de "modern insan cok mutsuz" diyenlere bir sorum var, eski caglarda insanlarin daha mutlu oldugundan emin misiniz?

    toplumsal evrimin bazi toplumlarda daha yavas olmasinin sebeplerinden biri de bu evrimi en yavas yasayan kesimin en fazla cocuk sahibi olmasidir. bilgiye ulasim kolaylastikca toplumlar aydinlanmakta ama aydinlanmayan kesim ortalamada daha fazla cocuk sahibi oldugu icin onlarin nufusa olan orani da artmaktadir. ornegin bir ulkede 1 milyon kisi yasasin ve bunlarin yarim milyonu aydinlanma yasasin, yarim milyonu bu konuda daha tutucu olsun. aydinlanma yasayan kesim omru boyunca toplam yarim milyon cocuk meydana getirirken diger kesim 1 milyon cocuk meydana getirmis olsun. bir sonraki nesile 500 bin aydinlanmis, 1 milyon aydinlanmamis kisiyle baslanmis oluyor. tabi ki zaman icinde bunlarin bir kismi bilgiye erisip aydinlanma yasiyor ama yine aydinlanmayan kesim daha hizli uredigi icin toplumdaki ortalama aydinlanma hizi yavasliyor.

    sonuc olarak modern insan burada anlatildigi kadar tuh, kaka, kotu, berbat degil. eski insana gore gayet iyi durumdayiz ve bizden sonraki nesiller de bizden daha iyi durumda olacak. biyolojik evrimin ve evrensel evrimin nasil onune gecilemezse aynisi toplumsal evrim icin de gecerli.

  • paylaşamayan, konuşamayan, anlatamayan, dinleyemeyen insanlar olduk ne yazıkki.
    şarjımız bitse, neslimiz tükenecek.

    telefonlarımıza hapsolduk.
    mesajla seviyor, mesajla seviniyor, mesajla konuşuyor, mesajla anlatıyoruz herşeyi.

    özgüvenimiz sıfırın altında. birinin yanına gidip merhaba demeye korkar olduk. arkadaş olarak ekleyip tanışmaya çalıştıklarımızı yolda görsek, kafamızı çevirecek kadar aciz durumdayız.

    bir anı yaşamak umrumuzda değil artık, biz onun fotoğrafını paylaşmakla ilgileniyoruz.

    kaldırın kafanızı ekranlarınızdan!!
    en son ne zaman birisiyle hiç telefonunuza bakmadan sohbet ettiniz?
    en son ne zaman birisinin gözlerine bakarak konuşmayı denediniz?

    bi düşünün.
    kaç fotoğraf kaçırdı acaba gözleriniz, siz telefonunuzun kamerasını açmaya çabalarken?
    soy ismini öğrenemediğiniz için, tanışamadığınız kaç kadın var sizce?

    bi düşünün.
    ''nasılsın'' mesajına yazdığınız cevabı önce, nasılsın sorusuna verdiğiniz cevabı sonra düşünün.
    bir terslik yok mu?
    konuşamıyoruz ulan!! konuşamıyoruz.

    kaldırın kafanızı ekranlarınızdan. paylaşın, konuşun, anlatın, dinleyin..
    ' merhaba ' demek, 'merhaba' yazmaktan daha kolay, ve daha gerçek.

    kaldırın kafanızı ekranlarınızdan.
    şarjınız bitse, nesliniz tükenecek!!