memur olup sıradan bir hayatla geberip gitmek

  • memur olmayanlar sanki freddie mercury gibi bir hayat yaşıyor.

  • he canım he

    sen özel sektörden aldığın 4000-5000 tl maaşla zaten her akşamüstü villana girip arka bahçedeki havuzun kenarında mohito içiyorsun.

    hafta sonları roma, paris ve londra gibi yerlere kaçamak yapıyorsun.

    her yaz küba, uzakdoğu, iskandinav ülkeleri gibi yerlere gidip on günlük tatil yaparak ruhunu mastürbe ediyorsun.

    tanım: kpss'de 70'ten yukarı alamayanların savunma mekanizması yaptığı başlık.

  • belki de sıradan bir hayat yaşamak istiyordur? herkesin beklentileri farklı.

    "şikayet ettiğiniz yaşam, belki de başkasının hayalidir." ~ tolstoy.

  • günümüzde işsizlik tehditi ile karşı karşıya kalan milyonlarca gencin sıra dışı bir yoksullukla geberip gitmek yerine tercih edeceği durum.

  • dsıde çalışan bir mühendisseniz, köy köy dolaşıp gölet yapıyor, sulama sistemleriyle ilgileniyor olabilirsiniz.
    ziraat bankasında uzman mühendisseniz, karış karış gezip tarıma kredi vermiş bir insan olabilirsiniz.
    maden şirketinde memursanız, işçilerin hakkını alması konusunda destek vermiş, gerekli düzenlemeleri getirmiş, enerji komitelerinde görev almış olabilirsiniz.
    devlet demiryollarında memursanız, dağ taş gezip anadolunun olmadık yerlerine bayramda seyranda gidip sorun çözen bir insan olabilirsiniz.
    öğretmen olabilirsiniz, doktor olabilirsiniz, hakim savcı olabilirsiniz.
    bu insanlar benim dedem, babam, anam, teyzem. hayatlarını insanlara faydalı olacak şeyler yapmaya çalışarak geçirdiler. vatana millete faydalı olmak için okumuşlardı. plazada yabancı bir firmanın temsilciğinde çalışmaktan daha az kazandırdığı doğrudur. ama güvenceleri, tatilleri, lojmanları, dostları, müdürü çekiştirdikleri iş arkadaşları, ve örgütleri vardı.

    memur dediğimiz insanlar her ne kadar bugün devletin çürümüşlüğü içinde kalsalar da ülkeyi çekip çeviren çalışanlar ordusudur. onların emekleri bir devleti sosyal devlete dönüştüren şeydir. manevi olarak zengin bir hayattır. sosyal olarak güzel bir hayattır. sizi özel sektör gibi birbirine maaşını söylemediğin, yanında oturanla rekabet ettiğin bir dünyadan alır, aynı amaçlar için mücadele ettiğin ortağa çevirir. akşamları hobi edinecek çoluk çocukla oynayacak zaman bırakır.

    kar için değil, insanlar için çalışırsınız. onurlu ve anlamlı bir yaşamdır.

    ek:
    “hiçbir zaman inandıramadım seni kahramansız bir dünyaya neden inandığıma. hiçbir zaman inandıramadım seni o kahramanları uyduran zavallı yazarların neden kahraman olmadıklarına. hiçbir zaman inandıramadım seni o dergilerde resimleri çıkanların bizden başka bir soydan olduğuna. hiçbir zaman inandıramadım seni sıradan bir hayata razı olman gerektiğine. hiçbir zaman inandıramadım seni, o sıradan hayatta benim de bir yerim olması gerektiğine.” orhan pamuk, kara kitap

  • hangi sıradanlık?
    hayatımda her gün bir atraksiyon var. siz bütün memurları, evrak kayıt memuru zannediyorsunuz galiba.

  • boncuğu andıran kara gözlerini, gözlerime dikip "dede, gerçekten sıradan bir hayatla geberip gidiyor musun?" diye sordu. yatağımın sırt kısmını yükseltmeleri için hemşirelere işaret ettim, solunum cihazımı da kuru bir ağaca benzeyen ellerimle aralayıp adını benden alan torunuma baktıktan sonra da "sadece kötü insanlar geberir, ben ise yola çıkıyorum oğlum" dedim.

    okula başlamadığı için merak ve cesareti henüz köreltilmemişti, günde bir saatliğine de olsa yanıma uğruyor ve başka hiçbir arkadaşının duymadığı masalları yeniden anlatmamı istiyordu. konuşacak gücüm kalmamıştı artık, nefesim kendime bile yetmediğinden cihaza bağlı yaşıyordum. sol avucumdaki kısa hayat çizgisine güvenmekle hata etmiştim, elim büyük olduğundan öyle göründüğünü anlamak atmış senemi almış ve atmışın üzerine bir yirmi sene daha eklemiştim. cumartesi çalışmamak için memur olmuş, çalışmamak hevesimi aldıktan sonra istifa ederim derken de yanlışlıkla emekli olmuştum.

    tüm hayat koca bir yanlış anlamadan ibaretti ve bunu altı yaşındaki çocuğa anlatmam o şartlarda zordu, nefesim cümlenin sonuna varmadan bitiyordu. artık kısa cümleler kuruyorum diyen bir kadın vardı yüzyıl başında, şebnem miydi neydi, beyin hücrelerim de nefesim gibi azaldığından her gün daha da az hatırlıyordum ama torunuma anlatmam gerekiyordu. "yaklaş oğlum" dedim, "sıradan bir hayat diye bir şey yok, hiç olmadı. hayat varsa orada sihir vardır, ne iş yaparsan yaparsan o sihirle yaşar ve siyasetçi olmadıysan da o sihirle yeni bir yola çıkarsın, yalnızca siyasetçiler geberir"

    kaşlarını çattı, sihir meselesini tam anlayamadığını sezmiştim ve hayatımın son numarasını ona yapmak istedim. 19 aralık 2068'te, deniz gören bir hastane odasındayken hemşirelere bizi yalnız bırakmalarını söyledim. torunumun yumoş ellerini tuttum ve gözlerimi kapatıp "ben aslında 19 aralık 2018'te bir devlet dairesinin pencere kenarında çalışan 36 yaşında bir memurum. 2 yaşındaki oğluma iyi bir gelecek için uğraşan, akşam altı olmadan onu babaannesinden almaya giden, öğlen uykusuna yatarken onu yatıran, saçma ninniler söyleyen bir adamım. cumartesi çalışmak ile zaman kaybetmek yerine sınırların nispeten daha belli olduğu bir kurumda hayatıma devam ediyorum ve hayal kurdukça da bu sıradanlıktan uzaklaşıyor, bu sihirli hayatın her gününün farkına varmaya çalışıyorum" dedim.

    gözlerimi tekrar açtığımda adımı taşıyan torunum yoktu, 19 aralık 2018'e geri dönmüştüm ve elli sene sonra olduğu gibi geberip gitmenin bazılarına özgü olduğunu düşünüyor ve linç kültüründen nasibimi almamak için her zaman yaptığım gibi içime atıyordum. öyle sıradanlık bir durum yoktu, sınırsız çay vardı.

  • son siniftayken annem memur olmam icin kpss'ye girmemi istedi. yav, dedim. he he. oldu. tek derdim de buydu. o kadar isimin gucumun, mezun olma telasimin, okul bitince yapacagim mukemmel seylerin hayalleri arasinda kpss'ye hazirlanayim bir de. memur olacak kadar kafayi yedim cunku. zaten tum gun cay icip oturuyorlar, meslegi unutuyorlar. bir insan sonucta memur olacaksa neden okusun ki? ben onca emegi onun icin mi verdim? ıdealistim, dunyalari kurtaracagim, bana kalkip memuriyet diyorsun, dedim. neyse alttan girdi ustten cikti, calisma sozunu vermis bulundum anneye. gorev bilinciyle kastim epey. puani da alip cebe koydum. yil 2014.

    okul bitti, daldim ozel sektore. canim cikiyor ama kuslar, cicekler, lan her sey bu kadar guzel olabilir mi ya? nasil mutluyum, nasil da aptalim... gel zaman git zaman sadece canim cikar halde buldum kendimi. aksamlari elimde tabakla koltukta uyuyakaliyorum, bos vakitlerimde duvara bakiyorum falan. bir is gununden en buyuk beklentim cikisa yakin kotu durumda bir hastanin gelmemesi olmaya basladi. cunku yorgunum anasini satayim. eve gidesim var. gidince bir ton sey yapmam lazim, gidesim de yok bi yandan. hani mutsuzluk degil de bikkinlik diyeyim adina. hayvanla ugrasmak hobim zaten de insanla ugrasmak benim yutabilecegim lokma degilmis.

    maddiyat desen yerlerde. sadece hayatta kalabiliyorum. birikim yapmak, kendine bilgi olarak yatirim yapmak icin ortada bi sey kalmiyor. bugunum yok da yarinim var mi sanki? emekli olsam asgari ucretten maas aliyorum. niye? e piyasa boyle cunku herkes boyle calisiyor. ha tamam o zaman ya. herkes boyle calistigi icin dogru olan da bu sonucta.

    manevi kismi ayri dert zaten. anne bi taraftan bastirir "ben seni eleman ol diye mi okuttum, yaziklar olsun" diye. hayir serseri olsam yine de evladimdir diye bagrina basacak kadin, gece gunduz telefonda ozguvenimi itinayla yok etti. diger taraftan haftada bir gun tatil yapiyorsun. dinlensen gezmedigine, gezsen dinlenmedigine, ikisinden birini yapsan evdeki isleri halletmedigine yaniyorsun. ayda yilda bir facebook'a giriyorsun, sinif arkadaslarin orada burada gezmede. evlenip coluk cocuga karismislar coktan. ben iki yil uzatmayla mezun oldum, uzatmayanlarin cogu piyangodan cikan dehset bir atama sayisiyla devlete girmisti. bakiyorsun, birbirlerine yemege gitmeler, sofra fotograflari girla... ben en son ne zaman bir arkadasimla bulusup disarida takildigimi unutmusken icime oturuyordu acikcasi. "ee ne yaptin bakalim?" diye soran olacak endisesi apayri...

    sonra uyanamamaya basladim. uyansam da agir bir enfeksiyon geciriyormusum gibi hissediyorum kendimi. mumkun degil cikamam yataktan. ne zaman ki isyerini arayip gelemeyecegimi soyluyorum, vucut toparlamaya basliyor kendini. bir, iki, on... sebebi sonradan anliyorum. ısyerindekilerde de saglam sabir varmis ki ufak tefek sitemlerin disinda ciddi bir cikis olmuyor. oluyorsa da anlamiyorum zira umrumda bile degil. ısimi kaybetsem ne yirmi yil ayni yerde calissam ne. fark etmiyor ki.

    kendimi sucluyorum surekli. neden boyle oldu, onca emegimin karsiligi bu muydu? nerede yanlis yaptim? patronlarimi sucluyorum. bu sartlarda calisarak hayatimi harcadigimi gormuyorlar mi? neden beni dusunmuyorlar? annemi sucluyorum. neden benden hic memnun degil? neden surekli elestirmek yerine yardimci olmuyor? bu sorular kadar onemsiz cevaplari da. bi seyler bi seyler olmus, sonuc da bu olmus iste. simdi ne olacak, esas soru o.

    sen neye karar verirsen arkandayim, diyen sevgiliden kaynak alan bir guvenle istifa ettim. birkac gun kafami dinledim. ne istiyorum, nasil ulasirim dusunup durdum. fark ettim ki hayallerim degismis. son siniftaki heyecanli kizin yerinde yel bile esmiyor. hayalim ev, araba degildi zaten hic. sokak hayvanlari icin bir rehabilitasyon merkezi kuracaktim. ozellikle sakat olanlar icin. git once don al kendine dememisim hic aynaya bakmamisim meger. o isler oyle degilmis. bir hayalin pesinde kosacak param olmadigi gibi belki de o kararlilik, zeka, kabiliyet adi her neyse iste yokmus demek ki icimde. hani o copten buldugu gazoz kapagini bile degerlendirerek amacina ulasan muhtesem insanlar var ya ben onlardan degilmisim ve bir basari hikayem de olmayacakmis. bunu hazmetmek, yazmak kadar kolay olmadi.

    sonucta gercekler aci. yirmi altima basmak uzereyim ama ilkokulda tema vakfi sayesinde diktigim agac haricinde pek de bir sey katamadim sanki mavi gezegene. dislerimi fircalarken suyu kapatiyorum bir de o var. bilime tek katkim soyle ciddisinden bir hastaliga sahip olursam eger kobaylik veya en azindan istatistiklere bir ilave olabilirmis gibi duruyor. henuz kesfedilmis ozel bir yetenegim de yok. harcaniyor degilim yani aslinda. nerede calisirsam calisayim onemi yok. sabah git, senin gibi binlercesinin yaptigi seyleri yap, aksam gel, ertesi gun basa sar. ise, meslege "deger katmak"tan anladigim sey bu degil. en fazla isletmenin cirosuna deger katiyoruz o kadar. maddi manevi tatmin oldugum yok.

    peki ne istiyorum? cok agir sartlarda calismayayim, elime gececek para yetsin, tatilim olsun, vaktim olsun, cocuklarim olsun, hamileyim diye isten atilma stresim, hamileyken eger negatifsem toksoplazma kapip dusuk yapma, sakat bebek dunyaya getirme endisem, sonrasinda is hayatina donme derdim olmasin, soyle rahatca ayaklarimi uzatip keyif yapabilecegim bir hayatim olsun, iki lafimdan biri is olmasin istiyorum. bu da ancak devlet memuru olmakla mumkun.

    buna karar verdikten sonra onun da hic oyle kolay olmadigini gordum. bir yandan kpss calisirken diger yandan atanmanin puandan cok alim sayisiyla alakali oldugunu fark ettim. ya sansin olacak okudugun bolumden her yil duzenli alim olacak ya torpilin. siradan bir hayatla geberip gitmek icin bile mucadele vermen lazim. hayvan gibi osmanli tarihi calissan da "voynuk nedir?" gibi bir soruyla eleyip geciyor seni osym. hicbir sey olamadim bari memur olayim, degilmis. ama su var ki bu saatten sonra ekmek arasi mermer de yesem ozel sektore donmeyecegim. bu sinava yeterince hazirlanamadim, gerekirse iki yil dersaneye gidip 2018'deki sinava girecegim. olmadi 2020'dekine. sinav mi kalkti, hic giremedim mi, ev hanimi olurum, ev kizi olurum ne var?

    gecenlerde bir haber geldi. dediler ki bakanlik 2014 puaniyla son bir atama yapacak. simdiye kadar sadece 100 kusur kisi almis sanirim. neyse kac kisi alacagi aciklandi. siralamama baktim, tutuyor. duzgun bir tercih listesi yaparsam ataniyorum. basladik neresi kac kisi alacakmis beklemeye. sonunda acikladilar ama sanki veteriner degil de ozel harekat aliniyormus gibi hakkariler sirnaklar havada ucusuyor. bati kontenjani kapanin elinde kalacak kadar. suriye merkez olsa yazip gidecek bi dunya insan var gerci. merkez yuksek kapatir, uzak ilcesini yaz sen, diye fikir verecek insanlar birbirine. son tercihimi yuksekova secerken elim titredi. dedim ya yuksekova yuksek kapatirsa, semdinli veya cukurca daha mi mantikli acaba...

    pazartesiden bu yana sonuclarin aciklanmasini bekliyorum. cok stresliymis. birkac sayfa okuduktan sonra aslinda okumadigini fark etmenin de otesindeyim. yarim saattir izledigim seyi meger izlememisim. kafa gidik. bence televizyon kanallarini gercekten arayan insanlar var. hani seyirciler telefonlari kilitledi size sunu soruyorlar yalani var ya. o gercek olabilir. aksama kadar osym'yi ve bakanligi arayanlari gordum. siz boyle dediniz, bakanlik soyle diyor diye telefonda kavga edenler mi dersin, bimer'e dilekce yazanlar mi, memurlar.net ve facebook gruplarinda cikan kavgalari hic sayma... "duyum alabilen insan karizmasi" diye bi sey var bu ortamlarda. ne zaman aciklanacak, ne olacak, boyle seylerin duyumunu alabilen adeta fenomen olmus insanlar var. timarhane gibi lan. boyle sanki herkes sabahtan bonzaisini, tinerini cekip oyle geciyor internetin basina. oysa uhu koklamak en iyisidir. hem masaya bi damla dokup kalemin arkasiyla pit pit pit karistirinca minik bir top da yapabiliyorsun uhudan. zaman geciyor...

  • plazada çalışanların köpük partilerinde coştuğunu öğlende işe gelip akşamüstü partilere aktığını zannedenlerin sanrısı.
    memurlar haftasonları tatili ve akşamları insancıl vakitte biten mesaileri sayesinde kendilerine vakit ayırabildiklerinden hepinizden daha kaliteli bir yaşam sürüyor. adamın senede 30 gün izin hakkı var. sen ekrana hipnotize olmuşken dünyayı geziyor lan adam. ayrıca patron ne der kaygısı kovulma korkusu olmadığından stres altında değiller ve daha verimli çalışıyorlar.
    şimdi sevgili dünyayı kurtaran kardeşim, kimin daha sıradan yaşadığına sen karar ver. ben söyliyim, ikiniz de bir rutinin içindesiniz; fakat memurun rutini onu mutlu ederken seninki seni öldürüyor. artık memurlara bok atmayı bırak ve sakince kpssden aldığın puanı utanmadan paylaş.