müstehzi gülümseme

  • yüzümde hep böyle bir gülümseme var benim. hayatı başka türlü yaşamayı beceremiyorum, en zor zamanlarda bile mizahi bir çıkış bulamazsam boğulacağımı sanıyorum.

    bedeninde tek başına yaşamaya mahkum insan, ağustos gecesi dahi bıkmadan sarılacak bir sevgilisi olsa dahi. kendimden ikinci bir ben damıtarak azaltıyorum bu varoluşsal sıkıntıyı. zaman zaman, üçüncü bir kişiye ihtiyaç duyuyorum; insan gülen bir yüzle karşılaşmak için daima ayna taşıyamaz yanında, hele de erkekse çok garipsenir bu toplumda.

    yüzüne bakacağım ve yüzüme bakacak bir insan bulmanın en büyük zorluğu, bir süre birbirimize baktıktan sonra, boşluğa baktığımızı farketmemiz. çoğu zaman, aynı şeylere gülüyor olmak, onları gülmeye değer bulmaktan çok, gülmeye hasret kalmış olmasından kaynaklanıyor insanların. ortak bir mizah anlayışı geliştirmek emek sarfetmeyi gerektireceğinden, gülebileceğimiz her şeye gülmeyi tercih ediyoruz ve sonunda, lahmacun yemeye gittiğimde başıma gelen o korkunç mutsuzluk anı çalıyor kapıyı: "sadece limon ve domates olsun" diye söylememe rağmen, iki dakika sonra yine marullu tabağın küt diye gelmesi.

    hayır bunu hiç kabullenmedim. geri gönderdim o tabağı. hayat, her saniyesiyle müthiş bir yolculuk ve "ya şimdi ne olacak? hep böyle mi sürecek?" çaresizliğine verilebilecek en iyi cevap, bu gülümseme. müstehzi bir gülümsemeyle süpürülüyor cam kırıkları ve kuruluyor şehirler yeniden, tıpkı dresden'i yeniden kurar gibi savaş sonrası. yüzümde hep böyle bir gülümseme var benim.