müslüman aklının mühürlenişinin hikayesi

  • (bkz: #56985105) favori içeceği deve sidiği ve peygamber kanı olan gazalici nihilist zihniyetin modern borazanlarının gözünden "islam hakkında" yazan bir yazarın "sabıkalı" olmaması için acaba ne yapmak lazım? evet bildiniz: ehli sünnet akidesinin onay verdiği resmi tarihe sadık ve tarihi şahsiyetlere tapıcı olmak lazım...

    amerika ırak'ı işgal etmiş.. 15 trilyon dolarlık finansal hacme sahip abd'nin yasama organına danışmanlık yapan bir organizasyon da kendi bünyesinde işinin ehli olarak gördüğü kimselere islam ve islam dünyasının geriliği hakkında üç beş kelam ettirmişler.. benim çeviri özetini yaptığım bu kitap ortaya çıkmış. buraya gelip de bana "alim taklidi yapan cahil" yaftası yapıştırmaya kalkan gazalici nihilist arkadaşın iddiası ne? robert reilly gibi adamlar oryantalist ve islamın ne olduğunu anlayamaz.. o yüzden tespitleri ve yazdıkları yanlıştır.. okumayın ve bir bok çukuruna dönen islam coğrafyası bok çukuru olarak kalmaya devam etsin. mesela hadisleri falan reddetmeyin ayşe'nin 9 yaşında muhammed ile çok afedersiniz yatağa girdiğine inanın. bu sayede yemen gibi ülkelerde 11 yaşında evlenip de 12 yaşında çocuk doğururken ölen şöyle kız çocuklarının haberleri sonsuza dek devam etsin. yeter ki gazalime dokunmayın yeter ki buharime dokunmayın yeter ki maturidime, eşarime, said nursime, menzilci tarikatıma dokunmayın.. yeter ki ibda-c terör hareketime dokunmayın. benim bunlara imanım varrrrrrr, inancıma saygı duyunnnn... ben senin çocuğuna devletin okulunda senin kendi verginle deve sidiğinin faydalarının yazılı olduğu kitapları zorla öğretmek ve senin çocuğunu da deve sidiği müdavimi olarak yetiştirmek istiyorum bu benim inancımdır buna saygı duymak zorundasınızzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzz!!!!!!!!

    bu adamlar hakikaten kafayı sıyırmış durumdalar. adam bugün bütün dünya genelinde çocuk gelin vakalarının sebebini yaşadığı islam türünde görmüyor, anasına babasına olan inancından belki bin kat daha fazla inandığı buhari denen kitapta yazan 9 yaşında kız çocuğu ile seks yapma hikayesine bağlamıyor, sırf o hadisten aldığı güçle 11 yaşında evlendirdikleri rahmi bir bebeği sığıdıracak genişlikte kemikleri ve omurgası da o ekstra yükü taşıyacak mukavemette olmayan, vajinası bir bebeğin kafasını çıkaracak formda olmayan ufacık kız çocuklarının pedofiliye maruz kalmasına ses etmiyorlar hem de tüm bunların sebebi olan eşari islamı/ ehli sünnet islamı hala daha savunmaya kalkışıyorlar. "eşari islam 9 yaşındaki kız çocuklarının ırzına geçilmesine onay verse bile içinde felsefe de var skocax yalan söylemiş" diyorlar. bu adamlar o kadar beyinsiz ki bunlara göre: son 1000 yılda çevirdiği kitap sayısı ispanya'nın bir yılda çevirdiğinden az olan arap alemi o kadar büyük alimlerle doludur ki dünyada en fazla kitabı barındıran, dünyada eğitime ve akademiye en fazla önem veren abd gibi bir ülke ne yaparsa yapsın gerçek islamı anlayamayacaktır. bunun hükmünü de safaret gibi adamlar verecektir. safaret gibi adamlara göre marsa gidecek aracı yapan abd, aha bu yazı yazdığı laptopu yaratan dünya genel medeniyeti o kadar aptaldır ki islamın ne olduğunu anlayamaz.. safaret'in götüne giydiği donu üreten makineyi yaratan alman okulları, safaret'in hastalıktan geberip gitmesini önleyen tifo ilacını üreten fransız okulları o kadar maldır ki o kadar cahiliye devri okullarıdır ki islamı asla ve asla safaret'in anladığı gibi anlayamazlar! japonya'dan çine, almanya, abd ve kanada'ya kadar eğitime, araştırmaya, akademiye milyarlarca dolar ödenek ayıran genel dünya medeniyeti o kadar basiretsizdir ki ne kadar çabalarsa çabalasın islamın ne olduğunu, bugünkü islam dünyasının yaşadığı bataklık hayatının kökenini cemaatlerde abilerinden sohbetler dinleyen safaret gibi ergenler kadar anlayamazlar. genel dünya medeniyetinin içinde ömrünü arap dünyasına ve islam tarihine vermiş binlerce profesör o kadar oryantalisttir ki bizim ergen safaret'in 3 sene cemaat köşelerinde takılarak edindiği islam tarihi, kelam ve diğer islami ilimler gibi öğretilerini asla ve asla anlayamazlarrrrrrrrrr...

    siz bir süs havuzunun içinde yaşıyorsunuz. fanustasınız. oryantalist dediğiniz adamların tümü sizin bugün içinde yaşadığınız rezaletin kökünü bulmuş ve eşari düşüncedir, gazalidir, ehli sünnet akidesidir, kulaktan duyma bilgilerle ve bir takım kendini evliya ilan edenlerin çürük akılları ile oluşmuş fıkıhtır demiş. sizi tepeden izliyorlar, dansöz gibi oynatıyorlar, size silah satıyorlar, birbirinizi gebertiyorsunuz. yani ırak'taki siyasal ortamlar türkiye'de olsa acaba safaret denen yazar hiç kafa kesmeyecek mi? e içtihat var ama kos koca bir osmanlı tarihi var kafalar nasıl kesildi bunları da mı inkar ediyorsunuz? saklamayın artık cuma hutbelerinzde kestiğiniz kafaları da anlatın hacı. cuma hutbesinde millet bıktı akrabaya yardım vs klişelerini duymaktan. ehli sünnetin özünü anlatın biraz. namaz kılmayanların hükmünün ölüm olduğunu ve içtihat kapısı kapandığı için bu içtihatın değişmesinin imkanının olmadığını anlatın artık biraz. yeter lan budizmden farkı olmayan 2000 tane hoşgörülü hadisle idare etmeye çalışıyorsunuz da geri kalan on binlerce hadisi anlatın biraz işinize geldiğinde bulup çıkarıyorsunuz. geri kalan vakitte akrabaya yardım falan; nasıl iki yüzlülersiniz oğlum siz? kafa kesmeleri anlatın biraz mesela.. ışid'e niye iftira atıyorsunuz ehli sünnet değil diye? bana selefi olmayan kaç tane hanbeli gösterebilirsin? kafa kesmek senin mezhebinde de var. maturidi inancında da var. eşariysen onda daha beter var. ehli sünnet içtihatı var. dayanak olarak kullandığınız ayet de var. çaprazlama kolları ve ayakları kesin diyor.. nasıl bir ehli sünnetsiniz nasıl bir maturidisiniz oğlum siz? bütün osmanlı, abbasi tarihini de biliyoruz kaç kafa kesilmiş niye saklıyorsunuz ulan?

    siz fanustasınız sizin dış dünyadan haberiniz yok, dış dünya ile bağınız da yok. sizin o batıdan bakanlar islamı anlayamazlar dediğiniz şey nedir biliyor musun?

    batıdan bakanlar sizin gazali tarafından afyonlanmış beyinlerinizi rasyonel bulmuyorlar demek. sizi bir takım ucube deliler olarak görüyorlar ve size acıyorlar demek.

    bunlar bir de antiemperyalizm ayakları çekiyorlar insanlara sanki islam ilk yüz yılında pers nüfusunun yarısını katlederek yayılmamış, suriye hıristiyanlarını kesmemiş kudüsü de kan gölüne çevirmemiş gibi. bir de beni batı hayranı ezik bir türk olarak göstermeye çalışıyorlar. yani ben bush taraftarıyım gibi sanki ırak işgal edilsin istiyorum gibi bir şeyler geveliyorlar. ben bush hayranı değilim güzel kardeşlerim batı hayranı da değilim beyaz ırk mavi göz hayranı da değilim. ben descartes a hayranım, aristo'ya hayranım, freud'a hayranım. comte'a hayranım, ibn-i rüşd'e hayranım, faarabi'ye hayranım. ben akıla hayranım. büyük akıllara hayranım...

    bunların en son gelip takıldığı yer şudur:

    skocax aklı ilahlaştırıyor...
    bunlar akla tapıyorlar..
    bunlar akıl zehirlenmesi yaşamışlar..
    bunlar aklı mutlak otorite kabul ediyorlar..
    yukarıdaki yazıda geçen de "işkence çektiren bir akılcılık, aşırı akılcılık, kendi aklını kullanamayacak kadar akılcılık"

    bunlar ne anlama geliyor? aşırı akılcı ne demek mesela? sen bu adamları aşırı akılcı olduklarına nasıl karar verdin?

    böbreğini kullanarak mı? yoksa aklını kullanarak mı? e sen birinin aşırı akılcı olduğuna karar verebiliyorsan onun kullandığı aklın da ötesinde bir akla sahip olduğunu iddia etmiş olmuyor musun?

    -bunlar aklını kullanıyor ama aşırı kullanıyorlar

    nasıl vardın bu yargıya? nereden vardın? böbrek kullanarak mı vardın?

    ulan akılla karar almayacaksak başka ne ile alacağız? manyak mısınız sapık mısınız oğlum siz?

    işte bu yüzden fanustasınız.. bu yüzden afyonlanmışsınız.. size bir kalp gözüdür, kalp ilmidir, keramettir, himmettir öğretmişler ezberden onları sayıp duruyorsunuz. sığır mısınız arkadaşım?

    kardeşim siz anlayamıyorsunuz bir türlü hala eşari akılcıydı diyorsunuz... eşari, hanbeli, caferiyye, selefi, maturidi, ışid ne sayarsanız sayın aklı mutlak otorite almayanların hepsi aynı gruptur.. hepsi aklı inkar eder. yerine gazali'nin teymiye'nin aklını hakikat sayar.

    "ya işte eşari geometri öğretilsin diyor" falan ama devletin mahkemeleri ve adaleti, hukuk sistemi de fıkıh yoluyla oluşturulsun diyor. o fıkıh ki kız çocuklarını 9 yaşında sosyal hayattan soyutluyor, kadınlara daha az miras hakkı verilsin diyor, erkekler ve kadınlar birbirinden izole eğitim alıp birbirinden izole hayatlar yaşasın, düğünde halay çekilmesin kuran okunsun, eğlenme gülme olmasın, kahkaha atma tebessüm et, satranç oynama diyor, kadın doktorlar erkek hastayı muayene edemez diyor... bu mu lan akılcılık? sen hukuk sistemini kuramadıktan sonra geometriyi öğretsen de bir boka yaramıyor. hukuk olmayınca geometri gereken makama geometri bilen yerine bilmeyen atanıyor. çünkü hukuk sistemin sikik. geometriyi bilen adam da benzincide pompacılık yapıyor.

    işte bu yüzden siz akılsızsınız diyoruz.. neyse kendi mezhepsel inancına uygun şekilde deve sidiği içerken video çekip de linkini entry'sine eklemeyenlere cevap mevap vermeyeceğim bundan sonra. deve sidiği için öyle gelin. sidikçiler sizi.

  • bugün siz ekşicilere bir amme hizmeti olarak robert reilly isimli amerikalı bir yazarın "the closing of the muslim mind, how intellectual suicide created the modern islamist crisis" yani "müslüman aklının mühürlenmesi; islamın entelektüel intiharı günümüz islamcılık krizini nasıl yarattı" diye çevirebileceğimiz kitabının özet tercümesini sunacağım. kitabın ingilizce pdf'sine şuradan ulaşabilirsiniz. kitap 2010 yılında yayımlanmış ve araştırdığım kadarıyla henüz türkçeye çevrilmemiş.

    robert r. reilly, american foreign policy counsil denilen amerikan dış politika konseyi isimli bir kurumun üyesidir. bu konsey amerika birleşik devletleri kongresi denilen abd yasama organına danışmanlık yapan ve vaşington'da çalışan bağımsız bir kuruluştur. reilly 2002-2006 yılları arasında ırak savaşında abd savunma bakanlığında ve ırak enformasyon bakanlığında kıdemli danışmanlık yapmış. uzun yıllar islam alanında araştırmalar yapan bu yazarın uzmanlık alanı islamdaki mutezile mezhebinin yok oluşu ve eşarilik mezhebinin hakim olması ile filozoflar çağının* sonlanışı ve islamda deterministik düşüncenin çöküşü, bunun sonucunda "selefilik akımının nasıl ortaya çıktığı" gibi konular. kavramlara aşina olmak adına kabaca hazırladığım aşağıdaki şablonu bir aklımızda tutalım önce, bugünkü toplam müslüman nüfusuna göre itikadda mezheplerin oranları. rakamlar kesin değil, yaklaşıktır ama tutarlıdır:

    %0 mutezile: akılcılar. felsefe islamın temelidir.
    %25 maturidi: hanefi mezhebi. felsefe yok. türkiyedeki tarikatlar ve cemaatler, dolayısıyla türk halkı. pakistan vs.
    %40 eşari: şafi ve maliki mezhebleri ile bir kısım hanbeliler. felsefe yok. en kalabalık grup.
    %5 selefi: hanbeli mezhebi. felsefe haram. suudlar, ışid, el nusra, taliban, müslüman kardeşler, mursi.
    %15 şiiler: caferi, zeydi vs. felsefe yok.
    %15 geriye kalan felsefe serbest akımlar: sekülerler, aleviler, nusayriler, akılcılar, modernler, sovyet müslümanları*, kuran müslümanları, balkanlardaki avrupa müslümanları ve şiiliğin ismaililik kolu.
    bu da mezhepler haritası: https://en.wikipedia.org/…dia/file:madhhab_map3.png

    evet bu kısa takdimden sonra sözü reilly'ye bırakalım.
    --------------------------------------------------------------------------------------------------------
    islam dünyasında nereye gidersem hep aynı problemi görüyorum: sebep ve sonuç, sebep ve sonuç..." fouad ajami
    "allah'ın her şeye gücünün yettiğini bilmez misiniz?" kuran 2/106
    "felsefe bir yalandır." abu said ibn dust (d.1040)

    bu kitap, dünya tarihinin en büyük entelektüel dramlarından birini anlatmaktadır: müslüman aklının mühürlenmesinin dramı. bu hikaye bir zamanlar yunan felsefesi ile zenginleşmiş ve döneminin en büyük filozoflarını çıkarmış islamın en sonunda nasıl aklı resetleme ve mühürleme pahasına sefalete ve zillete düştüğünün hikayesidir.

    öncelikle bir kaç soru ile başlayalım hikayemize:

    neden ispanya'nın sadece bir yılda çevirdiği kitap sayısı bütün arapların son bin yılda çevirdiğinden daha fazla?
    neden suudi arabistan'da büyük bir kesim hala insanın aya çıkabildiğine inanmıyor?
    neden islam medyası bazı doğa afetlerini hala daha tanrının cezalandırması olarak gösteriyor?

    işte bunlar aklın mühürlenmesi ile ilgilidir hep.

    aklı mühürlemenin iki temel yolu var:

    1- aklın hakikati bulabilme kabiliyetini reddetmek ya da bu kabiliyetini sınırlı kabul etmek
    2- hakikatleri bilinemez olarak görmek.

    yani diğer bir deyişle "akıl zaten bilemez" ya da "ortada zaten bilinmesi gereken bir şey yok" tavrı. eşari ekolünde bu iki tavır da mevcuttu. tanrı ile onun yarattığı akıl arasından otorite seçme sorunsalı ise bu tavrın temelinde yatan gerçekti.

    eğer birinin gerçeklik algısı ve gerçek dünya hakkındaki dini kabulleri yanlışsa ve bu kabuller onun inancının temellerini oluşturuyorsa, o kişi bu durumdan kurtulup hakikati bulabilir mi?

    bugün bu soruyu islamda bir problem haline getiren şey "eşari düşüncedir". eşari düşünce 9-12 yüzyıllar arasında gelişmiş ve sonrasında islam dünyasına hakim olmuştur. eşari düşüncenin nedensellik denen mefhumu inkar etmesi, bugünün kısmen arap kültürü temelli sünni ortodoks islamını yaratmıştır. işte bu yüzden lübnan asıllı amerikan aydını fouad ajami'nin "islam dünyasında nereye gidersem gideyim hep aynı problemi görüyorum: sebep ve sonuç, sebep ve sonuç..." tespitine gelmiştir islam dünyası. fazlur rahman'ın "kendini felsefeden mahrum bırakan toplumlar aslında yeni fikirlerden mahrum bırakmışlardır ve bu da aydınlanmanın intiharı anlamına gelir" sözü ile papa'nın 2006 yılında söylediği "yunanlıların hediyesi olan "aklın" kaybedilmesi nam-ı diğer "dehelenizasyon" modern çağda batının en büyük problemlerinden biridir." sözü ile paralellik gösterir. islamın dehelenizasyonu* ise daha az bilinir çünkü bu süreç çok etkili ve direkt bir süreç olarak 9-12 yüzyıllar arası yaşanmış ve bitmiştir. ürdün kralı hüseyin'in dediği gibi: "islam bu dehelenizasyon sürecinden sonra yanlış yola sapmıştır." bu kitap "islamın başına bunlar nasıl geldi?" sorusunu değil "neden böyle oldu?" sorusunun cevaplarını anlatmaya uğraşacaktır. ve "neler yanlış yapıldı?" sorusundan çok "niçin böyle kötü sonuçlandı?" sorusuna cevap vermeye çalışacaktır.

    9. yüzyılda kuranın yorumlanmasında iki yöntem mevcuttu: birincisi allahın iradesini ve gücünü merkeze alırken diğeri akılcılığı ve vicdanı (adalet duygusunu) esas alırdı. bu noktada belli sorular ortaya çıkıyor: akıl ile vahiy arasında nasıl bir ilişki vardır? tanrının vahiylerine aklın bir karşı duruşu mümkün müdür? ya da akıl vahiylerden uzak mı durmalıdır? belki en önemlisi de şu: akıl yoluyla doğru bilgiye ulaşılabilir mi? elbette bu sorular ile bütün diğer dinlerin inananları da karşılaşmışlardır. tüm tek tanrılı dinler de islamın yüzleştiği teolojik, felsefi, metafizik ve epistemolojik sorulara cevap aramışlardır. işte bu kitap sünni islamın bu sorulara tarih boyunca verdiği kabul gören cevapların islamı nasıl bir forma soktuğu ile ilgilidir. bugün nasıl ki ortalama bir hıristiyan augustine'in ya da aquinas'ın öğretilerinin hıristiyanlık dinine yaptığı etkiden habersizse aynı şekilde ortalama bir sünni müslüman da eşari ve gazali'nin el yazmalarının islama yaptığı etkinin farkında değildir. batıda ortalama birinin itikadda augustinian mı yoksa thomist mi olduğunu bilmediği gibi islam dünyasında da sokaktaki adam itikadda mezhebinin eşarilik mi yoksa maturidilik mi olduğunu bilmez. bugün islami cenahtan kaynaklanan terör olaylarını anlayabilmek için islamın derinliğine ve tarihsel felsefesine inmek gerekir. 11 eylül, londra, madrid, mumbai, detroit'te olan terör olaylarının islami açıdan gerekçeleri nelerdir? bu olaylar islam adına mı yoksa islamcılık adına mı gerçekleşmişlerdir? islamcılık, islamın deforme olmuş hali midir? eğer böyle ise islam bu hale nasıl gelmiştir? islam bu türde deformasyonlara karşı açık ve savunmasız mıdır? işte bu kitap özetle bu sorulara cevap bulmaya çalışacak.

    1. kısım; islamın yunan felsefesini keşfetmesi

    islamda akılcılığın kökenini bilmeden aklın mühürlendiği teşhisini yapamayız. kabe'de her kabileye ait 360 farklı putun olduğu çok tanrılı putperest (cahiliye dönemi denen) dönemde yunan felsefesinin arab yarımadasına girdiğine dair elimizde hiç bir delil yok. islam ilk yüz yılında çin sınırından ispanya'ya kadar bir alana yayıldı. özellikle bizanstan ve sasanilerden alınan yerlerde ciddi bir entelektüel birikim, çalışma mevcuttu. sasanilerdeki hocaların çoğu da bizanstan gelmeydi ve avrupa'da kaybolan yunan felsefesi burada üzerinde harıl harıl çalışılan bir şeydi. arapların bu bölgede islamı yayma çabaları onların da felsefe yoluyla ve bilimsel ahlakla islamı aklama ve akıl yoluyla felsefeyle uğraşan hıristiyanlara ve zerdüştlere kabul ettirme ihtiyaçlarının oluşmasına neden oldu. ve araplar, müslümanlar yunan felsefesi ile suriye, ırak ve iran'da tanışmış oldular. bu sırada o bölgede yüzyılların birikimi ile halen uğraş olan ve eğitimi verilen tıp, matematik, doğa bilimleri, kimya ve astroloji ile de ilgilenmeye başladılar. bu süreç 8. yüzyılda islamda inanılmaz bir akılcı çağın başlamasına neden oldu. mutezile mezhebi doğdu, müslüman filozoflar dünyaya geldi. elbette bunlara tepki olarak gelenekçi gruplar da oluştu: eşariler ve hanbeliler gibi.

    bu dönemin ilk tartışması kader ve kaza konusundaki "kaderiyye vs. cebriyye" tartışmasıdır. bu tartışmaya göre akılcı muteziler kaderiyye tarafındadır ve her insanın kendi hür iradesi ile kararlar aldığını ve bu kararlara allahın müdahil olmadığını söylemişlerdir; diğerleri de ebu hureyre'den gelen "kadınlar doğum yapmadan önce kadının karnındaki fetüs'ün yanına iki melek gider ve yaşamı boyunca hak yolu mu yoksa sapkınlığı mı seçeceğini bir deftere yazarlar, fetüs doğunca defterdeki gibi yaşar ve ölür" hadisi gibi kaynakları göstererek "hayır her hareketimizin sorumlusu ve yaptırıcısı allahtır, allah bize ister iyiyi ister kötüyü yaptırır, sonunda da ister cennete ister cehenneme gönderir." diyerek cevap vermişlerdir. bu dönemde emevi halifeleri cebriyye tarafını savunmuştur çünkü cebriyye'nin "her hareketimizi allah yaptırır" görüşü onların zulmüne meşruluk kazandırmaktadır. misal birilerini öldürttüğü vakit "bunları bana allah yaptırdı" diyerek işin içinden sıyrılabilmektedirler. mutezilenin kurucusu vasıl bin ata'nın talebesi hasan el basri gibiler ise bu duruma karşı çıkmış ve "insanların kötü hareketlerinin kaynağı allah olamaz" demişlerdir. 750 yılında gelen abbasi hanedanı emevilerin tümünü temizler ve mutezileye destek olur. abbasiler bu dönem ulema takımı üzerinde otorite kurma çabası içindedirler. abbasilerin 7. halifesi memun tahta oturunca şii mezhebine ve mutezilere daha fazla yakınlaşır, kendisi felsefe tarafından adeta büyülenmiştir.

    ikinci önemli tartışma akıl vs. nakil tartışmasıdır.
    islamda tam anlamıyla kemale ermiş ilk inanç ekolünü muteziler kurmuştur. eşarilik ise ikinci ekoldür. zaten hasan el eşarı 40 yıl boyunca mutezilik yapmış ve sonunda kendi ekolünü kurmaya karar vermiştir. bu iki ekol arasında başlayan tartışmalara da kelam ilmi denilmiştir. kelam ilmi aklın dindeki konumu, ahlakın akıl ile belirlenip belirlenemeyeceği, özgür iradenin gerekliliği, iyiliğin ve adaletin akıl yoluyla mı yoksa tanrının iradesi ile mi belirlendiği gibi tartışmaların yapıldığı ilim dalıdır. mutezile aklın iyiliği, kötülüğü, evrensel ahlakı bulabileceğini, insanın ruhunun iyiliği bulma fıtratında yaratıldığını iddia etmişlerdir. islamdaki teoloji tartışmalarında tartışmayı kaybedenlerin kitapları genelde yakılır. bugün elimizdeki bilgiler de kazanan tarafın verdiği karşı argümanlardan derlenmiştir. ancak mısırlı akademisyenler 1950'lerde yemendeki bir camiide 10. yüzyıldan kalma çok sayıda mutezile kaynağı buldular. ve bu kaynaklar artık mutezilenin fikirleri konusunda daha güvenilir kaynaklardır. mutezile diğer ekollerden "tanrı insanlara özellikle akıl vermiştir ve insanlar akıl yoluyla tanrıyı, ahlakı, iyiyi, kötüyü bulur; akıl, insan-tanrı ilişkisinde merkezdedir." görüşüyle keskin bir biçimde ayrılır. mutezileye göre tanrının insandan beklediği ilk vazife akıl yoluyla bir yaratıcı olduğunun bulunmasıdır zira tanrı duyularla ya da ilhamla bulunmaz. işte bu yüzden akıl vahiyden daha önemlidir. hiç vahiy gelmese bile insan varoluşunu sorgulamalı ve tanrıyı vahiyden bağımsız şekilde akıl yoluyla bulmalıdır. mutezile tanrının dünyaya doğrudan müdahale ettiği fikrine karşı çıkar. tanrı dağdan salınan bir kayayı aşağı kendisi yuvarlamaz bunun için yer çekimini yaratmıştır ve bu görevi her seferinde yer çekimi ifa eder. mutezile tanrının kanunlarını doğa kanunları olarak tanımlar. her maddenin kendine has bir özelliği vardır, tanrı böyle yaratmıştır ve bu özellik her seferinde aynıdır. bu yolla tanrının varlığına ve insanlarla konuştuğuna ikna olduktan sonra bu sefer tanrının konuşmalarının (kuranın) gerçek, orijinal olup olmadığına karar vermek gerekir. bu da akıl yoluyla gerçekleşir. bu gerçekleşirken ayetler bize bir şeyin iyi ya da kötü olduğuna dair bakış açısı verir. ancak bir şeyin iyi ya da kötü olduğunun net sonucuna biz ancak akıl yolu ile varabiliriz. mutezile, thomas aquinas ve ibn-i rüşd apayrı yüzyıllarda ortak bir şekilde "tanrının sadece güç değil aynı zamanda akıl da olduğunu, insan aklının da tanrı üretimi olduğunu, insan aklının tanrının aklından geldiğini, evrendeki rasyonelliğin aklın doğruyu bulabileceğine delil olduğunu, tanrının ilahi yasaları akılcı bir şekilde yaratıldı ise akıllı bir yaratık olan insanın da akıl yönünden bu sonsuzluğun bir parçası olması gerektiğini" söylemişlerdir.

    üçüncü önemli tartışma "iyiyi ve kötüyü akıl ile ayırt etmek mümkün müdür" tartışmasıdır.
    mutezileye göre sonsuz kanunun bir parçası olan insan bu özelliğinden dolayı iyi/kötü/adil ve adaletsiz gibi kavramların bilincindedir. iyilik ve kötülük standart şekilde evrensel olarak bellidir, bu yüzden akıl iyiyi ve kötüyü ayırt edebilir. tıpkı aristo'nun da bahsettiği gibi akıl yoluyla mutlak ahlaka ulaşılabilir. mutezilenin bu fikri daha önce bahsettiğimiz "özgür irade" tanımından gelir. allah mutlak iyidir. allah kötülük diye bir şey yaratmamıştır. kötülük sadece bu dünyada vardır ve insan üretimidir. bu da allahın insanlara verdiği özgür irade sayesindedir. bu nedenle kötü olan her şey insanidir. işte bu fikir aklın islamda geri kalan her şeyden önce geldiğinin göstergesidir. ancak buna "peki hasta çocuklar ve hayvanlar ne olacak, onlara olan kötülük insan kaynaklı değil ki?" sorusu sorulur ve muteziler buna da "elbette kendiliğinden hasta olanlar için sonunda allahın genel bir iyilik tasavvuru vardır. yoksa allahın varlığını ve kitabın haklığını sadece ve sadece akıl ile bulup da bundan sonrasında aklı devre dışı bırakmanın ya da sınırlamanın bir açıklaması olamaz. allahın kötülük yapabileceğini düşünmek allaha inanmamaktır" şeklinde cevaplarlar.

    dördüncü önemli tartışma "kuran ezelden beri allah ile varola mı gelmiştir yoksa sonradan mı yaratılmıştır?

    gelenekçiler, ortodokslar, eşariler kuranın ezelden tanrı ile birlikte geldiğini ve ebede kadar tanrı ile birlikte var olacağını söylemişlerdir. muteziler ise kuranın sonradan yaratıldığını iddia etmişlerdir. mutezile tanrının kendi farkındalığının kendi varlığı ile birlikte ezelden beri var olduğunu bu nedenle tanrının özünün onun bilinçsel farkındalığından ayrıştırılamayacağını ve henüz yaratılmamış bir takım sözlerinde (kuran) onun özünde ezelden beri var olduğunu anck sonradan yaratıldığını, tıpkı henüz yaratılmamış bir insanın ta ezelde bile tanrının özünde varolması gibi ifadelerle açıklamaya çalışmışlardır. ayrıca eğer kuran tanrı tarafından yaratılmış bir şey değil de ezeli bir şeyse bu durumda onun da ikinci bir tanrı olması gerektiğini söylemişlerdir. (skocax notu: kuranın yaratılmış olup olmadığı önemlidir. zira kuran yaratılmışsa akıl da yaratılmıştır ve bu durumda kuranın akıla üstünlüğü değil eşitliği söz konusu olur.) abbasi halifes memun 830 yılında beytül hikmet denilen felsefe okullarını ve tercüme merkezlerini açar (skocax notu: harun reşid başlatır ancak memun zamanında sistem olarak oturur. bunlar daha sonra aklın ve felsefenin kovulduğu yerine keramet, kalp ilmi, tasavvuf ve ilhamın geldiği nizamiye medreselerine dönüşecektir) . buralarda yunan felsefesi arapçaya çevrilir. burada yetişen ilk islam filozofu el-kindi'dir. el kindi "hakikati arayan için hiç bir şey hakikatin kendisinden daha değerli değildir." sözünün sahibi büyük bir filozoftur. tıpkı muteziler gibi akıl ve vahiy arasında sade ve hakikatperver bir harmoni oluşturmuştur. bu dönemde halife el memun abbasi devletinin resmi ideolojisi olarak muteziliği ve "yaratılmış kuran" fikrini esas alır, ulemasını bu fikirle test eder ve kuranın yaratılmış değil de ezeli olduğundan bahsedenleri cezalandırır. ceza alanlardan biri de hanbeli mezhebinin kurucusu ahmed bin hanbel'dir. hanbel, mahkemede her türlü soruya hiç yorum yapmadan sadece ayet ve hadisleri ezbere okuma yoluyla cevap vermekte, eğer ayet ve hadiste bulunmayan bir bilgi sorulursa sessiz kalmaktadır. hanbel'in bu dik duruşu gelenekçileri ve ortodoksları ona hayran bırakır. (skocax notu: bugün ışid ve selefiler hanbeli mezhebinden ve ibn-i teymiyenin yolundandırlar, ibn-i teymiye de hanbel hayranıdır, hanbelidir, hanbelcidir. selefiliğin kökü olarak en az ibn-i teymiye kadar ahmed bin hanbel de kabul edilir, eşariler en azından akıl yoluyla tartışmayı kabul ederler ancak hanbel akıl yoluyla tartışmanın da karşısındadır. iletişime kapalıdır. sadece ayet ve hadis üzerinden konuşur. kısaca bugünkü ışiddir, selefiliktir.)

    2- mutezilerin alaşağı edilmesi; aklı mühürleme süreci başlar

    abbasilerin ve islam imparatorluklarının bütün zamanlarda en güçlü olduğu dönem 5. abbasi halifesi harun reşid dönemidir. harun reşid ile onun neslinden 9. halife vasık arasında kalan 60-65 yıllık süre de muteziliğin devletin resmi ideolojisi olduğu dönemdir. özellikle 7. halife memun, geceleri rüyasında aristo ile tartışacak, aristo'ya "iyi nedir?" diye soracak o da "iyi rasyonel olandır" cevabını verecektir. vasık'tan sonra gelen 10. halife mütevekkil iktidarının 2. yılında bugünkü sünniliğin kökü olan ehli hadisçi islamı benimser ve mutezi düşünceye cephe alır. hüseyin'in kerbela'daki türbesi yıkılır. imparatorluk sınırları içinde yaşayan hıristiyan ve yahudilere zulmeder, kılık kıyafet dayatmaları yapar. daha önce devlette önemli mevkilere gelen muteziler görev yerlerinden uzaklaştırılır. mutezilerin hapse attırdığı ibn-i hanbeli'i serbest bıraktırır ve kuranın yaratılmış olup olmadığı tartışmasını yasaklar. beytül hikmet denen medreselerde kelam ilmi ve felsefeyi kaldırarak sadece bilimsel çalışma ve çeviri yapan okullara dönüştürür. arapların ilk filozofu olan büyük el kindi'nin kütüphanesine el koyar ve 80 yaşındaki filozofa zulmettiği rivayet edilir. daha sonra gelen 16. halife ahmet mutezid döneminde kelam ve felsefe kitaplarının çoğaltılması ve satışı yasaklanır. mutezilerin bağdat'ta baskıya uğraması muteziliği hemen bitirmez. bağdatta kalmaya devam edenler olduğu gibi başka yerlere çekip gidenler de vardır. mesela bir kısmı iran bölgesinde ehli beytçiler tarafından kurulan büveyhoğulları devletine gider. ve hatta albert hourani bugün en fazla kabul görmüş şii öğretilerin bu dönemki mutezilerin ekolünden geldiğini iddia etmektedir. dört bir yana dağılan muteziler ibn-i sina, farabi ve ibn-i rüşd gibi döneminin en büyüğü akılcı filozofların ortaya çıkmasını sağlamıştır. (skocax notu: bugün halife mütevekkilin seçtiği islamı yaşayan ehli sünnet taifesi bu yazıyı okuduktan sonra kendileri de araştırıp emin olarak bundan sonra artık sağda solda ibn-i sina ve farabi ile övünürken bir kez daha düşünürler umarım) lübnan asıllı ingiliz yazar george hourani mutezilenin tam olarak çöküşünün 25. halife ahmet kadir'in 1017 yılında tahta çıkması, 1060'larda bağdatta hanbeli eylemleri ve ardından selçuklu devletinde nizamiye medreselerinin kurulması ile gerçekleştiğini iddia etmektedir. 14. yüzyılda tunus'ta ibn-i haldun doğar ve döneminin en akılcı islam bilgini olmasına rağmen o bile eşaridir artık.

    islamın en literalist yani kelimesi kelimesine vahyi ve hadisleri uygulayan ve yaşayan fıkıh ekolü hanbeliliktir. hanefi, şafii, maliki ve hanbeli sünni islamın 4 mezhebidir ve 12. yüzyıldan itibaren 5. bir mezhebin kurulması yasaklanmıştır. buna sünniler "içtihat kapısının kapanması" derler. bu tarihten sonra sadece "mevcut" içtihatlardan biri seçilebilir artık, yeni içtihat yapılamaz. halen öyledir. bunu daha sonra aşmaya çalışanlar olduysa da "eski insanlardan daha mı iyi bileceksin" diyerek susturulmuşlardır. bunlardan sadece hanbeli kelam ilmini tümüyle reddetmiş diğer üçü kelam ilmini bir süre önem vermiştir. hanbeli'ye göre allahı bulmak için akla ihtiyaç yoktur. kişi aklını kullanmadan allaha iman etmeli ve vahiy ile hadis dışında kendi aklından yeni bir şeyler uydurmamalıdır. örneğin hanbeli eğer muhammed karpuz yemediyse bize karpuz yemek yakışmaz demiştir ve hayatı boyunca karpuz yememiştir.

    eşarilik mutezile ile mücadele ederken hanbeliliği de desteklemiştir. tanrı mutlak güç ve iradeyi temsil ettiği için aklın iktidarı savunulamaz. cezayir asıllı fransız yazar muhammad arkoun bu durumu " onlara göre hakikat vahiy ve hadis aracılığı ile bütünüyle verilmişti, "acaba burada ne demek istedi tanrı" diye sormaya bile gerek yoktu, yani aklın sessiz kalması gerekliydi" şeklinde açıklar. hıristiyanlık gibi diğer dinler de mucizeleri onaylar, islamda mutezile dahil neredeyse bütün akımlar da mucizelerin varlığını belirtmiştir. ancak eşari öldükten 150 yıl sonra gelen gazali dünyanın her anının bir mucize olduğunu, allahın her an dünyayı kontrol altında tuttuğunu ve sabit bir doğa yasaları listesinin çıkarılamayacağını. bunun yerine doğada sürekli aynı şekilde tekrar eden hareketlerin en fazla doğanın alışkanlıkları şeklinde ifade edilebileceğini söylemiştir. (skocax notu: bu demek değildir ki müslümanlar f=ma'yı kabul etmez, mesela gazalinin "ahiret aleminin sırları" adlı kitabında yazan ve doğa kanunları ile ve akılla çelişen binlerce zırvayı da f=ma'nın yanında kabul etmelerine yol açar, bu da müslümanların ben gazaliyim ya da gazaliciyim diyen herkesin peşinden akıl kullanmaksızın koşmasına neden olur)

    3. iradenin metafiziği

    ebu hasan el eşari, yunan felsefesinden gelen atomik teoriyi islama uyarlar. ona göre dünya atomlardan oluşmaktadır ve atomlar arası bağlantıyı da tanrı bizzat kendisi sağlamaktadır. zamanda ve mekanda bütün varlıklar her an atomların tanrının iradesi ile yeni bir form alması ile oluşur ve yok olur. tanrı bu oluşma ve yok olma süreci arasındaki bağlantıyı iradesi ile sağlar. bir andan diğerine geçerken bütün resimde değişiklik olması mümkündür ve bu bütünüyle tanrının nasıl istediği ile ilgilidir. örneğin bir ağacın bir sonraki anda hala ağaç olarak kalıp kalmayacağı net değildir. tanrı isterse ağaç olarak kalır istemezse bir domuza dönüşebilir ya da yok olabilir. eşariliğin radikal metafizik algısını tam olarak anlayabilmek için islamabad üniversitesinden pervez hoodbhoy'un örneğine bakalım: " eşariliğe göre yayından fırlamış ve hızla giden bir okun istikametindeki her an tanrı tarafından yeniden yaratılır ve yeniden yok edilir. okun bir önceki konumuna bakarak bir lahza sonraki konumunun neresi olabileceğini çıkarabilmek mümkün değildir çünkü bu allahın iradesine bağlıdır ve genelde giden bir okun hangi istikamette gideceğini çıkarabiliyor olmamız "allahın alışkanlıklarıdır" yasaları değildir."

    islamda nedenselliğin kaybedilmesi eşarilerin "atomik teori ve durmadan yeniden yaratılan anlar" görüşünün gazali'de zirve yapması ile gerçekleşir. gazali neden-sonuç ilişkisini tıpkı eşari gibi reddetmiştir ve eşari'den siyasi anlamda daha güçlü bir konumdayken bunu yapmıştır. gazali'ye göre "susamak ile su içmek arasında bir neden sonuç ilişkisi yoktur. ateşe değmek ile yanmak arasında, acıkmak ve yemek yemek arasında, hastalanmak ve ilaç içmek arasında neden sonuç ilişkisi, nedensellik yoktur. bunun yerine ilahi bir irade vardır ve mesela kumaşı yakan bizzat tanrıdır. yanma başlayınca kumaşın küllerini yaratır ve ona siyah rengini verir. bu işlem sırasında melekleri kullanır ya da doğrudan kendisi yapar. filozofların ateşin yanmaya sebep olduğuna dair iddialarında "gözlem" den başka kanıtı yok. oysa ateşin kumaşı yakmasında nedensellik değil ateş ile kumaşın aynı anda bir arada bulunması yani eşzamanlılık ve birliktelik vardır, gözlem sadece eşzamanlılığı/birlikteliği ispatlar nedenselliği değil." nedensellik yoksa akıl da yoktur demektir. akıl denilen şey sürekli tekrar eden bir takım şeylerin bir düzeni olduğu kabulünü kendine mekanizma edinir. gazali "peki neden hep aynı nedenler aynı sonuçları doğuruyor?" sorusunu da "bunlar allahın alışkanlıklarıdır, adetullahıdır, her seferinde aynı sonuçların ortaya çıkması nedenselliği ispatlamaz" şeklinde cevaplar. gazali'nin bu tutumu en nihayetinde şu anlama gelmektedir: bu dünyada fiziki, ahlaksal ya metafizik anlamda hiç bir düzen yoktur tüm bu kavramlar havada asılı durmaktadır." ibn-i rüşd bu durumu "eğer sebepler ve sonuçlar arasında bir bağlantı yoksa bu dünyada bir düzenin ya da nizamın olması mümkün değildir. eğer düzen ve nizam yoksa da var olan şeylerin bilme ya da irade kullanma gücü yoktur demektir. oysa düzen ve nizamın bir bilgelik ve akıl aracılığı ile yaratılmış olduğunu görüyoruz." işte bu iki farklı tutumdan gazalinin tanrıyı mutlak irade, ibn-i rüşd'ün de mutlak akıl ya da mutlak bilgelik olarak gördüğünü anlıyoruz. "zaten yanmanın sebebi ateştir, ateşin sebebi ısıdır diye en son mutlak sebebe gitmeye kalkarsak sebeplerin sebebi olarak da allah'ın kendisini görmüş oluruz. bunun sonucunda "eğer tanrı tek sebep değilse o zaman tanrı tek tanrı da değildir" anlamı ortaya çıkar. bu yüzden nedenselliği islam kabul etmez." demiştir eşarilik. (skocax notu: bir inanan için eşariliğin bu kurgusu doğru olabilir. inananlar için elbette yoktan var edici bir güç aynı zamanda bütün nedenlerin de nedeni olmak zorundadır. ancak bu düşünceye ulaşabilmek uğruna nedensellik denen ilkeyi harcamış olmaktır asıl problem, f=ma formülünün kanun olmasını tanrının varlığına tehdit gören bir anlayıştır bu. f=ma kanun değil "alışkanlıktır" bu anlayışa göre.) nedenselliğin inkarı bilim için gerekli olan "tahmin yürütme" yi epistemolojik olarak imkansız teolojik olarak da istenmeyen bir şey yapar. bu durum bütün günlük hayatı etkiler. bugün çoğu sünni ulema yağmurun nedeninin bilimsel açıklamasını "tanrının insana gösterdiği ilüzyon" olarak görmekte, yağmurun aklın ötesinde bir sebebinin olduğuna iman etmektedir. 1983-1984 yıllarında "tanrı havayı yaratır ve istediğinde yağmuru yağdırır; hava durumu hesaplanabilir değildir" görüşü ile pakistan'da hava durumu haberleri yayından kaldırılmıştır.

    epistemolojinin, bilgi felsefesinin kaybedilmesinin sebebi nedenselliğin inkar edilmesidir. bu dünya için eğer sebepleri ve tahminleri ortadan kaldırırsanız bilginin kendisini de ortadan kaldırmış olursunuz.

    objektif ahlakın varolabilirliği fikrinin kaybedilmesi epistemolojinin yani bilgi felsefesinin kaybı ile olmuştur. gazali ve cüveyni aynı sözde birleşmişlerdir: "akıl ahlaki hakikatin kaynağı olamayacağına göre farzlar ve haramlar için yani insan davranışını sınırlayan kurallar için de zoraki bir kaynak olamaz, ancak şeriat buna kaynak olabilir." zaten eşari "bir insan iyilik yaptı ve cennete gitmeyi kabul etti diye illa cennete gitmesi gerekmez, cennete gitmesi gerektiğine biz aklımızla karar veririz ancak allahın aklı bütün akıllardan üstündür ve dilerse cehenneme de atar, bütün hayatını ibadetle ve inançla geçirmiş birinin eğer allah dilerse cehenneme atılması ahlaksızlık değildir, bu allahın iradesidir ve onun ahlak tahayyülünü, iyi ve kötü anlayışını bizlerin anlayabilmesi mümkün değildir" demiştir.

    adalet mefhumunun kaybedilmesi objektif ahlakın varolabilirliği fikrininkaybolması ile ortaya çıkmıştır. gazali adalet mefhumunu şu şekilde açıklar: "allahın adaleti ile insanın adaleti karşılaştırma kabul etmez. insan adaleti kurmaya uğraşırken, mesela birinin hakkı savunulurken bir başkasının bundan zarar görmesi gibi belli noktalarda ufak adaletsizliklere neden olabilir. ancak allahın adaletinde zerre kadar hata yoktur. birine hak verilirken diğerinde zerre kadar haksızlık uygulanmaz." gazali adaleti "bir farzı yerine getirmek, bir haramdan sakınmak" tanımına indirgemektedir. dünyadaki adalet de allahın koyduğu kurallar ve yasakladığı haramlardan ibarettir. akıl adaletin bir parametresi olamaz. yani nedenselliği kaybedince kaybettiğiniz akıl sonunda adaleti de kaybetmenize sebep olmuştur. felsefe tarihi dersleri isimli kitabında hegel eşari islamını şöyle açıklar: "bu islam türünde tanrının davranışı bütünüyle akıldan yoksun şekilde sunulmuştur. akılcılıkla ilgili her şeyin ve karşılıklı bağımlılığın bütünüyle dağılması tanrının davranışını tamamen soyut bir hale getirmiştir. arapların geliştirdiği bilim ve felsefe bu yönde ilerlemiştir sadece kapristen ibarettir."

    özgür irade kavramının kaybedilmesi "ilk sebep (sebeplerin sebebi) tek ve mutlak sebeptir" görüşünden dolayı tüm bu süreçler yaşandıktan sonra gerçekleşmiştir. bu yüzden eşari'ye göre insan bir eylemin başlatıcısı ya da bitiricisi olamaz"

    islam reformcusu akademisyen fazlur rahman'ın dediği gibi: "10. abbasi halifesi mütekellim aristocu doktrini reddetmesi eşariliğin yeni argümanlar kazanmasına neden oldu. atomik teori güçlendi. doğal nedensellik inkar edildi. ve islam aklı bütünüyle reddeden adeta devasa bir dogmaya çevrildi. kalp ilmi, keşif, ilham ve keramet gibi bir takım metafizik terimler icat edildi. vahiyler bu terimler aracılığı ile eğilip büküldü. kısaca eşarilik kendi uydurduğu teoloji aracılığı ile gerçekliği reddetmiştir." ironik biçimde aslında insanı belki de dinsizliğe götürmesi gereken "şüphecilik" eşarileri "acaba akıl ile ulaşılan bilgi doğru bilgi mi şüphesi ile demek ki doğru bilgi sadece vahiydir" gibi bir çelişkiye götürmüştür.

    4-eşariliğin zaferi

    eşarilik oldukça radikal olmasına rağmen hemen hemen bütün sünni islam dünyasına yayılmıştır. (skocax notu: orijinal halini kaybeden maturidilik bugün bütünüyle eşarilik hükmü altındadır, maturidiler kendi maturidi alimlerinden çok gazali gibi eşari alimleri okurlar ve onun anlattıklarını yaşarlar bugün: (bkz: #56421440))
    (eşariliğin zaferini şurada ben de anlattım: (bkz: gazali/@skocax), kitapla aşağı yukarı paralel. bu nedenle tekrar girmeyeceğim burada)

    5-gazalinin talihsiz başarısı ve islamın dehelenizasyonu

    pakistanlı felsefe profesörü m. abdul hye "gazali eşariliği öylesine popüler yapmıştır ki bugün artık müslüman aleminin genel ideolojisi haline gelmiştir eşarilik. halife memun'un aristolu rüyaları bir kabusa dönüşmüştür. g.b. macdonald "gazali zeka ve aklı sadece akla olan güveni yok etmek için kullanmıştır" der. duncan mcdonald evam eder "gazali işini bitirdiğinde islamda geriye hayata dair hiç bir entelektüel temel kalmamıştır. tarafı yunan şüphecilerle david hume'un şüpheciliğinin tarafıdır. nihayetinde bizleri vahyin ve el yazmalarının sınırladığı dünyaya savurmuştur." gazaliden 100 yıl sonra endülüs'te ibn-i rüşd, gazalinin filozofların tutarsızlığı isimli kitabına satır satır reddiye yaptığı tutarsızlığın tutarsızlığı isimli kitabında akıl ile vahyin birlikte var olabileceğini anlatır. ayrıca gazali'nin "safsata" olarak nitelediği felsefe için tıpkı muteziler gibi ilahi ilahi yasanın olmazsa olmaz bir ilkesi olduğundan bahseder. ancak çok geçtir artık. 1195 yılında cordoba'da ibn-i rüşd'ün tüm kitapları yakılır ve felsefe yasaklanır. aristo'nun en büyük çevirmenlerinden biri olan ibn-i rüşd islam dünyasındaki sıfır etkisine rağmen avrupanın kaderine muazzam bir değişim getirmiştir. cordoba'daki kitap yakımından önce avrupa'ya dağılan kitapları yaratmıştır bu değişimi.

    islamın dehelenizasyonu yunan düşüncesinin eşari baskı altında asimile olması ile gerçekleşir. bu durum islam dünyasında girişimciliğin, merakın ve hayal gücünün yok olması ile bugünümüzü yaratmıştır. fahreddin er-râzî gazalinin müridi ve ibn-i sina eleştirmeni 12. yüzyıldaki eşari büyüklerinden biridir ve söylediği şey şu: kelam ilminin ve felsefenin yöntemlerini araştırdım, bunlarda vahiyde bulduğum faydanın hiç birini bulamadım." 13. yüzyılın en önde gelen hadis merkezi saylan şam'daki darül hadis medresesinin rektörü ibn-i salah (ö.1251) kendisinden kelam ve felsefe çalışmasında bulunmak isteyen talebelerine "felsefe çılgınlığın temelidir, karışıklığın sebebidir, külliyen hatadır" fetvası ile cevap verir. eşariliğin zaferi ibn-i teymiye (ö.1263) ile devam eder. eşari atmosfer "aklın tanrı ile olan ilişkide hiç bir hükmü yoktur" diyen hanbeliliği ayrı bir forma sokmuş, teymiyecilik daha sonra abdul vahhab ile vahabiciliğe günümüzde de selefiliğe dönüşmüş bugün suudi arabistan'ın resmi ideolojisi olmuştur. gazalinin felsefeye yaptığını ibn-i teymiye teolojiye yapmıştır. türk bilgini katip çelebi (ö.1657) osmanlının gerileyişine kafa yorar ve sorunun "eski alimlere sadakat yüzünden yeni ilimlerin ve düşüncenin, felsefenin yasaklanmış olması" olduğunu belirtir. fazlur rahman 2008 yılında bir röportajında arap dünyasından filozof çıkmasının imkansız olduğunu, modern çağda bir tane bile arap filozof göstermenin mümkün olmadığını söyler. bunun gerekçesi olarak da teolojik etki ile şekillenmiş arap kültürünü gösterir. suudi şuura meclisinin temsilcilerinden ibrahim el buleyhi, ibn-i heysem, farabi, ibn-i sina, el razi, el kindi, el harezmi, ibn-i rüşd gibi muazzam müslüman filozofların aslında islamın özünün değil mezopotomya ve livan'daki yunan felsefesinin başarısı olduklarını itiraf eder. müslüman akademisyen bassam tibi siyasi anlamda rasyonel düşünce devlet eliyle sistemleştirilemediği için yunan düşüncesi islam dünyasında asimile olmuştur, bugünkü köktendinci islamcılar islamın altın çağını yaşatan ibn-i sina ve ibn-i rüşd gibi alimlere bugün bile düşmanlardır" der. mısırlı reformcu müslüman düşünür tarek heggy " islam dünyası katı bir gelenkçi olan ve insan aklını hakir gören gazali ile akla ve mantığa hakettiği değeri veren ibn-i rüşd'ün fikirlerinin çatıştığı bir savaş alanıydı ve çoğunluğun gözünde bu savaşın galibi gazali oldu" demektedir. fazlur rahman "eğer gazali olmasaydı bugün dünya bambaşka bir yer olurdu" diye belirtir.

    6-çöküş ve sonuçları

    gazali yerine ibn-i rüşd'ün fikirleri kabul görseydi müslüman aklı mühürlenmeyecekti. kahire üniversitesinde felsefe kürsüsü sahibi hassan hanafi gazali'nin aklı ve rasyonaliteyi eleştiren bilinmezci eşarı tutumunun siyaset anlamında tarih boyunca tüm hükümdarlara inanılmaz kolaylıklar sağladığını iddia eder. buna karşı olabilecek bir örnek modern türkiye'nin kurucusu mustafa kemal atatürkün kendi döneminde gazali kitaplarının türkçeye tercümesini yasaklatmış olmasıdır. bugün islam ile demokrasinin bir arada olamayışının nedenleri merak ediliyor. eşari ve hanbeli (selefi) düşüncenin olduğu yerde demokrasinin olma şansı yok. demokrasinin ön koşulu insan aklının öncelikli olduğunun gerek felsefi gerek teolojik anlamda kabulüdür. aksi halde meşru kaynak ne olacak? aklın kovulduğu, neden sonuç ilişkilerinin meşru görülmediği bir yerde bir yasa, düzen, uygulama akılların çatışması ile meşru yoldan nasıl yapılabilir? eğer bir insan akla ve mantığa uymayan, nedenselliği reddeden bir dünyada yaşıyorsa kaderden başka sarılabileceği dayanağı yoktur. ülke idaresinde uygulanabielcek yönemler, anayasa yazmak, yasa oluşturmak, idari yapılanma çeşitleri... bunların tümü içtihat yani "yeni doktrinler ve hükümler ekleme" kapısı 13. yüzyılda kapanmış sünni islamla nasıl mümkündür? anayasa 13. yüzyılda yazılmıştır, yasalar oluşturulmuştur, devlet idaresi üzerinde çalışılmasına gerek olmayan bir şeydir bu durumda. oysa siyaset bilimi ve hukuk her geçen gün daha da gelişen bilimlerdir. bu gelişmeden uzak kalmak ve siyaseti, hukuku 13. yüzyıla hapsetmek demokrasiyi imkansız kılar. demokrasi olmadan medenileşme, gelişme ve adilleşme olmaz. eşari etkiyle şekillenmiş islam namazda başkan ve kölenin aynı safta durarak ya da kabede tavaf sırasında tümünün aynı ihrama girerek eşitlendiğinden bu islamın insanları eşitleyen bir din olduğundan bahseder. oysa bu islamda kadın ve erkek ayrı haklara, inanan ve inanmayan ayrı haklara sahiptir. insanları eşit görmez. insanların eşit olmadığı yerde demokrasinin oturması mümkün değildir. bugün bütün islam ülkelerinin anayasalarında dahi inanç ya da resmi inanç adına yapılan insan hakları ihlalleri ve özgürlük kısıtlamaları vardır. 1990 yılında kahire'de yayınlanan islamda insan hakları deklarasyonun evrensel insan hakları deklarasyonu ile arasındaki farkları çıkardığımızda insan hakları ihlali olan maddelerin "bunlar allahın vahiyleridir" şeklinde açıklandığını görüyoruz. şeyhül el ezher, mısırdaki meşhur el ezher üniversitesinin şeyhi olan ve sünni islamın en yetkili mercii olarak görülen muhammed said tantavi 2000 yılında suudi arabistanı dünyada insan haklarını en iyi koruyan ülke olarak göstermiş gerekçe olarak da "allahın kanunları ile insan haklarını koruyorlar, onlardan iyisi olamaz" demiştir. gazali'nin dolaylı etkilerinin dışında doğrudan etkileri de hala devam etmektedir islam dünyasında. bir kaç on yıl önce pakistan'da fizikçilere sebep/sonuç ilişkisini inkar etme eğitimleri verildi. çocuklara derste "oksijen ve hidrojen birleştiği için su oluşur" demek yerine "oksijen ve hidrojen bir araya gelince allah suyu yaratır" demeleri telkin edildi. nedenselliğin reddi insanları gerçekliğin reddine götürür. 1990 yılında suriye'de sadık celal el azm isimli filozof, kasıtlı olarak "sünni islamın kutsal kabul edilen kaynaklarını kullanarak islama göre dünyanın düz olduğunu ve güneşin etrafında dönmediğini, dolayısıyla gerçekte de dönmediğini" anlatan bir kitap yazdı ve el ezher'den buna reddiye vermelerini istedi. sünni islamın kalbi olan kos koca el ezher'den hiç kimse el azm'a karşı çıkamadı. hizbuttahrir örgütüne göre bütün doğal felaketler tanrının cezalandırmasıdır bu yüzden doğal felaket sigortası yaptırmak haramdır. hatta eceli geldiğinde allaha karşı çıkmak olmaz diye otomobillerde emniyet kemerine bile karşı çıkarlar. şunu anlamalayız ki islama yerleşmiş bir kelime olan "inşallah" basit bir kelam değil çok ciddi bir dini doktrindir.suudi arabistan'da hemen hemen herkes petrol zengini olmalarını "doğru yolda oldukları için allahın onlara lütfu" olarak algılar. pakistan'ın taliban kontrolündeki bölgelerinde çocuk felci aşıları ecel gelirse önünde kimse duramaz bu aşılar ecele müdahale ediyor gerekçesi ile ulema tarafından haram kabule edildi.

    bugünkü islam anlayışı aynı zamanda baştan sonra komplo teorileri ile doludur. komplo teorilerine inanmak islam kültürünün parçası haline gelmiştir. 2004 yılında üst düzey suudi bir yetkili televizyonda "noelde zinacılar ve kafirler küfre daldıkları için allah onları tsunami ile kahretti" şeklinde bir açıklama yapar. yine katrina kasırgası da allahın amerika'yı cezalandırmasıdır hemen hemen bütün arap basınına göre. 2005 yılında 90 bin kişinin öldüğü pakistan depremi de günahkar müslümanların cezalandırılması olarak görüldü. 2009 yılında mısırda bir gazete "yahudiler gıda maddelerine kanser şırıngalayıp müslümanlara satıyor" haberi yaptı. 2008 yılında hamas tv "bilim adamları aids'in çaresini peygamberin hadisinden buldu" şeklinde haber yapmıştır. saddam değil onun dublörü asıldı, tom ve jerry yahudilik propagandası yapıyor, danimarkalı kadınların %54'ü babasının kim olduğunu bilmiyor, batıda kadınlar köpeklerle ve eşeklerle evleniyor vs. bunların tümü "yetkili merciler, gazetlerin, kişilerin" açıklamaları ve bunlara ciddi ciddi inanıyor insanlar.

    7- enkaz; müslümanların kendi ifadeleri

    bugün bir çok arap kendi medeniyetlerinin bir enkaz olduğunun farkında. ve tarih boyunca bu sürekli sorulageldi.. neden böyle oldu? bir zamanların ihtişamlı islam dünyası nasıl bu hale geldi? 2005 yılında nobel edebiyat adayı olan suriyeli şair ali ahmed said "bugün araplara ve diğerlerine bakıyorum araplar kendini yok etmek üzere, bu dünyaya hiç bir katkıları da yok" şeklinde beyanda bulundu. tunuslu düşünür abdulvahhab meddeb "avrupa, japon, çin, amerikan, hint ve islam medeniyetlerinin insanlığa katkısına bakıyorum.. islam medeniyete ne vermiş? belki sadece sufizm.. onun dışında hiç bir şey yok. yeni bir yöne sapmadığı sürece islam medeniyeti yok olmaya mahkumdur." şeklinde yazdı. mısır müftüsü dr. ali gum yazdığı kitapta peygamberin idrarını ve terini içmenin helal olduğunu belirtmiştir. bugün mısır'da fetva meclislerinde "yetişkinlerin emzirilmesinin günah olup olmadığı" tartışılmaktadır.

    malezya islam üniversitesinin yaptığı araştırmaya göre islam ülkelerinde ortalamada her 1000 kişiye 8.5 bilim adamı, mühendis ve teknik eleman düşerken bu oranın dünya ortalması 1000 kişiye 40.7 ve oecd ülkeleri için 1000'de 139.3'tür. sadece hindistan ya da ispanya tek başına 46 islam ülkesinin toplamından daha fazla bilimsel yayın yapmaktadır. pakistan son 43 yılda sadece 8 tane uluslararası patent alabilmiştir. güney kore bir milyon kişi başına 144 bilimsel makale üretirken bütün arap ülkeleri bir milyon kişi başına sadece 26 bilimsel makale üretebilmektedir. 1980-2000 yılları arasındaki 20 yıllık sürede sadece güney korenin 16.328 bilimsel patenti bütün orta doğu arap ülkelerinin ise toplamda sadece 370 patenti vardır. 370 patentin bir kısmı da orta doğudaki yabancılara aittir. bu içler acısı durum batı bilimi yerine islam bilimi sloganlarıyla ve ülkelerin islamcı politikaları ile daha da derinleşmektedir.

    bu enkaz sadece bilimsel alanda değil elbette. arap dünyası insani gelişim, eğitim, sağlık, gsmh gibi alanların tümünde listelerin en sonlarındadır. 2002 yılı datalarına göre bütün arap ülkelerinin toplam gsyih değeri 531 milyar dolar ile 595 milyar dolarlık bir tek ispanya'dan bile düşüktür. eğer petrol ihracatı düşülürse bütün arap ülkelerinin ekonomik toplamı sadece finlandiya kadar bile değildir. arap coğrafyası bütün petrol kaynaklarına rağmen ekonomik büyüme oranlarında 1975'ten beri sadece sahara altı afirkasını geçebilmiştir. unesco istatistiklerine göre 1991 yılında bütün arap dünyası sadece 6500 kitap üretebilmiştir. bu rakam kuzey amerika'da 102.000 ve güney amerika'da 42.000'dir. son olarak halife memun'dan beri arapçaya tercüme edilen toplam kitap sayısı kabaca 10.000'dir ve bu rakam sadece ispanya'nın bir yılda çevirdiği kitap kadardır.

    halife memun'dan bugüne kadar epeyce zaman geçti. bugünkü 1.5 milyarlık islam dünyası 20-30 milyonluk abbasi dönemi müslümanlarının ürettiği kadar bile bilim ve yaratıcılık üretemiyor. moğol akınları ile çöken islam medeniyeti osmanlı devletinin yıkılışı ile bir kez daha çöktü. ve bu çöküşler sorgulanmıyor. napolyon'un mısırı işgali ve 1798 küçük kaynarca antlaşması ve ardından birinci dünya savaşı ile yenilen osmanlıdan geriye sömürgeleşmiş orta doğu kaldı. islam medeniyeti neden yenildi? müslümanların da bu soruya cevapları var. bunlardan önemli olanı islami düşünce bozuldu, gerçek islam uygulanmaz oldu ve bu çöküşü getirdi. bu yüzden islam dünyası batıdan bilim ve düşünce, felsefe almalıydı bunun için de islamda bir reforma ihtiyaç vardı. bir çok reformist var ve bunlara karşı çıkan ulema takımı da var bugün. ancak bu ulema takımı hiç bir şeyi sorgulamıyorlar. biz kimiz? bu elektrik, bilim, teknik, demir yolları, arabalar ve uçaklar nereden geliyor? kim bulmuş, nasıl bulmuş? sadece kullanıyorlar. hiç merak etmiyorlar.

    8- islamcılığın kaynakları

    el afgani islam aleminin geriliğini müslümanların dinden, inançtan ve ibadetten uzaklaşmalarına bağlıyor. ona göre islamın bilimden ve felsefeden uzaklaşmış olmasının geri kalmışlıkla alakası yok, bu sonucu allah dinden uzaklaşan müslümanları cezalandırmak için yarattı. tek kurtuluş da dine daha fazla sarılmak. hanbeli ve eşari dinlerine. dünyanın dört bir yanında bugünün islamcıları hala daha 1924'te halifeliğin mustafa kemal atatürk tarafından kaldırılmış olmasının şokunu yaşıyorlar. elbette islam dünyasının çoğu kısmı kabul etmiyordu ancak halifeliğin kaldırılmış olması ile sünni islam dünyası müslüman kardeşler gibi örgütleri islamın temsilcisi sayarak onların eline düştü. müslüman kardeşler gibi islamcılar islam dünyasının geçen yüzyılda aşağılanmış olmasını kullanarak, müslümanların içindeki o aşağılanmışlık duygusunu sömürerek halifeliği yeniden tesis etmeye çalışıyorlar. onların islam enkazına dair açıklamaları da yukarıda bahsettiğimiz gibi, müslümanlarda imanın kaybolması ve zayıflaması. seyyid kutup da bunlardan biri. bugünkü radikal islamın modern dönemdeki ideolojik babası. ona göre halifelik istanbul'daki yahudiler tarafından kaldırıldı. seyyid kutup 1949-1950 yıllarında amerika'da yaşar ve amerikayı materyalist düzen olarak tanımlar. ona göre bütün batı alemi sapkınlık içindedir ve bunun sebebi de materyalizmdir. bu nedenle bütün batı dünyasına kin ve nefretle bakar. çözümün islam olduğunu ve batının bu rezillikten kurtulabilmesi için müslümanlar tarafından bir dava güdülmesi ve cihat yapılması ama öncelikle halifeliğin yeniden tesis edilmesi gerektiğini söyler. 1966 yılında nasır tarafından asılır. seyyid kutup islam dünyasına büyük etki bırakır. iran lideri humeyni bile şii olmasına rağmen seyyit kutup kitaplarını farsçaya çevirtmiştir.

    islamcılık bir din değil ideolojidir. araplar komünizmi ya da faşizmi kabullenemediler ancak islamcılık onları büyüledi. seyyid kutup'un akıl hocası selefi mevlana mevdudi "islam aslında sosyal hayata ve sosyal düzene alternatif sunan bir ideolojidir, cihat da islamcının devrimidir" demiştir. seyyid kutup, hasan el benna ve mevlana mevdudi gibi müslüman kardeşler üyesi/kurucusu yakın zaman selefi alimleri ve onların yarattığı bin ladin, şeyh ömer abdulrahman gibi cihatçı liderlere göre: büyükçe bir yıkım yaşanmadan islam selefi köklerine geri dönemez, islam adına işlenen suçların tümü kutsal bir dava uğrunadır, bu dava dünyadaki bütün adaletsizlikleri bitirecek olan allahın davasıdır, mücahitler için ilahi bir ödül vardır, tanrının yeryüzündeki krallığı yeniden inşa edilmelidir, islam sadece kendi bölgesini değil bütün dünyayı içinde olan her şeyle birlikte istemektedir ve alacaktır, islam medeniyeti seküler batı demokrasilerinin antitezidir, islamın bugünkü mücadelesi geçici değildir ve mutlak hakimiyete kadar sürecek bir savaşın başlangıcıdır, cihatın anlamı son kaleyi de alana kadar savaşmaktır, bütün kafirlerden nefret edilmelidir, demokrasi şeytan icadıdır, demokrasi bir dindir ama allahın dini değildir, islamda demokrasi olmaz kuranı eğip bükerek islamda demokrasi varmış gibi davranmayın, demokrasi şirktir ve haramdır, müslümanlar kafirleri nerede görürse görsün öldürmelidir, amerika şerr-i mutlaktır ve abd'nin kafir demokrasisi yok edilmelidir. bu uğurda terör, katliam, toplu katliam ve her türlü ahlaki cinayet meşrudur.

    tüm bunlara rağmen malesef bugün islamda reform fikirleri sadece avrupa'da dolanırken islam dünyasından içeri giremiyor. müslümanlar reformun varlığından ve gerekçelerinden bihaber yaşıyorlar, sorgulamıyorlar.

    9- kriz

    müslümanların krizi: modern dünyaya dahil olup bir yandan da inancımızı koruyabilir miyiz?

    usame bin ladin'in bu soruya cevabı elbette: "hayır koruyamayız, bu yüzden seküler moderniteyi yok ederek islam halifeliğini kurmalıyız." olmuştur.
    bugün türkiye, endonezya, malezya ve hindistan müslümanları dışında modern dünyaya girme talebi olan başka hiç bir islam ülkesi yok. artık islam dünyasında birinin thomas aquinas'ın hıristiyan dünyası için yaptığını yapması gerekiyor. (bkz: #55577040) ya da 21. yüzyıl müslümanları bütün dünyadan nefret eder bir halde dünyaya ayak bağı olarak yaşamaya devam edecekler. üçüncü bir yol yok malesef. orta çağdaki mutezile ve filozoflar dönemindeki zihniyeti tekrar edinmezse islam dünyası daha fazla kaybedecek. islam dünyası yüzyıllar önce kendi özünden kovduğu ve dışladığı aklı tekrar bulmalı ve tarihin gördüğü bu en büyük entelektüel dram artık sonlanmalıdır.

    ---------------------------------------------------
    skocax notu: islamcılar gazali üzerinden geri kalmışlığı açıklamaya çalışanlara "oryantalist" yaftası yapıştırırlar. yani batıdan bakarak doğuyu anlamaya çalışan ve yanlış anlayan adam demeye getirirler. oysa reilly'nin fikirleri sadece batıdan bakan değil doğudan da bakan binlerce düşünürün fikirleri ile ortaktır. islamcılar gazali yasakladığından beri 1000 yıldır felsefe ve kelam ile ilgilenmedikleri için artık tartışma kültürünü unutmuş ve sayfalarca yazı yazan, akademik bir kültürle tezlerini destekleyerek gösteren bir insana sırf "oryantalist" diyerek, ad hominem ile haklı çıkacaklarını ummaya başlamışlardır. kendileri açıklasınlar madem... islam dünyası neden bu halde? neden zillet içinde? iman zayıfladığı için mi yoksa? onlar cennet hayalinden aldığı iman ile kılıcını daha sert vuran askerler tarafından kurulmuş büyük imaparatorlukları gazalici islamın akılcı bir din olabileceğine delil saydılar.. halbuki bin yıldır akıl yoktu islamda. kalem kılıçtan üstün çıktı. sanayi devrimi de bunu ispatladı. bütün islam ülkeleri 300 yıldır sürekli aşağılanıyor bu eşari belası yüzünden.. hala daha aşağılanmaya da devam ediyoruz.