kuran'ın orijinalinin günümüzde var olmaması

  • basitçe tarih metodolojisi bilmek gerektirir:

    1) tarihte ana kaynak ya da birinci el kaynak dediğimiz kaynaklar vardır. örneğin hz. muhammed'in kemik üstüne ya da çeşitli parçalar üzerine yazdırdığı kuran yazılarını bulmamız bu yönteme dahildir. bunlar elimizde yok.

    2) eğer kuran'ın derlenmesi işi doğrudan hz. peygamber'in buyruğu ile onun zamanında yapılmış ve ortaya çıkan eser, kendisince onaylanmış olsaydı bugün bu tartışmalara hiç girmeden kuran'ın orijinalliği hakkında kesin bir hüküm verilebilecekti. oysa herhangi bir kaynakta hz.muhammed'in kur'an'ın toplanmasına dair bir buyruğu olduğuna ilişkin bir iddia ya da kanıt bulunmuyor. bu ulular ulusu insanın, bir insanoğlunun kendinden sonraki nesillere bırakabileceği en değerli mirasın, tanrı sözünün, tek bir belgede kayıt altına alınmasını sağlamak için tedbir almamış olması çok ilginç.

    3) bugün kaybolmuş bir orijinal söz konusu olsa ve bundan kopyalanmış bir nüsha bulunsa buradan itibaren ikinci el kaynağa geçiş olur ki, birinci el kaynak kadar güvenli bir delillendirme olasılığı yoktur, bu noktada artık meselenin kesinliği, mutlaklığı sorguya açılmıştır, ama bu da bir delillendirme şeklidir. ancak ne yazık ki kuran meselesinde, orijinal söz konusu olmadığından, ikinci el kaynak sayılabilecek bir metinden bahsetmeye de imkan yoktur.

    4) elde "ikinci el kaynak" olarak da sunulabilecek bir metin de olmayınca, eldeki en eski kuran metninin (ki 8nci yy. aittir) hz. muhammed'in ilettiği tanrı sözü olduğuna ilişkin, somut kanıt bulmak oldukça zorlaşmaktadır.

    5) burada mesele sözlü tarihe kaymaktadır. sözlü tarih metodolojisi de kabul edilir elbet. tarih biliminin reddettiği bir şey değildir. 20. yüzyıl tarihçiliğinin çiçeği burnunda bir metodolojisidir. kullanım amacı belli bir olayı çeşitli kişilerle konuşup, hakikati süzmeye çalışmaktır. yaşanan olaylar hakkında kanaat sahibi olmak için yapılır. hiçbir kayıt veya yazılı veri ortada kalmadıysa olayın çağdaşları ile konuşulur. örneğin, yahudi soykırımının araştırmaları genel olarak böyle yapılmıştır. çünkü hitler katiliamı belgeleyecek verileri ortadan kaldırmıştı. ortada belge yoktu ama çağdaş insanlarla sözlü tarih çalışması yapılmış ve olaylar öyle aydınlatılmaya çalışmıştı. ancak elbette ki herhangi bir tanıklığın öznelliği hesaba katılmak zorunda olduğunda tek bir tanıklığın bir meseleyi kanıtlayamayacağı açıktır. bu noktada şahsi beyanların ne noktada ilmi bir nitelik kazanacağı halen tartışılmaktadır. bu nedenle sözlü tarih çalışmaları çoğunlukla mevcut eldeki verilere ek olan, tamamlayıcı çalışmalardır. tek başına yeterli değildirler. işte bu nedenle islamcı kaynakların bu kaynaklara dayanarak aktardıkları olaylar nesnel kanıt olmak niteliğinden uzaktadırlar.

    6) dolayısıyla kuran'ın kesinliği konusunda peygamber öldükten sonra, "hafızlarla konuşuldu ve kuran bu şekilde yazıya geçti" denirse, sözlü tarihle yola çıkılmış olunur. ancak 1400 küsur sene öncesinin hafızlarını dayanak olarak gösterip, sözlü tarihe ışık yakmaya çalışmakta, yukarıda yaptığımız açıklamadan da kolayca anlaşılabilecek bir müşkülat mevcuttur. o hafızlarla çağdaş değiliz. yani hafızların hz. ebu bekir zamanında bir araya getirtilip, şahitler eşliğinde kuran'ın yazılmış olduğu bilgisine de ancak "ikinci el kaynaklarla" sahip bulunmaktayız.

    bu kaynakların ilettiği üzere kuran'ın toplanması fikri ilk kez, hz.ömer tarafından hz. ebû bekir'e iletilmiş o da bu görevi zeyd b. sâbit’e vermiş. (bkz: dipnot) burada islamcı kaynaklardan alıntı yapalım. ancak dikkat edelim ki bu alıntılar da "ikinci el kaynaklara" dayandıklarından "istenmiştir", "yazmışlardır" şeklindeki kesin ifadeleri mutlak kabul etmemizi gerektirecek bir kanıttan yoksundurlar.:

    "yapılan duyuruyla, yanlarında yazılı kur’an nüshaları ve parçaları olanların bu metinlerin kur’an âyetleri olduğuna dair iki şahitle birlikte görevli heyete başvurmaları istenmiştir. zeyd ve diğer heyet üyeleri son okumayı da dikkate alarak ashabın getirdiği yazılı metinleri kontrol etmiş ve yazmışlardır. tevbe sûresinin son iki âyetiyle (9/128-129) ahzâb sûresinin 23. âyeti sadece huzeyme b. sâbit el-ensârî’de bulunmuş, hz. peygamber’in onun şahitliğini iki kişinin şahitliğine denk tutması dolayısıyla yalnız bu âyetler tek şahitle kabul edilmiştir (buhârî, ''ahkâm'', 37; ''tefsîr'', 22/3). ancak tevbe sûresindeki bu iki âyetin son inen âyetlerden olması sebebiyle hâfızalarda taze olduğundan diğer sahâbîler bu âyetlerin varlığını ezberleriyle desteklemişlerdir. böylece kur’an yazılı malzeme ve ezber yardımıyla eksiksiz olarak toplanmış ve hz. ebû bekir’e teslim edilmiştir."

    yine islam kaynakları bu esnada bir takım ihtilafların ortaya çıktığını ve kuran'ın toplanması işinin zeyd b. sabit'e verilmesinin tartışmalara yol açtığını da ağzından kaçırıveriyor. bunların başında bir dönem hz. muhammed'in kişisel hizmetlisi olan abdullah ibn mesud gelmektedir. bu zat zeyd henüz bir çocukken 70 sureyi doğrudan hz.muhammed'den öğrenmiş olmakla öğünmektedir. ilginç olan onun kuran'a olan vukufu konusunda islam alimleri arasında hiç bir itiraz bulunmayışıdır. hz. ömer döneminde idari bir görevle yollandığı kufa'da kuran'ı öğretmektedir ve osman'ın mushafları'nı yazdırdığı sırada elinde kendsine ait bir mushaf bulunmaktadır. işin en ilginç yanı ise bu mushafta fatiha sure'sinin bulunmadığının düşünülmekte oluşudur. https://en.m.wikipedia.org/…ca.bfud.e2.80.99s_codex
    http://www.sorularlaislamiyet.com/…-yakildi-mi.html

    "muhtemelen başka şikâyet ve ihtilâfları da göz önünde bulunduran osman, hafsa’nın elindeki ebû bekir mushafını çoğaltarak belli başlı merkezlere göndermeye karar verdi. istinsah ve çoğaltma işi için başkanlığını yine zeyd b. sâbit’in yaptığı abdullah b. zübeyr, saîd b. âs ve abdurrahman b. hâris b. hişâm’dan oluşan bir heyeti görevlendirip yazımda ihtilâfa düştüklerinde kur’an’ın nâzil olduğu kureyş lehçesini esas almalarını emretti."

    "(646-651) yılları arasında gerçekleştirilen bu çalışma sonunda çoğaltılan yedi (veya dört, beş, sekiz) kur’an nüshası mekke, kûfe, basra, şam, yemen ve bahreyn’e gönderilmiş, bir nüsha da medine’de bırakılmıştır hz. osman bunların dışında yazılmış kur’an sayfalarının ve özel mushafların imha edilmesini emretmiştir"

    görüldüğü gibi ortaya, sözlü tarihin sözlü tarihi ya da sözlü tarihin ikinci el kaynağı gibi bir şey çıkıyor ki, bu kanıt yöntemi ne mantık ne de tarih metodolojisi açısından geçerli değil.

    buraya kadar yazılanlar hepsi sınanabilir gerçeklerdir. ve isteyen araştırabilir. ancak araştırıldığında ancak söylenenlere söylenenler kadar ulaşabilir.
    kısacası:
    1) orijinal kuranın tamamını içeren tek bir "yazılı" kaynak hiç varolmamıştır. farklı materyaller üzerine alınmış dağınık halde notlar ve ezberden okuma söz konusudur.
    2) mushaf tabir edilen ve anılan ikinci el kaynaklara dayanan derlemeler hz.osman tarafından imha ettirilmişir.
    3) hz.osman'ın ebu bekir mushafından kopyalatıp çoğalttırdığı iddia edilen ve tam sayısı bilinmeyen mushaflar kayıptır. bunların aslı olduğu rivayet edilen ve yaşamı süresince hz. hafsa'da bulunan ebu bekir mushafı da, hz osman'ın damadı ve kuzeni halife mervan ibn hakem tarafından yakılmıştır.
    4) bugün elde bulunan en erken kuran mushafı, karbon testleri ve yazım teknikleri ile incelendiğinde 8. yüzyılı göstermektedir.

    bu elbette kuran'ın kesin olarak değiştiği anlamına gelmez. ama bu durumda kesin olan bir şey vardır "kuran hiçbir zaman değişmemiştir, mutlak gerçek budur" da diyemeyiz.

    bu noktadan sonrası muğlaklıktır ve isteyen inanca yönelir, isteyense kuşku duyar. ama islamcıların bu muğlaklığı ortaya koyanların, bunu bir kuşku olarak sunmalarını saldırı olarak nitelemeleri herşeyden önce haksızlıktır. oysa müslümanın herşeyden önce adaletli olması gerekir. burada bizim yaptığımız kutsal değerlere bir saldırı ise kur'an'ın orijinalliği üzerine yapılan her araştırma örneğin eski diyanet işleri başkanı ve eski akp milletvekili tayyar altıkulaç'ın çalışmaları da bir saldırı olarak nitelenebilir. (bkz: #29371420)

    buraya kadar yazdıklarımdan hiçbir şekilde tartışmaya bile gerek olmaksızın kolayca çıkarılabilecek bir gerçek daha var. elde bulunan kopyaların orijinaline bire bir sadık olduğunu ispat edemezseniz, o metinden alıntılanmış bir maddeyi de (metnin kendisinin ispata muhtaç olması dolayısı ile) ispata delil olarak kullanamazsınız. bu nedenle kur’an’ın değiştirilemeyeceğine dair bir dayanak olarak sunulan :
    “şüphesiz o zikri (kuran’ı) biz indirdik biz! onun koruyucusu da elbette biziz…” (hicr/9) ayetinin kur’an’da yazılmış olması, islamcılar için kanıt olarak yeterli olabilir ama mantık ve bilim açısından yeterli değildir.

    çünkü mantık aynı kıyası her konuya uyguladığında aynı sonuca varmak zorundadır. örneğin tevrat’ın ve incil’in de içinde benzer ayetler mevcuttur:
    yeşaya / [40-8: “ot kurur, çiçek solar ama tanrımızın sözü sonsuza dek durur.”
    matta / 5-18: “size doğrusunu söyleyeyim: yer ve gök ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden kutsal yasa`dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile yok olmayacak!”
    markos / 13-31 (matta 24:35, luka 21:33) “yer ve gök ortadan kalkacak ama benim sözlerim asla ortadan kalkmayacaktır.” demektedir.
    bunların da iddiası tanrı sözü olmaksa aynı mantıkla doğru olmaları gerekir. bu durumda tevrat ya da incil'in tahrif edildiği de iddia edilemez olmalıydı. oysa islamcılar her üç kaynağın da tahrif edildiğinden emindirler.

    not: söz konusu yazı (bkz: #26298237) entry esas alınarak yazılmıştır.

    dipnot:
    hz.ömer ve hz.ebu bekir'in kuran'ı kayda almaktaki gayretlerini, bugün özellikle şiiler, hilafeti, dolayısı ile islamın liderliğini, ehl-i beyt'e kaptırmamak adına yapılmış bir siyasi manevra olarak nitelemektedirler. kırtas olayı, ebu bekir'in hz.muhammed'in ölümü üzerine söyledikledikleri ve ardından bu gayretler peygamberin ölümünden bile önce, kuran'ı islamın tek referansı yapma gayretine işaret ediyor olabilir mi?