kocasına sabah uyandırmadan git diyen kadınlar

  • büyülenmek, güç zehirlenmesi, "ne oldum delisi olmak", "buldumcuk" olmak konusunda başarılı(?) biridir.

    ana fikir şu: "ben öyle olmayacağım."

    bilmezsiniz. bir-iki kuşak önce başladı bu. bir-iki kuşak önceki genç kadınlar annelerinden, annelerinin yetersizliklerinden, annelerinin - kendi bakış açılarına göre - erkeğin kölesi olmayı yüceltmesinden, annelerinin giyimlerinden ve hayata bakışlarından, annelerinin sözlerinden, annelerinin başlarına gelenleri sessizce kabullenmesinden, hatta ve hatta annelerinin babalarına yaptıklarından tiksiniyordu. bu tiksinti o kadar büyüktü ki artık nefret boyutuna ulaşmıştı. tüm bu genç kadınların nefret ettiği üç şey vardı:

    * anneleri,
    * babaları,
    * anne ve babalarının evlilikleri.

    onlara göre dünya değişiyordu. gerçekten de yabancı filmler, ülkeye daha sık gelmeye başlamıştı. reklamlar muhteşem, çok güzel ve kendine değer veren kadınlardan bahsediyordu. taşralı kadın tiplemeleri sert ve dahası alay edilerek eleştiriliyordu. mağazalar, harika kıyafetler satıyordu. makyaj ise bir sanat haline gelmişti. serbestlik başlamıştı. bu genç kadınlar iş hayatına girebiliyordu. yeterli tahsili olmasa, eğitimi olmasa, yabancı dili olmasa, bazı meziyetleri olmasa bile tezgâhtarlık(satış temsilciliği) veya sekreterlik(telefonlara bakıp çay-kahve taşımak) yapabiliyordu. bu işlere karşılık bile, çok çok yüksek olmasa da o mağazadaki kıyafetleri alacak, o makyaj malzemeleri ile kendi yüzlerinde sanat icra edebilecekleri araç-gereç-boyaları alacak parayı kazanabiliyorlardı. emin olun, bu genç kadınlar hiç evlenmezdi.

    parayı kazandıkça anne ve babalarından daha çok tiksinmeye başladılar. nefret artık öyle yüksek bir boyuta ulaştı ki bu genç kadınlar para kazanabilecekleri hemen her işe sıcak bakabilirdi. babalarının gün sonunda ter kokan bir şekilde eve gelmesi, yumruğunu masaya "yemek!" narası eşliğinde vurarak, ellerini bile yıkamadan yemek istemesi, annelerinin ise aynı anda yemek hazırlamak için etekleri zil çalarak, evin içinde dört dönmeye başlaması, sonunda bu faslın, sabahki kahvaltıya kadar devam etmesi bu genç kadınları, erkeklerden de evlilikten de tiksindirmişti.

    bu masal değil ya da kötü bir masal. babalarından ve annelerinden nefret eden ve onlara beddua eden, aynı zamanda kardeş olan dört tane kız tanımıştım. o zamanlar, hemen hemen bütün genç kadınlar benzer davranışlar gösteriyordu. çalışmak onlar için her şeyden değerliydi. anahtar kelimeler de şunlardı:

    "ben öyle olmayacağım!"
    "ben evlenmeyeceğim!"
    "ben evlensem bile böyle bir evlilik yapmayacağım!"

    sonunda kahvaltılar ve akşam yemekleri en büyük nefret unsuru oldu. bütün bu genç kadınlar, babalarının hışmından, ev içinde estirdiği terörden; annelerinin ise ezikliğinden dolayı önce kahvaltılardan, sonra da akşam yemeklerinden nefret etmişti; çünkü o zaman, babalarının gazabını ve annelerinin zavallılığını yeniden yaşıyor, hulk'ın öfkesinden yeşil bir deve dönmesi gibi, öfke içinde kendilerini devleştiriyorlardı. bu hulk öfkesi, sabah kahvaltısı ve akşam yemeklerine alerji ortaya çıkardı. bunlar en nefret ettikleri şeyler oldu; çünkü erkeğe hizmet etmek anlamına geliyordu. o zaman annelerini hatırlıyorlardı ve o kaderi istemiyorlardı.

    "ben öyle olmayacağım!"

    seks neden vardı? yani bu genç kadınlar sabah kahvaltısı hazırlamayı küçüklük sayıyor, akşam yemeklerini ise iş bölümü haline getirmeye çalışıyor. seks ise hâlâ var. herhalde, anne ve babalarının yatak odasındaki hallerini görmelerinin mümkün olmamasındandır.

    ne var ki tiksindikleri, nefret ettikleri anneleri; bu genç kadınları destekleyen ilk kişilerdi. kızlarının para kazanmasını ve ekonomik özgürlük sahibi olmasını istiyorlardı. bu genç kadınlar da her şeyin başında, annelerinden destek alarak yola çıkmıştı. tezgahtarlık ve sekreterlik; avukatlığa, doktorluğa, mühendisliğe kadar ilerledi. genç kadınlar, başarmıştı. annelerinin ezik gölgesinden kurtulmuştu. yalnız bir problem vardı:

    evlenmek gerekiyor! çoğu genç kadının özgür bir hayata parası hâlâ yetmiyor ve yetse de yalnızlık hâlâ var. para, her şeyi sağlayamıyor.

    emin olun bu genç kadınlar evlenmezdi.

    madem evlenmek gerekiyor, o halde evliliği katlanılabilir hale getirmek gerekecek. kahvaltılar ve akşam yemekleri ise bir çeşit tabu düzeyine yükseldi. ne zaman ki evlendikleri erkeğe kahvaltı veya akşam yemeği hazırlamak gerekecek, kendilerini köle olarak görme kaygıları ve kompleksi isyana dönüştü; çünkü bu, bundan böyle bir gen bilgisiydi. o zaman feminist söylemler işe yaradı. "hayat müşterektir." sözü dillerinden düşmedi, sonuna kadar benimsendi. katlanılabilir evlilikte balayı veya normal tatiller için olsun yurt dışı tatilleri şart koşulacaktı. böylece hem annelerinin intikamı alınıyor hem de anneleri gibi olmuyorlardı. "ben öyle olmayacağım!" sözünü de tutmuş oluyorlardı.

    bu defa da evlilikleri yürümedi. mutsuz evlilikler, hızlı boşanmalara gitti; çünkü bu genç kadınlar ve sonra da onların kızları, engel olamayacakları şekilde erkekleşmeye başlamıştı. erkekleşmek, yalnızca bir erkeği mutfağa sokmak değildi, aynı zamanda bir erkeği sevmekten ve ona emek vermekten de mahrum kalmaktı. kadınlığın gösterilebileceği tek şey de yalnızca seks olarak yetersiz kalıyordu, bu ise iki taraf için de yeterli değildi. o zaman da daha korkunç bir şey oldu: sevgi ve aşk bir kenara atıldı. kadınlar, bundan böyle paranın peşine düşebilirdi. böylece, iki sorunu birden çözmüş oluyorlardı. hem annelerinin, büyük annelerinin lanetinden kurtuluyorlar hem de erkeği sevmek duygusu ile yüzleşmek zorunda kalmıyorlardı. o zaman da erkekler zor durumda kaldı; çünkü para, zenginlik, statü veya şöhret daha değerli hale geliyordu. kadınlar artık paralı, statülü, zengin veya kendi çapında şöhretli erkekleri tercih ediyordu. bu erkeklerle evlenmeleri için de aşka gerek yoktu. aşka gerek olmayınca da kahvaltı hazırlamaya veya akşam yemeği hazırlamaya gerek olmayacaktı.

    erkeklerin hatası ise kendilerini sevmeyen ve âşık olmayan kadınlarla evlenmeleri oldu. parayla kadın satın almaya kadar vardı bu iş, hatta potansiyel eşlerine fahişe değeri biçecek kadar. aslında hesaplar örtüşüyor, diğer bir deyişle "eden buluyordu."

    masal sona erdi.

    yoğun çalıştığı halde kocasını mutfağa sokmayan, sabahları kocasından önce uyanıp kahvaltı hazırlayan, akşam yemeğini ise kocasının gelmesinden az önce hazırlayan bir kadın tanımıştım. kocasını çok seviyordu ve âşıktı. ne var ki her şekilde aldatıldı. yirmi beş sene sonra da kocasına boşanma davası açıp boşandı.

    öte yandan sabah kahvaltısı hazırlamamak için evden mahsus kocasından erken çıkan ve aynı zamanda akşam yemeği hazırlamaktan kurtulmak için de eve kocasından sonra gelen bir kadın da tanımıştım.

    yalnızca insanların kendisini bulması gerekiyor. kadının kadın ve erkeğin de erkek olması gerekiyor. bakarsanız erkek ve kadınlarda yüzdeler var artık. %70 erkek, %30 kadın olan erkekler; %80 kadın, %20 erkek olan kadınlar gibi. marka tescili alıp üzerimize yüzde kaç erkek ve kadından oluştuğumuzu yazabiliriz sanırım. ne de olsa ilişkiler de aşktan çok alışverişe çıkmaya benziyor. aslında zamane kadınları kadar zamane erkekleri de sosyalizmin yıkıldığı sovyet sosyalist cumhuriyetler birliği'nin kapitalizmle "ne oldum delisi" hali olan rusya kadar vahşi.

    kahvaltı, akşam yemeği ve insanın âşık olduğu kişi için yaptığı diğer her şey, insanın âşık olduğu kişiyi fazladan görmesidir, emektir ve aşktır diyerek yazıyı sonlandırıyorum.

  • kadın köle olmadığı gibi ortak yaşam alanı olan ev de ömür boyu yatma yeri değildir. hem dışarıda hem evde çalışma, hayat boyu malak gibi yat, sonra köle değiliz biz diye çığır, ancak bizim kezbanlara özgü bu.