kocasını karısı yapan kadın

  • edit: gelen mesajlara ve girilen entrylere istinaden bir kaç noktaya dikkat çekmek istiyorum. "karısı yapmak" cümlesi cinsiyetçi bir yaklaşım gibi görünebilir ancak, biz 4-5 kişilik bir arkadaş grubu olarak bu cümleyi bir espri minvalinde kendi aramızda kullanırdık. yani işin şaka tarafı bu. yani burada durum "karısı yapmak" cümlesinin kötülüğü değil. bir insanın eşi olmak, karısı olmak kötü değildir. bir insanın karısı olmak bütün bu muameleyi hakettiği anlamına da gelmez. keza öyle olsaydı, roller başından beri tam tersine olurdu. evet, başlık şu şekilde olabilirdi. "kocasını kölesi yapan kadın" ama böyle oldu işte.

    türlü türlü hayallerle evlenip karım olacak dediğin kadının sizi kölesi yapması durumudur.

    bi ton tribe girip geline çarşı alışverişi yaparken edilen kavgalardan ve bir dünya düğün masrafından sonra;
    "hadi ev alalım"
    "hadi daha büyük ev alalım"
    "en büyük evi alalım"
    "araba da alalım"
    gibi taleplerin hepsini yerine getirdiğiniz zaman sonuçta iş şuna dönüyor;
    "bence sen maaş kartını bana ver"

    sikerler lan öyle işi diyemiyorsanız karınızın kölesi olmuşsunuzdur, hayırlı olsun.

    artık bekarlıktan kalan eşyalarınızın bulunduğu kutuyu açıp fularınızı çıkartma ve tozlu kitap raflarınızdaki freud'un kitaplarına saldırma zamanı gelmiştir.

    tabi hatun kitap okumanıza izin verirse...

    durun lan bekarlar yuh demeyin, daha neler anlatcam ben *.

    artık öyle bir paranoya oluşmuş ki, şunları yazarken bile tesirgin oluyor ve görürse götümden kan alır diye korkuyorum.

    şöyle bir evlilik hayal edin;
    eve geldiniz, eşinizle görüştünüz, beraber sofra hazırladınız, sohbet muhabbet yaptınız, "dışarı çıkalım mı veya yapmak istediğin bir şey var mı?" diye sormuşsunuz, sofrayı birlikte toplamışsınız, bulaşık yıkarken erotizm yaratmışsınız falan filan, sonra birlikte uzanıp film izlemişsiniz, bir akşamın bütün ritüelleri yerine getirildikten sonra, eşiniz dandik türk dizilerinden birini açmış, siz de ya ben bunu sevmiyorum diyerek diğer odaya geçip, gerekse emek verdiğiniz gitarı veya bağlamayı elinize almışsınız, ya da bir kitap açıp okumaya karar vermişsiniz ki, aradan beş dakika geçmeden odanın kapısında belirip size şöyle söylüyor;
    "her akşam gelip kendine vakit ayırıyorsun"
    "benimle hiç ilgilenmiyorsun"
    "gel benim yanımda otur"
    kalkıp tekrar yanına gidersiniz, aman kavga çıkmasın diye sürekli kavgalar edilen saçma dizileri izlersiniz, sonra kakanız gelir tuvalete gidersiniz.. tuvalete giderken telefon yanınızda olursa laf yersiniz, halbu ki siz klozete oturup candy crush oynamaktasınızdır.
    tuvalette (ben saat tuttum) takribi 8 dakikadan fazla kalırsanız, kapıya gelip çıkmıyor musun der. kadının tuvaleti geldi galiba diye çıkarsınız, ama o tuvalete girmez.

    durun durun yeni başlıyoruz ya, sakin...

    sürekli aldatıyormuş gibi muamele görürsünüz, aslında hiç aldatmamış olsanız da öyle görünürsünüz.
    arkadaşlarınızla gündüz konuşmalarınızı akşam eve gelirken telefondan silmek zorunda kalırsınız.
    sosyal medya hesaplarınızı, profil fotoğrafını ikimiz yap baskısından dolayı kapatırsınız.
    sabahları daha erken çıkmaya, akşamları daha geç gelmeye çalışırsınız, ancak bundan dolayı yine kavga edersiniz...

    sonra şöyle şeyler yazmaya başlarsınız;

    şu anda, salonun orta yerinde duran halının bütün desenlerini ezberden bir kağıda çizebilirim. sürekli oturduğum üçlü koltuktaki hafif söküklerden çıkan, parmakla tutulabilecek uzunluktaki bütün iplikleri, bir kaç ay önce on liraya alınıp karşı duvara asılmış klişe "mutlu aile" tablosundaki her karakteri, televizyonun kumandasının tuşlarındaki bütün soyulmuş yerleri, orta sehpanın halı üzerindeki simetrik konumunu ve buna benzer pek çok detayı en ince ayrıntısına kadar anlatabilirim.
    salonundaki duvarda "mutlu aile tablosu" asılı olan bir evde en fazla ne kadar mutsuzluk olabilirki diye kendimi avuttuğum bu dönemde, görmezden gelmeye çalıştığım bütün mutsuzluklar, günde defalarca kere edilen kavgalar, yükseltilen ses tonları ve her tarafından yapmacıklık damlayan bu ev hali, beynimin koku alma bölümündeki nöronlara lağım, rutubet, çürümüş et ve kusmuk kokusunun karışımı olarak tecavüz ediyor. mide bulantısı o kadar sebepsiz ve çekilmez bir hale geliyorki; sanki kusarsam o kustuğum şeyi gerisin geri yemek zorunda kalacakmışım gibi hissediyorum ve bunu düşündükçe daha çok midem bulanıyor. kapatıldığı zaman, "ulan amma kafa sikiyormuş be" dediğin, fakat açıkken farkında olmadığın sesler vardır. bu seslerin düzinelercesi benim güzelim örs, üzengi, çekiç gibi aletlerimi lavın içinde eritiyor. bu günlerde beş duyu organımın dördünü eve girerken kapatıyorum. bütün bu çirkinliklerden, gösterişlice edilmiş laflardan bıktım.
    biraz evvel bahsettiğim üçlü koltuğa her oturtulduğumda ve, "geç şuraya otur konuşacağız" cümlesini her duyduğumda halıda yeni bir desen daha ezberliyorum. ya da "mutlu aile" tablosunda, yerde duran tencerenin içine damlayan suyun ne zaman taşacağı konusunun muhasebesini yapmaya başlıyorum.
    o koltukta otururken;
    avusturalya'da aborjinlerin kendi aralarında ettiği kavgadan ben sorumluyum dostlar. kutuplarda bir eskimo iglo yaparken beceremediğinde bundan ben sorumluyum. üst komşu gece gece, kavga ettiğinde, bizim katı kiraladığım için suçluyum. munzur dağının tepesindeki erken erimiş kardan ben sorumluyum. mağazadan alındığında küçük gelen kadın ayakkabısından, elektriklerin kesilmesinden, kombinin suyu yeteri kadar ısıtmamasından ben sorumluyum. bütün bunların üzerine, hediye olarak aldığım ve çiçek açmayan orkideden, ötmeyen muhabbet kuşundan, lezzetli olmayan yemekten, zam yapılmayan şirketten ben sorumluyum. güzel çıkmayan sinema filminden, bozuk yürüyen merdivenden, kalabalık düğünlerden de ben sorumluyum. olan, olmayan her şeyden ben sorumluyum. bütün bu konular beynimin içinde bahsettiğim sesler gibi yankı yaparken, tam karşı koltuğumda sürekli ağlayan ve sürekli konuşan bir kadın otururken böyle şeyler ezberliyorum işte. okuduğum tüm o sikindirik entelektüel dergiler, kitaplar, izlediğim bütün o sanat filmleri, dostlarımla yaptığım kuantum mekaniği, higgs bozonu muhabbetlerinin hepsi bir anda sürekli konuşan kadının ağzından dökülen o iğrenç, sıradan, mahalle karılarının kullandığı kelimelerin altında kalıp yok oluyor.
    orada giyinmiş olduğum o insan kıyafetini üzerimden çıkarmamak için, ne kadar sabırla halıyı da incelesem, tabloyu alıp götüme de soksam, orta sehpanın simetrisini kafamın içinde alıp başka bir açıya da koysam, halıyı yerden kaldırıp çıplak zeminde striptiz bile yapsam, karşınızda bu kadar tepkili yada tepkisiz kalmanızı umursamadan sürekli ağlayan ve sürekli konuşan bir insan varsa, o giyinmiş olduğunuz insan kıyafetini üzerinizden çıkartıp, aynı lokasyona kadar tüm kişiliğinizi indirgiyor ve sonunda yine haksız çıkıyorsunuz. çünkü konuşmazsam suçluyum, konuşursam suçluyum, gönül almaya çalışırsam suçluyum, kendimi savunursam yine suçluyum. bizler o herkesin parmağıyla gösterip işte "piç" orada dediği savunmasız görünen, ancak olayın saçmalığının farkında olduğu için tepkisiz kalmayı yeğleyen yaratıklarız.
    bu devinim saat 03:00-04:00 sularına kadar her gece kendini tekrar ediyor. sabah uyanıp işe gitme hazırlığı yaparken ilk iş olarak dün gece çıkarıp portmantoya astığım insan görünümlü kostümümü giyiyorum. evden çıkmadan önce "dün gece için özür dilerim" gibi bir cümle ufaktan da olsa bir umut ışığı yaksa da, ben bir süper kahramanım ve işe gidiyorum. hoşçakal tek kanatlı meleğim.

    sonra boşanmak istersiniz, kendimi öldürürüm der boşanamazsınız..

    evlilik güzeldir gençler evlenin ve bir kadının karısı olun.

    bir kaç şey daha eklemek istedim. belki daha anlaşılabilir olsun diye, bilemiyorum.
    insana insan olduğu için değer vermek temelleri üstüne bir yaşam biçimi belirlemiş bir birey olmaya "çalışarak" geçirdim ben hayatımın büyük bölümünü. toplumun hiçbir kesimine ayrımcı bir tavır ile yaklaşmadım. lakin kadın erkek ilişkileri çok zor ve çok büyük bir kumar. evlilik çok daha büyük bir kumar..
    üst satırlarda yazanlar olayın ince ama etkileyici taraflarıydı. işin ciddiyet kısmına bakarsak yaşadıklarımın yanında bunlar sadece komik bir "trajedi"den ibaret. o kadar ciddi şeyler yazarak burada daha fazla moral bozmak istemiyorum. çünkü görüyorum ki, benimle benzer şeyleri yaşayan pek çok insan var.
    kadın erkek olayını bir kenara bırakarak şunu izah etmeye çalışıyorum. evlilik birlikte bir hayat geçirmek kurumudur. ancak birlikte bir hayat geçirecek olmak, ne sizin hayatınızı onun üzerine kurmanız, ne de onun sizi bütün hayatı haline getirmesi değil. her bireyin kendine özgü bir alanı ve kendine ait bir hayatı olmalı. değil evlilik ilişkisi, hiçbir ilişki insana karşısındakinin hayatına tecavüz etme hakkı vermez.
    güvenmiyorsanız söyleyin. belki güveninizi kazanmak için birşeyler yapar.
    bazı tavırlarından hoşlanmıyorsanız söyleyin, belki sizin için değişiklikler yapar.
    kısacası bir insan seviyorsa karşısındaki insan için pekçok şey yapar.
    ama partnerinizi rahat bırakın. rahat olan bir insan, emin olun en az hata yapan insandır.
    ben her şeyi konuşarak, anlatarak çözmeye çalıştım. her geçen gün bir önceki günden daha güzel olacak dedim. her sabah uyandığımda kafama format atıp "bugün herşeye yeniden başlayacağım" dedim. tüm bu yaşananlara rağmen evliliğimiz süresince karıma saygısızlık etmedim. küfür etmedim. vurmadım. aşağılamadım.
    ama olmadı. bir şekilde işler hep sarpa sardı. anlatacak çok fazla şey var. ama ne benim buna enerjim var ne de burada o kadar alan..
    ikimiz de eğitimli ve iş güç sahibi insanlardık. yaşlarımız küçük değildi, çok büyükte değildi. tam gezecek, dolaşacak, eğlenecek çağlardaydık. çok güzel bir hayat yaşayabilecekken birbirimizin hayatını mahvedip bir kenara attık.
    durum sadece benim için mi zor sanıyorsunuz? durum onun için de zor.

    sonuç olarak -evlilik olması şart değil-, hiçbir ilişkide dominant bir taraf, kontrolcü bir taraf olmamalıdır bence.
    belki günümüz evliliklerine biraz ışık tutabilmişimdir. global çağ değişiyor. ailelerimizden gördüğümüz gibi değil artık evlilikler.
    benim babam hayatı boyunca annemi elinden tutup bir yemeğe götürmemiş bir adam. en yakın dostumun annesi hergün kocasından dayak yiyip ağlayarak eve gelirdi. ben böyle olmayacağım dedim. bu ilkeyle evlendim. herşeyimi evliliğime verdim. ama olmayınca, olmadı.

    not: tüm bunları yazarken tabi ki ruhu düzgün kadınları bu klişelerin dışında tutuyorum. ama evlilik böyle bişey be. ya biraz daha az, ya da biraz daha fazla.

    belki bir kadın penceresinden bakıldığında itici görünüyor olabilir. ama dediğim gibi, güzel ve düzgün kadınların varlığına hala inanmaktayım. en ince nokta şu ki, bunların hepsini çekmeye değer. yeter ki, karşınızdaki kadının da size tahammülü olsun..

    ikincil olarak yaşananlar gerçektir. ama gerçekleri anlatmak için bazen sadece gerçekler yetmez.

    son olarak, boşanıyorum evet. ya da boşanamıyorum diyelim. yani dava bir türlü ilerlemiyor. sırf şu süreçte yaşadıklarımı yazsam o da apayrı bir hikaye olur. aynı evde yaşamıyoruz bu arada.

    bir ekleme daha; ne kadar fazla böyle evlilik olduğunu direk görmeme sebebiyet verdi bu entry. mesaj atan tüm arkadaşlara, bir parçacık moral vermeye çalışan herkese teşekkür ediyorum.