kocaman tabağa yarım kaşık yemek koyan restoran

  • sanatı endüstriyel meta haline getirdik tıpkıbasım kitap yazdık replika film çevirdik madem şimdi de olağan tüketim malzemesini 'sanat' yapıp elitliği buradan kasalım. aferin iyi halt yedik, çok güzel oldu böyle. oğlum güldürmeyin beni, kahvaltı ediyorum boğazımda kalıyo ya.
    'tarif'i alınıp aynısı dünyanın her yerinde yapılabilen şeyden sanat mı olur allasen. dali'yi hayal ediyorum şef şapkası takmış otuz gram turkuaz boyaya, üç bardak su diye anlatıyor çırakları not alıyor falan.

    'chef'miş.
    sizin elitizminizi, üç kuruşluk 'ucuz' zevkinizi, mideye hitap eden on beş dakikalık 'sanat'ınızı sevsinler. sen daha dizaynla sanat ayrımsaması yapama bir de millete söv. fonksiyonel metanın, temel ihtiyacın sanat olduğu nerede görülmüşse -son iki üç saçma onyıldan evvel-?
    tanınmış mimarlar bile yüzyıllardır özeleştiride tevazuda, biz sanat değil tasarım yapıyoruz, yer yer de zanaat diyor; yaşadığınız mekanı hem fonksiyonel hem estetik yapmaya çalışıyoruz işte diyor; şu 'mutfak'çı tayfadaki özgüvene bak sen.

    önce çomar sonra şopar şimdi de davaro dediğiniz halkı bir mutfağa alıp kesmediğiniz kalmış, evet tamam en harika damak zevki senin, en incelikli sen tüketiyorsun, bravo al bu da 'biğonz' madalyan, ince işçiliklisinden.

    siz o köydeki dudak büzdüğünüz tarhanaya yufkaya kurban olun lan.
    ayar oluyorum oğlum size, bir bu tipler bir de şu ukala barista tayfası.
    he evet lattenin üzerine resim yaptın; koloniyalizm kurbanı üç beş güney amerika, sömürülmüş asya ve afrika ülkesinin kahvesini birbirinden doğru ayırt edebiliyorsun, harikasın bravo sana.
    tek kültürünüz, dininiz imanınız yediğiniz içtiğiniz olur, yemek fotoğrafı çekmek başlıca hobinizdir sonra sağda solda insanların 'materyalist'liğinden dem vurur 'çıkarcı' diye ağlarsınız o da ayrı sevimli.
    e bu adamın kafasına 15 liralık süslü pasta-kahveleri, 30 liraya 90 gr süslü etleri sokan, dekorasyon üzerinden gösterişinle aklını çelen sen, tüketim toplumu dediğinin önden giden tekeri sen.

    şurada iki lokma zıkkımlanıp kalkıcaz, fransızca italyanca isimleri okumaktan damağımız büzüşüyor, menüde fiyata da değil telaffuzu en kolay olana bakıyoruz artık.
    gitmeyin şunların lokantasına kardeşim gitmeyin lan işte, mesela cihangirde yol kenarına masa iskemle atmış pilavcı mert abi var, kuru da yapıyor yanına, bir de güzel müzik açıyor oradan, misler gibi de doyuyorsunuz. kasıntı kasıntı bakışlara ve ''oğlum pilov değil' 'pilaf pilaf'' dediğine de rastlanmadı.

    size terminoloji de lazımdır şimdi bak bu iyi yenilebilir sanat hatta şu: yenilenebilir sanat

  • şimdi isim verip rencide etmek istemiyorum fakat ben bunların amınakoyım. çok netim bu konuda. çok karaktersizler. allah sizi inandırsın bir tabak getiriyorlar tabak tabak değil bilardo masası amınakoyım, böyle bir tabak yok. kocam. 42 dönüm tarla adeta. ufuktan tabağın yaklaştığını görünce zannediyorsun koca deveyi pişirip getiriyorlar ama masa tabağa yaklaşınca bi bakıyorsun kahve fincanı kadar et, kenarına da sosla çizilmiş 12 parçalık şerit var. tabağın %93'ü boş. ben böyle ibnelik görmedim hayatımda. bir de boş tabak için hesap getiriyorlar. ulan yemeği bile arkadaş parmağıyla gösterdi bak şurada diye, o devasa boşlukta yemeği bulamadım ben ne hesabı. yazıklar olsun. garip bir yer. evet.