kalpazankaya

  • herşey 6-7 eylül 1955 tarihinde istanbul'da rum vatandaşlara girişilen pogrom ile başladı. kıbrıs olaylarının karmaşıklaşması sonucu devlet, binlerce yıldır burada yaşayan rumları ülkeden çıkartarak malına mülküne el koydu. bazı rumlar ise yapılan tacizlerden, hayatlarının tehlike altına girmesine mütevellit malını mülkünü yok pahasına satarak ülkeden kaçtı. böylece devletimiz kıbrıslı rumlara ve yunanistan'a cevap verdiğini düşünüyordu.
    kalpazankaya tarihine baktığımızda da bunu görüyoruz. 1959 yılında ismail bucak, burgazadalı bir rum'un işlettiği mekanı devralmış. o rum şimdi nerde? niye burgazada'dan kaçmış bilinmiyor.
    istanbul'da meyhane kültürü 1950'li yıllarda bitti derler. sebebi budur. o meyhaneler rumlar tarafından işletilirdi. meyhane dediğimiz mekan rumlar tarafından var edilmiş bir meslekti. sonra türkler bu mesleği devraldı. yeni işletmeciler gayet hızlı bir şekilde bir kültürü yozlaştırdı, içini boşalttı, yaşatılamaz duruma getirdi.

  • tarafları dinlemeye gerek yok arkadaş, neyini dinleyeceğim. birisi müşteri, diğeri hizmeti veren. müşterisinin kafasında sandalye kıran mekana gidilir mi? hesap 850 gelmiş, kişi başı normalmiş. peki bu içmedikleri şalgam suyunun parasını almayı haklı gösterir mi? hayır.

    55 yıllık aile işletmesiymiş, yok adını arkasındaki koy'dan almış. bunlardan kime ne, bize ne. hesapta olmayan bir şeyi, hesaba eklemiş bu mekan. sonra da, müşteri ne kadar bağırır çağırırsa (ki haklı), alttan almak yerine , sen de efelen, sonra kavga çıksın ve 7 kişinin üstüne (bayanlar da var sanırım), 20 kişi çullan.

    ayıp kardeşim ayıp. 55 yıllık aile işletmesinin düştüğü durum bu işte. bu işletmeyi savunan arkadaş da, biz seviyoruz gelseniz de gelmeseniz de demiş. bence merak etmeyin, sizde bu yaklaşım devam ettiği sürece zaten yavaş yavaş kimse gitmez o sizin adanıza. evet sizin adanız ya orası, memleketin bir adası değil, sizlerin adası. sonradan şöhreti bulmuş, ne oldum delisi restoranların milleti kazıkladığı sizin adanız, sizde kalsın.

    tanım ; adalıların çok sevdiği 55 yıllık aile işletmesi ama müşteri dövüyorlar.

  • dövdüler bizi demiştim dün gece. *

    başımıza gelenleri anlatmak niyetindeydim ancak ne kadar şaşkın halde olduğumu farkedince kısa kesmeyi yeğledim. sabahın 6'sına kadar ifadeler ve darp raporları ile cebelleştikten sonra gidilecek mesailerimiz vardı. hem kafayı biraz toparlamış hem de sorumluluklarını sırtından atmış olmanın hafifliğiyle anlatacağım şimdi.

    öncelikle biraz eski entryleri okudum mekanla ilgili. yaşadıklarımıza benzer şeyler ima eden de olmuş, kalamarın, karidesin mükemmelliğinden bahseden de. biz, 3 kadın 4 erkek, ahtapotlu karidesli klişelerden sıyrılıp şefin spesiyali ödenmiş hesabın dayağını yedik burada. çiğ geldi.

    twitter'da da sorulmuş, mesajla soran da oldu, kaç kişi ne kadar hesap geldi de itiraz ettik diye merak edilmiş. zaten meseleyi hala kavrayamayışımızın, hala telefonda "abi biz bir şey yapmış olabilir miyiz bak emin misiniz neden dayak yedik lan?" diye birbirimize yanlayışımızın sebebi de bu. biz hesaba itiraz etmedik. hesap ödendi. bir yandan kartlardan hesap çekilirken bir yandan da türkiye'de yaşıyor olmanın gereği adisyona göz gezdiren arkadaşımız, şifresi taze girilmiş pos cihazı elinde slipin çıkmasını bekleyen şef'e "burada şalgam mı yazıyor?" sorusunu yöneltti. masaya şalgam hiç gelmedi. çünkü kimse şalgam istemedi. şef beklenmedik bir çeviklikle suratını kasıp oldukça sinirli bir şekilde "ya ne bileyim ben de okuyamıyorum, ne olmuş?" diye çıkışınca "ne ne olmuş abi siz bize başkasının hesabını mı getirdiniz?" diye sordum. neden sordum bunu? çünkü hesap şişirmenin adabı vardır. bizim hesabımız ilk defa şişirilmedi dün gece, ama yaş ortalaması 32 olan o masada herkes hayatında ilk defa dayak yedi. şimdi sakin kafayla düşününce aslında şefin neden celallendiğine dair fikir sahibiyim artık. masaya hiç gelmemiş bir şeyi adisyona yazarak aklınca hesap şişiren bir iş arkadaşı onu karşımızda çok zor bir hale sokmuştu diye düşünüyorum. çünkü bu sinir katsayısı tırmanma hızının başka izahı yok. yukarıdaki diyalog şef'in "sen dalga mı geçiyosun benimle ya ne yazıyorsa ödeyin gidin lan buradan!" narasıyla taçlanıyordu çünkü. benimse gözüm hala bızıt bızıt uzayan kredi kartı slipinde: "zaten ödedik ya lan!"

    şef'in lanlı lunlu konuşması masadaki hiçkimsenin umrunda değildi gerçekten. lan man, san, unvan umursamayacak, hem hayata karşı hem de birbirlerine karşı referansı granit gibi sağlam 7 arkadaştık oğlum biz. sabahtan akşama kim olduğu ne olduğu belli olmayan bir dünya insana getir götür yaparak evine ekmek taşıyan bir adamın lan deyişiyle masa devirecek kadar çiğ insanlar olmadık hiç. velhasıl, o lanlı lunlu savaş narası beklenen etkiyi yaratmış ve masamıza yaklaşan 2-3 kişilik mekan çalışanı kadronun fitilini çoktan ateşlemişti. çok sonraları fark ettim ben, dayağı tam bu saniye yemiştik aslında.

    -n'oluyo abi
    -bi' şey olmuyo, burada şalgam mı yazıyo diye soruy..
    -sen dalga mı geçiyon olum?!
    -ne diyon sen ya?!
    -hesabı ödeyin gidin lan!
    -siz artislik mi yapıyonuz ya?!
    -hesabı ödeyin gidin.

    -hesabı ödeyin gidin...

    hesabı ödedik aga biz. ama o hesabın 20 katını havaya saçıyor olsak koşup gelemeyecekleri bir süratle geldiler bizi dövmeye. başında aşçı şapkasıyla ocakçısından tut, yaklaşık bir on dakika kadar sonra ortalık durulduğunda "abi siz gayet iyi, kibar adamlardınız; niye böyle yaptınız?" minvalinde bir şeyler sayıklayan komisine kadar geldiler. 20 kişi dövdüler bizi.

    ben bu yaşımda ilk defa dün gece anladım ki dayak yerken yapılması gerekenlere dair zerre fikrim yokmuş. kavga çıkmasına mahal vermemeyi öğrenirken "bir gün dayak yersek ne bok yeriz"'i es geçmişiz malesef. 20 kişi üzerimize saldırılırken yapma kardeşim dur diye diye arkadaşımı kollarından tutmuş bir halde buldum kendimi. hal böyle olunca bir beş dakika kadar itiş, kakış, arbede, masa, sandalye; bir hayli tepindiler üstümüzde. mekan da oldukça doluydu bu arada, ben diğer müşterilerden herhangi birinin kılını kıpırdattığına şahit olmadım. sabahın 6'sına kadar karakol-hastane dolanırken bir yandan da kritik yaptığımız arkadaşlarımdan da işitmedim böyle bir şey. sanırım sadece oturdular.

    polis de gelip ortalık iyice yatışınca aramızda iki adet avukat olduğunu da duyan mekan çalışanları 4-5 kişi civarında bir sayı ile sütün döküldüğü yerin az ötesinde miyavlıyorlardı.

    karakol, ifade, masayı değil zıplayıp tepinen bir kalabalığı uzaktan çeken bir kamera kaydı, darp raporları, karakol önünde yeniden yirmili sayılara ulaşan mekan çalışanları, içeri girip yanımıza ulaşma çabaları, bir kadını "ben de iki masa arkanızda oturuyordum..." diye başlayan tiratlarla yanımıza yollayan uzlaşma çabaları, en sonunda avukat arkadaşlarımızdan birinin ya dışarıyı dağıtacaksınız ya bizi götüreceksiniz serzenişi üzerine büyükada polis merkezine geçişimiz ve sabah 6 gibi ana kara'da bir hastaneden alınan raporla son bulan geceye dair anlatılabilecek daha çok detay var. ne yenilen dayak, ne ezilen cep telefonları ne moraran kaş göz; hiçbirisi 20 yıldır tanıdığım insanlarla geçirdiğim şahane bir geceyi daha güzel anılarımın arasına ekleyememek kadar canımı acıtmadı.

    en kısa zamanda, ama bir daha asla bu ve benzeri mekanlarda olmamak kaydıyla bir araya yeniden gelir, bu geceyi kahkahalarla yad edecek kafa dinginlğine yeniden ulaşırız diye umuyorum hala.

    velhasıl onlar vurdu, aslında bize pek de bir şey olmadı.