kışı güzel kılan detaylar

  • nem olmaması.

  • cep. bir sürü cep. pantolonun cebi, montun cebi, iç cep, cep...

  • kış mevsimleri güzel geçmiş bir çocukluk.

  • gece sokak lambası önünde kar yağması

  • doğalgaz faturasını düşündükçe kışı artık kimse güzel hatırlamaz.

  • köydeyim.
    yalnız yaşıyorum. zaten köy de küçük. 10 aile falan var.
    kışı bekliyoruz. her zamanki gibi ufak tefek hazırlıklar falan.
    sonra radyolardan bi haber yayılmaya başladı. bu kış çok kar yağacağı ve sıcaklıkların -50-55 lere kadar düşebileceği, buna göre tedbir alınması gerektiği tekrarlanmaya başladı.
    inanan oldu inanmayan oldu.
    ben zaten yaz mevsiminde de bi acaiplik hissetmiştim. böyle yakıcı bi sıcak olmadı. halbuki köyde kaçacak delik arardık sıcaktan.

    ben inanıp, hazırlık yapmaya başladım.
    önce kerpiç evimin dışına 50 cm kalınlığındaki saman balyalarını dizdim. üzerlerini çamurla kapladım. 1 metreden daha kalın duvarlarım oldu. zaten ev kerpiç. duvarlar 50 cm idi.
    sonra, her sene hazırladığımın 4-5 katı odun topladım, dağdan. kesip hazırladım.
    bu arada kasım ayına girdik ve sıcaklık -10 lara dayanmıştı.
    işin ciddiyetini herkes anladı. ben daha da hız verdim hazırlıklarıma.
    bi kaç çuval un, kurufasulye ve benzer yiyecekler stokladım.
    inek ve koyunlarımın ahırını da iyicene soğuk geçirmez hale getirdim. yemlerini, samanlarını stokladım.
    hava gittikce soğuyordu. aralık ayına geldiğimizde -15 leri görmeye başladık.
    yakındaki dere bile donmuştu.
    4-5 gün gidip balık avladım, buzu kırıp. epey balığım da olmuştu.
    kaz ve ördeklerimden bazılarını kesmek zorunda kaldım. çok fazlalardı.
    onları ve balıkları sundurmama iple astım. hava soğuk donuverdiler.
    karda 1 metreye yaklaşmaya başlamıştı.
    keyfi bırak millet hayatta kalmaya çalışıyordu.
    keyif genede vardı. sobayı o kadar yaktığım halde iceri ancak 18 derecelere çıkıyordu.
    evden çıkmaz neredeyse imkansızdı ama yiyecek içecek sorun olmadığından bi şekilde oyalanıyordum.
    hayvanların yemini vermeye çıktığımda bile bıyıklarım donuyordu, evden ahıra geçene kadar.

    budur.

  • izlenen filmden/diziden, oynanan oyundan kısaca insanın odasında yaptığı her şeyden daha fazla keyif almasıdır. yazın dışarda güneş varken film izlediğinizde oluşan ve içten içi sizi kemiren "aslında dışarda olmalıyım." hissi kışın olmaz ve rahat rahat keyif ala ala odanızda aktivitelerinizi gerçekleştirirsiniz.

  • yağmurdan sonra oluşan toprak kokusu. sigara ve kahvenin hazzındaki artış.üşümek de güzel .

  • kişisel değil mevsimsel de olsa bir değişikliğin yarattığı canlanma, okumada/izlemede odaklanma, beynin tam kapasiteyle çalışması, yaz semeliğinden kurtuluş, iştahın geri gelişi, sinema/tiyatro, ev buluşmaları, çorbalar, boza, balkabağı, nar, kestane, taze balık, belgrad ormanı, uzun yürüyüşler, makyaj yapabilmek, yılbaşı hazırlıkları, evden çıkmadan peteğin üzerine bırakılan çorapları giymenin verdiği haz, radyo tiyatrosu, örgü ve her türlü kendin yap projesi, daha çok kitap, daha çok sanat, daha az migren, daha az kötü kokan insanlar.

  • (bkz: sıcak şarap)

    insanı kendini daha çok sevmeye iten bir şey, adlandırmakta zorlandığım bir neden var gibi gelir hep kış mevsiminde. üşüyüp de battaniyeye sarılırken “kendini de sevebilmeli insan” diye düşündürtür. şimdinin filtrelerle dolu “sosyal” ortamında ne kadar sıradanlaşsa da ve yalnızca görüntüden ibaret kalsa da, kalorifere yaslanıp kitap okurken yağan karı seyretmek, türkçe’deki huzur kelimesinin tam karşılığı değil midir?

    ev mesela. kışın daha bir sevilmez mi? daha bir aidiyet hissetmez mi insan evine? en son ne zaman sarıldığını hatırlamadığın annen sıcacık çayı getirip “iç de için ısınsın biraz” dediğinde genişlemez mi kalbin sahiden? insan, insanlığa bir kez daha iman etmelidir o an. çünkü her ne olursa olsun, odur bizi en nihayetinde iyileştirecek olan.

    bütün hayatını didik didik sorgulatacak bir film izledikten sonra sıcak bir şeyler içtiğin arkadaşına gerçekten nasıl olduğunu sorduğun, eve dönerken çıplak ağaçların üstünde biriken kar kalıntılarına bakıp hayatın aslında pek de matah bir şey olmadığını kabullendiğin, bunları düşünürken istemsizce ellerine baktığın ve her defasında ne kadar küçük ellerin olduğuna yeniden yeniden hayret ettiğin, insanların nasıl olup da haksızlıklara, kötülüklere şaşırmayıp bu dünyayı olduğu gibi kabullenmelerine inanamadığın, bu yüzden kendini aramayı bırakıp “buldum” sandığın mevsimdir kış. insan elbette ömrü boyunca arayış halindedir. tükenmeyen bir haldir bu. ama bir kez olsun bulduğunu zannetmenin de tadına varmalı. çünkü dünyanın en güzel yanılgısıdır o..

    kimsenin sevmediği o gri ve soğuk şehirde acele acele yürürken gözlerini kaçırıp senden yardım isteyen o çocuğun gözlerini belleğine kazıyacak kadar merhamet bahşeder kış sana. unutmamanı, ne olursa olsun unutmamanı, içinde bir yerlerde herkes gibi senin de bir vicdan taşıdığını, o vicdanın pusulanın kuzey ibresi olduğunu fısıldar kulağına kış. unutmamalı çünkü hayatın anlamı denilen şey, tam da o çocuğun sana mahcup bakan gözlerinde gizli, başka yerde değil.

    yanıbaşında olduğu halde kimi zaman unuttuğun, kimi zaman görmezden geldiğin yoksullukları ve yoksunlukları hatırlatır kış sana. kış en çok, bir şeyleri hatırlamakla alakalı galiba... insanlar bir kış günü yaratmış olmalı tanrı’yı. çünkü en çok kışın hatırlar insan; affetmek istediği ne çok şey olduğunu... o çok şeyin arasında affetmeye gücünün yeteceği ne az şey olduğunu.. o azlığın sonsuz kederini.. affedilmek isteğini.. evet evet, tanrı kesinlikle bir kış günü var olmuş olmalı! böylesine masumane bir ihtiyaçtan doğan tanrı’nın, uğruna bunca kan dökülmesine nasıl razı olabildiği sorusu kışın soğuğunda gelmez mi insanın aklına en çok?

    böyle şeyler işte... sıkıcı bir pazar günü, gri bir hava, ve ben “en güzel yanı istanbul’a dönmek” dedikleri şehirde, memleketin en gri şehrinde, sıcak şarabımla cam kenarında geçmişe bakıp geleceği düşlerken; böyle şeyler düşünmüştüm bir gün. şarap... belki de... neyse, sevmenin ve sevilmenin mevsimidir kış. bir de sıcak şarabın.