iski nin bana yaptığı rezillikve avustralya örneği

  • nasıl bir ülkede yaşıyoruz.

    not: en başta belirtmek isterim ki burada belediyenin ya da devletin vatandaşına verdiği değerden bahsediyorum. konuyu başka yerlere çekmeyin lütfen.

    yeni bir eve kiraya çıktım. kiraya çıktığım ev sıfır daire olduğu için doğal olarak elektrik, su, doğalgaz için benden önce hiç abonelik alan olmamış. ilk sözleşme yapacak olan ben olacağım. ama ben daha sözleşme yapmadan iski’den gelip su saatine 16:30’dan sonra kelepçe takıp suyu kapatıp gitmişler!!! saate dikkat ! !saat 16:30’dan sonra… yani kelepçeyi söktürmek için iski’ye gidecek hiç süre olmayacak şekilde beni bu yaz ayında susuz bırakmak için ellerinden geleni yapan bir iski’den bahsediyoruz. bu arada evimde 4 aylık bebeğimizin olduğunu da belirtmek istiyorum. yani hijyenin önemi bizim için ne kadar önemli daha fazla belirtmeme gerek yok. devamında işi gücü bırakıp sabah 8:00’de iski müdürlüğüne gittim tapusuna kadar tüm evrakları teslim edip hiç anlamadığım 176 lira teminat ile birlikte 300 küsür lirayı bana paşa paşa ödettiler… teminat nedir arkadaş,ben iski’ye ne yapacağım da benden teminat alıyorlar, başka eve giderken su sayacını mı çalacağım! neyse sabah 9:00 gibi tüm işlerimi bitirip vezneye yaptığım ödememin makbuzunu yeniden ilgili memura göstererek “bugün su kesin gelir mi?” diye yine sorumu yineleyerek sordum. (bugün günlerden cuma olduğunu belirterek tabiki aksi halde haftasonu da susuz kalacağım). sorun olmaz su açılır dediler… şu anda bu satırları yazarken saat 21:00’i geçmiş bulunmakta ve gelen giden yok.

    yani özetleyecek olursak iski suyumu 16:30’dan sonra kesiyor 1 akşamımı susuz geçirterek bana aklınca ceza veriyor, bir gün sonra tüm işlemleri yapıyorum 300 küsür lira ödeme yapıyorum ama yine gelen, giden yok.

    birde aşağıda başka yerden alıntı yaptığım başka ülkedeki olaya bak, belediye’nin devletin insanına verdiği değere bak…

    avustralya'da hayat (gerçektir)

    okuyacağınız bu ileti hayal değil gerçek, türkiye’yi idare ettiğini sananlara ithaf olunur.
    avustralya'da insan olmak .....
    melbourne'e vardık. bir ev kiraladık, ben oradaki akrabalarıma harıl harıl soruyorum 'yahu, elektrik, telefon, su, gaz idarelerinde tanıdığınız var mı?' biri 'ne yapacaksın?' diye sordu. 'öyle bir müessesede mi çalışmak istiyorsun?' ben 'hayır' diye cevap verdim 'yeni eve o hizmetleri bağlatmak istiyorum da...' adam güldü, 'bana adresini söyle' dedi. adresi verdim, geçti telefonun başına, o idareleri tek tek aradı. akşama doğru bütün hizmetler bağlanmıştı.

    bir gün elektrik idaresinden bir mektup geldi. mektupta 2 ay kadar sonra, bir gün bizim sokakta elektrik kesileceği bildiriliyor ve ilave ediliyordu 'eğer o gün mutlaka elektriğe ihtiyacınız varsa size bir jeneratör tahsis edilecek ve harcadığınız elektrik normal tarife üzerinden hesaplanacaktır. ancak jeneratör sayısı sınırlı olduğu için sadece mücbir ihtiyaç sahiplerinin müracaatı...' ben istemedim, ama komşumuz, yalnız yaşayan yaşlı kadın jeneratör istedi. o sabah 8'de 2 teknisyen jeneratörü getirip kadının sistemine bağladılar.. sonradan, merak edip sordum bu iş için sadece harcadığı elektriğin bedeli olan 45 sent almışlar.

    ben herkesin insan olduğunu ve herkese aynı muamelenin yapılması icap ettiğini avustralya'da öğrendim. bir tek gün kimse hakkımı yemedi, kuyrukta önüme geçmedi, trafikte açıkgözlük yapmadı, avanta istemedi...

    kızım yeni bir mektebe başlamıştı 'gel çarşıya çıkıp eksiklerini alalım' dedim. 'lüzum yok' dedi, 'her şeyi okuldan verdiler' bir gün aynı mektepten bir mektup geldi 'bazı talebelerin, öğle yemeği olarak pahalı gıda maddeleri getirdiklerini fark ettik. lütfen çocuğunuzun yanına sadece, bütün ailelerinin çocuklarına alabilecekleri şeyler verin. bu yaşta çocukların arkadaşlarına imrenmesi kötü bir şeydir' annem bizi ziyarete geldi. meydana karşılamaya gittik, bekliyoruz, arada gümrüğün kapısı açılıyor ve annemi oradaki bir memur ile konuşurken görüyorum. ingilizce bilmeyen annemin sohbeti bir türlü bitmiyor. dikkat ettim annemin elinde bir portakal var. nihayet annem çıktı ve iş anlaşıldı. kıtayı mikroplardan korumak için avustralya'ya herhangi bir gıda maddesi sokmak yasak.
    annem uçaktan bir portakal alıp çantasına koymuş.. adam onu görünce, hemen elinden alıp çöpe atacağına, büyük bir sabır ile avustralya'nın neden bir kaideyi uyguladığını anlatıyor ve 'bu size karşı yapılmış bir hareket değildir, hepimizin sağlığı için alınan bir tedbirdir filan diyor' melbourne'da ve avustralya'nın hemen hemen tamamında deniz kenarında bina yoktur. memleketi bir yol çevreler. kıyılar herkesindir. 5-10 kilometrede bir, denize girmek, piknik yapmak için tuvalet, duş, elektrikli mangal ve soyunma odaları gibi bedava tesisler vardır. yalnız elektrikli mangalı çalıştırabilmek için para atmak lazımdır.

    bir gün oldukça yüklü bir telefon faturası geldi. idareyi arayıp, bu faturayı ödemekte zorluk çektiğimi söyledim ve şu cevabı aldım 'siz bu faturayı bu ay ödemeyin. biz bunu 12'ye bölerek 1 sene müddet ile her aylık faturanıza ilave edeceğiz. ama bundan sonra her faturayı ödeyin'. sorduğumda faiz ödemeyeceğimi de öğrendim.

    avustralya'da yaşayan her insan bedava sağlık sigortasına sahiptir. şehrin merkezi dışında 2 katlıdan yüksek bina bulunmaz. normal evler
    1 dönüm bahçe içinde, müstakil evlerdir. şehrin belki yarısı golf sahaları (bedava), botanik bahçeler, göller ve akarsular ile kaplıdır. okullar bedavadır. musluktan akan su, hakiki içilen sudur (sözde değil özde). kilise, cami, havra, budist tapınakları ve daha nice dini yapı yan yana varlıklarını devam ettirir.

    sbs adlı devlet televizyonunda avustralya'da yaşayan 100 küsür ayrı millete mensup insanların kendi dilinde yayın yapılır. çoğu avustralyalı, 2 vesile ile kravat takar ; düğün ve cenaze.

    avustralya'da en büyük suç yalan söylemektir. yalan söyleyen, yalan beyanda bulunan insanın hayatı kayar. onun dışında her şeyin bir çaresi bulunur.

    edit1: imla... başlığım 50 karakter kısıtına takıldığı için "ve" harfi birleşik oldu. cümlelerimde ufak düzeltmeler