interstellar

  • sözlüğe bir tane bile bilimle ilgili entry girmeyenlerin, bu filmdeki bilgiler yanlış o yüzden herkes beğenmiş diye eleştirdiği film. kardeşim futbol başlıklarına, nude avına gidin. buralar ağır gelir.

    edit: yesiller yaninca mecbur editliyorum. filmi beğenmedim diyene saygı duyarım. filmdeki bilgiler yanlış, seviye ortaokul diyene lafımı söylerim. hiç bilimsel entry girmeyen böyle konularda yazmasın demek istemedim. madem bilgiler yanlış doğrusunu yazacaksın ki bizde kafa patlatalim.

  • bu filme zırva demek için evren hakkında bildiklerimizden daha fazlasını bilmemiz ve teknolojimizin daha çok ilerlemiş olması gerekir.

    şu an bildiklerimiz ve teknolojimizle evren, kara delik ve zaman bükülmesi konularını en iyi anlatan filmdir. eğer bu konular hakkında çok bilginiz yoksa sarmayacaktır.

  • şu anda atv'de yayınlanarak halkımıza ensest fikirlere empoze ediliyor! emperyalist güçlerin oyununa hemen son verilmesi gerek! buna dur demeliyiz!

  • bir sahnede de yıldız kayıyordu hatırladınız mı? bir filmde durup dururken yıldız kayar mı? peki filmin türkçe ismi neden yıldızlarası? küçük ayı takımıyla büyük ayı arasındaki muhabbet de nedir? küçük ayının ödipal saplantısını ve amerikanya'nın oyununu hala görmediniz mi? ferdi tayfur'un bize vermek istediği mesaj çok açık değil mi?

    işte bunlar hep sekstir arkadaşlar sekz sekz sekzz...

  • ensest ilişkiyi anlatan bir film değildir.
    bu başlıkta diagnostic retikul adlı yazar yazmış, ekşişeylerde de bu yazı paylaşılmış.

    ilgili entry: #68826393

    abi eliniz sikinizde bilim kurgumu izliyosunuz anlamıyorum ya. içiniz mi fesat nedir.

    baba kız ilişkisi gibi içerisinde sevgi barındıran her filmde benzer benzetmeler bularak, "bu film ensest anlatıyor biliç altınıza sinyal gönderiyor" gibi saçma sapan fikirler ortaya atabilirim. olaya nereden bakacağız önemli. eğer cinsellik arıyorsan mutlaka bulursun.
    şu yazı için harcanan vakte yazık.

  • belgesel değil, sadece film.

  • makineye karşı insanı öveceğim derken "insanda yaşama içgüdüsü olduğu için çok daha yaratıcı çözümler buluyor" gibisinden bir akılcılık örneği göstermişti.

    oysa ki insan hayatta kalmaya çalışırken korku ve evhamın emrine girer, en akılcı çözümü değil en garanti gibi görünen ya da en el altında bulunan çözümlere yönelir (bazı siyasetçilerin korku ve kayıp ihtimali sıralayıp, hatta kehanetinde bulunup, sikik seçimlere ittirme gerekçesi de aslen budur).

    ölüm tehlikesi sıkıştırdıkça çözüm ihtimallerin akılda belirmesi ayrı, beliren ihtimaller arasında en doğru seçimi yapabilmek ayrı şey. olasılıkların ayıklanması ve sayılması ve içerinde en yüksek başarı olasılığı olanını bulmak genel programlama; o olasılığı önden belirlenmiş bir süre sonunda şartlarda bir değişiklik olmazsa seçip uygulamak, yani inisiyatif alacak irade gösterebilmek, hususi progralama ile çözülebilecek bir şey.

    insan ve makine aynı seçimde buluşsa dahi uygulamada stres yapmayacak, ödü bokuna karıştığı için eli ayağına dolanmayacak bir makine insandan her türlü daha başarılı olur.

    ama zaten bunu kime diyoruz? "sevginin niye varolduğunu bilmiyoruz, o halde sevginin gücü boyutlar aşırı olabilir" faraziyesini öyküsünün merkezine alan senariste anlatıyoruz. yani kime? müşterisinin inanç ve beğenisini müşterisine satan esnafa.

  • 7 kasım 2014 tarihinde vizyona giren yıldızlararası (ınterstellar) filmi, senenin en çok beklenen filmi olarak büyük ses getirdi. belki gişelere beklediği hızlı girişi yapamadı ve abd'de disney tarafından yapılan büyük kahraman 6 (big hero 6) isimli filmin gerisinde kaldı ama yine de gerek içeriği, gerek kurgusu, gerek görsel yapısı, gerekse de evrim ağacı olarak burada işlediğimiz gibi bilime olan katkılarıyla önemli miktarda ses getirmeyi başardı. öyle ki, kolay kolay bilimkurgu filmlerini beğenmeyen, dünyaca ünlü astrofizikçi neil degrasse tyson'dan bile, buradan okuyabileceğiniz gibi bol miktarda övgü aldı. filme yöneltilen ve hem destekleyen, hem de karşı olan sayısız eleştirinin yarattığı toz fırtınası yavaş yavaş dinerken, biz de filmin bilimsel olarak bir analizini sizler için yapmak istedik. ayrıca filmin sonunda, karadeliğin içerisine girildiğinde ne olduğunu ve neler anlatılmaya çalışıldığını da, anlamayanlar için açıklayacağız. umuyoruz ki faydalı olacaktır.

    ilk olarak şunu söyleyerek başlayalım: konuyla ilgili daha önceki yazılarımızda da işlediğimiz gibi, filmin baş yapımcılarından olan kip thorne, kütleçekim fiziği ve astrofizik konularında araştırmalar yürüten, stephen hawking ve carl sagan gibi büyük bilim insanlarıyla uzun zaman arkadaşlıkları ve ortaklıkları bulunan (sagan'ın contact kitabına katkılarda bulunmuştur), dünya'nın en önde gelen üniversitelerinden kaliforniya teknoloji enstitüsü'nde (caltech) 2009 yılına kadar feynman teorik fizik profesörlüğü unvanını taşımış, einstein'ın genel görelilik teorisi'nin astrofiziksel çıkarımları konusunda dünya'nın en önde gelen araştırmacılarından biri olan kişidir. araştırmaları kütleçekim dalgaları, karadelik kozmolojisi, solucan delikleri ve zaman yolculuğu, göreli yıldızlar, çok kutuplu momentler ve benzeri konular üzerine odaklanmaktadır. hatta thorne, "solucan deliği" konseptinin günümüzdeki en önemli araştırmacılarından biri olarak bilinmektedir. akademik hayatı boyunca 150'den fazla makale yayınlamış, karadelikler ve zaman bükümleri: einstein'ın muhteşem efsanesi başlıklı popüler bilim kitabıyla halka bilimi sunma konusunda önemli çalışmalar yürütmüştür. halen bilimsel araştırmalarını sürdürmekle birlikte, bilimi ve kendi sahasını ilgilendiren bazı konularda da danışmanlık yapmaktadır. yıldızlararası ise bu konudaki kariyerinin şimdilik doruk noktasıdır. hatta yukarıda verdiğimiz yazılardan da okuyabileceğiniz gibi, sadece bu film için yıldızlararasının bilimi (the science of ınterstellar) isimli bir kitap yazmıştır. amerikan sanat ve bilimler akademisi, ulusal bilimler akademisi, rus bilimler akademisi, amerikan felsefe cemiyeti gibi en önde gelen bilim ve felsefe gruplarına üyeliği bulunmaktadır. bugüne kadar birçok ödüle layık görülmüştür; bunlardan birisi de 2009 yılında aldığı albert einstein madalyası'dır.

    kip thorne

    genel olarak film

    burada yaptıklarımız, elbette çok teknik olan detaylardır ve birçok normal izleyiciyi en ufak derecede etkilemeyecektir.yıldızlararası, burada saydığımız bütün eleştirilere rağmen, bilimsel birçok konuyu oldukça isabetli (en azından bugüne kadar yapılmamış bir şekilde isabetli) işlemektedir. bu açıdan, film sektöründe önemli bir köşebaşı olacağı kanaatindeyiz. fakat eğer ki filmi izledikten sonra, detaylarıyla ilgili daha fazla bilgi almak isterseniz, bu yazımız faydalı olacaktır. burada filmi övmekten ziyade (zira bu yeterince yapıldı) olumsuz eleştirilere odaklanarak bilim boyutunu irdeleyeceğiz. kip thorne gibi muhteşem bilim insanını tanıdıktan sonra, filme odaklanabiliriz. bu noktadan sonra bol miktarda içerik bilgisi (spoiler) verilecektir, kendi tercihinizle okumaya devam ediniz.

    filmin konusu tekrar etmeyeceğiz; zaten artık birçok kişi tarafından biliniyor. çok çok kısaca toparlamak gerekirse: fim, yakın gelecekte geçiyor. çeşitli sebeplerle insan popülasyonu büyük oranda kırılıyor ve dünya yaşanılmaz bir hale geliyor. bunun üzerine nasa'dan arta kalan bir grup bilim insanı, uzun soluklu bir projeye imza atarak yeni bir yaşanabilir gezegen bulmaya çalışıyorlar. ancak elde yeterince veri olmadığı için, birçok gezegene öncül astronotlar gönderiyorlar. film de, bu önden gönderilen astronotların dünya'ya gönderdikleri verilerden yola çıkarak en iyi koşullara sahip olan gezegene gidip kolonileştirmeyi hedefliyor. bu sırada birçok olay yaşanıyor elbette...

    evrende yolculuk ve solucan delikleri

    filmle ilgili en temel sıkıntı, birçok filmin düşmek zorunda kaldığı hata: mesafe sorunu. yıldızlararası, bu konuda birçok filme göre başarılı bir iş yapıyor. çünkü diğer bilimkurgu filmlerinde, diğer galaksilere gitmek gibi uçuk fikirler kolayca alt edilirken, bu filmde amaç en yakınımızdaki yıldızlara ve çevresindeki gezegenlere ulaşmak. ancak yine de bu çok zor bir iş. çünkü şu anda bildiğimiz en yakın yıldız 4.4 ışık yılı uzakta ve eldeki en iyi teknolojilerle bile oraya ulaşmamız 100.000 yıl civarında sürerdi. kütleli hiçbir cismin ışık hızına ulaşması mümkün değil; ancak olsaydı bile yolculuk 4.4 yıl sürerdi. filmde, nasa'nın en iyi pilotu olarak tanıtılan cooper isimli karakter (matthew mcconaughey tarafından oynanıyordu), bunun sadece 1.000 yıl süreceğini iddia ederek hata yapmış oluyor. çünkü film uzak gelecekte değil, günümüze yakın bir gelecekte geçiyor. bu kadar yakın bir gelecekte, süreyi 100 kat kısaltacak bir teknoloji geliştirmek ne yazık ki mümkün gözükmüyor.

    film, bu sorunu şu anda gerçekten de evren içerisinde aşırı hızlı seyahat için tek umudumuz gibi gözüken solucan delikleriyle çözüyor. bir solucan deliğinin, uzay-zaman düzleminin bir noktasını tamamen ayrı bir bölgedeki bir diğer noktasına doğrudan bağlayan kanallar olduğu düşünülüyor. ancak şu ana kadar varlıkları doğrudan gözlenemedi; sadece teorik bir bilgi halinde pratik doğrulanmayı bekleyen bir fikir. fakat eğer ki solucan delikleri varsa, eğer ki bir cismi içine sokabileceğimiz kadar geniş bir açıklığa sahiplerse ve eğer ki onlarla etkileşime geçildiği anda bazı hesaplamaların gösterdiği gibi kendi üzerlerine çökmüyorlarsa (ki bunlar çok büyük ama imkansız olmayan "eğer"lerdir); gerçekten de milyonlarca ışık yılı uzaktaki mesafeleri, buradan bakkala gitmek kadar basit bir şekilde almamız mümkün olabilir. dolayısıyla solucan deliklerinin varlığı, her şeyi değiştirir. ancak şu ana kadar buna dair doğrudan bir veri bulunmuyor.

    filmde solucan delikleri, bir kağıdı elinize alıp, iki kenarını birbirine değecek şekilde katladığınızda, birbirine değen uçlar arasında seyahat edebilmeniz şeklinde anlatılmaktadır. normalde kağıt açıkken, bir kenardan karşıt kenara kadar çizeceğiniz bir çizgi uzun bir yol oluşturacaktır. ancak kağıt kendi üzerine katlanırsa, aynı yol bir anda kısacık bir sıçramayla alınabilir hale gelir.

    washington dc'deki kongre kütüphanesi'nin astrobiyoloji başkanı olan dr. david grinspoon, bunun anlatıldığı sahneyle ilgili şunları söylüyor:

    "o sahneye bayıldım. bu, bir fizikçinin bir solucan deliğini tam olarak nasıl anlatacağıdır! kip thorne, bir solucan deliğini tam olarak böyle izah ederdi. ki zaten solucan deliği fikrini çıkaran da odur. bilimsel açıdan bu sahne muhteşemdi. bir fizikçi aynen böyle anlatırdı."

    görelilik teorisi açısından yıldızlararası ve karadelikler

    solucan delikleri, einstein'ın görelilik teorisi'nin çıkarımlarından sadece birisi. ancak bunun etrafında birçok diğer konu da bulunuyor ve film de bunların birçoğuna başarıyla değiniyor. tabii ki bunların başlıcası, karadelikler ve bu gök cisimlerinin yakın çevresindeki tuhaf fizik yasaları...

    filmin büyük bir kısmı, kip thorne tarafından yaratılan denklemlerle ekrana taşınan dev bir karadelik etrafında geçiyor. thorne, bu yazımızın başında verdiğimiz diğer yazılarımızda görebileceğiniz gibi, bu karadelik için özel bir denklem seti geliştirdi.

    bir karadeliğin yaratacağı temel etkiler filmde isabetli bir şekilde veriliyor. devasa kütleli olan karadelikler, etraflarındaki uzay-zaman düzlemini müthiş derecede bükerler. bu da, yakın çevresinde bulunan her şeyin karmaşık geometrik şekillerde gözükmesine ve kütleçekim lensleme gibi çeşitli olgulara neden olur. bir karadeliğin çekim kuvvet öylesine büyüktür ki, ışık bile ondan kaçamaz. bu nedenle karadelikler, x-ışını taraması haricinde hiçbir dalga boyunda gözlenemezler, dolayısıyla gözümüze de görünmezdirler. ancak etraflarındaki cisimler üzerindeki etkilerine bakarak, varlıklarını anlayabilir ve analiz edebiliriz. thorne, filmdeki karadeliği şöyle anlatıyor:

    "ne karadelikler, ne de solucan delikleri bugüne kadar çekilen hiçbir filmde gerçekten olacakları şekilde gösterilmedi. einstein'ın görelilik teorisi'nin ortaya konmasından bu yana, gerçeğe yakın bir gösterim ilk defa bu filmde yapılıyor."

    filmdeki karadelik "gargantua" ve yörüngesindeki gezegen...

    ancak filmde bu konuda bazı hatalar bulunuyor. karakterler, bir karadeliğe rahatlıkla girebiliyormuş gibi gösteriliyor. ancak bir karadelik söz konusu olduğunda, sadece "yüksek bir kütleçekimi"nden bahsetmeyiz. dolayısıyla sadece panellerin titrediği, "aaargh" diye bağırarak direnebileceğiniz bir kütleçekiminden de bahsetmeyiz. "muazzam şiddette ve 1 santimetrelik bir mesafede bile pratik olarak sonsuza yakın bir kütleçekimi farkından" bahsediyoruz. bir karadeliğe girerken, ayaklarınıza etki eden çekim kuvveti, başınıza etki edenden binlerce kat fazla olacaktır. bu nedenle, bir karadeliğin olay ufkuna giren herhangi bir cisim, sadece birkaç milisaniyede "spagetti" gibi uzayarak atomlarına ayrılacaktır. dolayısıyla bir "karadeliğin içine girmek" ve bunun hala farkında olabileceğiniz şekilde bilincinizi (ve vücudunuzun bütünlüğünü) korumak muhtemelen imkansızdır.

    filmdeki bir diğer sorun, yine karadeliklerin etrafında gözlenen "zaman süzülmesi" adı verilen bir olay. yüksek kütleli cisimlerin etrafında zaman, küçük kütlelilere göre çok daha yavaş akmaktadır. filmin iddiasına göre, gargantua isimli karadeliğin etrafındaki bir gezegendeki 1 saat, dünya'daki 7 yıla eşittir. ancak ımperial college london'da astrofizikçi olan prof. dr. roberto trotta, bu kadar muazzam bir farkın mümkün olmayacağını iddia ediyor. en azından karadeliğine "etrafında" bulunan bir gezegen üzerinde... şöyle anlatıyor:

    "böylesine büyük bir zaman farkının oluşabilmesi için, schwarzschild yarıçapı denen bir mesafede olmanız gerekir. bu, filmde gösterilenden çok daha yakın bir mesafedir. böylesi bir kütleçekimine dayanabilecek hiçbir gezegen bulunmamaktadır. karadeliğin yaratacağı gel-git kuvvetleri, gezegeni paramparça ederdi. eğer ki bu kütleçekimi altında bir kütlenin üzerine iniş yapmaya çalışacak olsaydınız, o kadar hızlı çakılırdınız ki, hayatta kalmanız mümkün olmazdı. basitçe, sayılar hatalı!"

    karadelikle ilgili bir diğer sorunsa, ışıklandırma sorunu... karadeliğin etrafında bir gezegenin bulunma ihtimali olması bir yana, filmde bu gezegene indiklerinde bariz bir şekilde gün ışığı ve aydınlık gözüküyor. ancak karadeliğin makul miktardaki çevresinde bir ışık kaynağının bulunması neredeyse imkansız (ki filmde de gösterilmiyor). üstelik karadelikler, az önce de izah ettiğimiz gibi, ışık yaymıyor, ışığı tamamen emiyor. bu durumda, gezegeni o kadar aydınlatan ışık nereden geliyor? bu, filmin bariz hatalarından bir diğeri...

    ekoloji, evrim ve fizyoloji açısından yıldızlararası

    filmle ilgili sorunlardan birisi, astrofiziğe çok yoğun bir şekilde eğilirken, filmin asıl çıkış noktasındaki problemin bilimle tamamen uyumsuz bir iddiayı barındırıyor olması. filmde anlatılana göre müthiş salgın bir bitki hastalığı, insanlığın bütün tarım ürünlerini yok ediyor. bu nedenle atmosferde yoğun miktarda azot birikiyor ve bu da, oksijen seviyelerini hızla düşürüyor. dr. grinspoon, bu konuyu şöyle eleştiriyor:

    "dünya üzerindeki ekolojik bir felaket tanımlanıyor. bundan bahsetmeleri ve bilinç kazandırmaları güzel. iklim değişimi ve gezegenimizin giderek berbat bir hal alması bariz gerçekler. dolayısıyla bu iyi bir tema. ancak bunu temellendirmek için ileri sürdükleri azot birikimi ve oksijen azalması çok hatalı. gezegensel atmosfer bilimlerinden birazcık anlayan biri, bu zincirleme sürecin tam bir saçmalık olduğunu bilecektir. bu elbette, işin bilimini bilmeyenler için filmin etkisini azaltmayacaktır. ancak bunu neden bilen birine sorarak çekmemişler? kurguyu değiştirmezdi bile; ancak doğru bilgi verilmiş olurdu."

    filmin evrimle ilgili sorunlarından birisi, daha derin bir sorun. hem de filmin spot cümlelerinden birinde yatıyor: "dünya'nın sonu, bizim sonumuz olmayacak." bu, çok tehlikeli ve hatalı bir mesaj. çünkü her ne kadar dünya'nın dengeleri giderek bizim yüzümüzden alt üst oluyor olsa da, halen gezegenin direnç esnekliği, bizimkinden kat kat fazladır. yani gezegenimizi etkileyebilecek çok az sayıda doğal olay, tüm yaşamı bir anda silip atabilir. bunun haricinde bizi yok edebilecek milyonlarca olasılık, dünya'daki tüm yaşamı silmekten aciz olacaktır. bu nedenle, spotun önerdiğinin aksine, dünya'nın bırakın sonunu, dengelerinin bundan birazcık daha fazla bozulması bile, türümüzün sonunu kolaylıkla getirebilir. bu nedenle, "nasılsa başka gezegenler var, bize bir şey olmaz." mesajını vermek büyük bir hatadır. türümüz yok olacak olsa bile, evrim bir yolunu bulacak ve yaşamı yeni ortam koşullarına göre şekillendirerek adaptasyonu sağlayacaktır.

    bunun haricinde bir diğer sorun, buzdan bulutlar olan (katı halde bulutların bulunduğu) bir gezegen kurgusu. bugüne kadar ne teorik, ne de pratik olarak böyle bir şeyin olabileceği tespit edildi. eğer üzerinde rahatça yürüyebilecekleri kadar (ki filmde böyle gösterilmektedir) kütleçekimi varsa, o bulutların da yere düşmesi gerekirdi. aksi takdirde gezegende rahat rahat yürüyememeleri gerekirdi. gezegen atmosferlerinde bulunan gazların hiçbirinin katısı, öylece havada asılı kalabilecek kadar hafif değildir.

    bir diğer sorun ise, neil degrasse tyson tarafından alay konusu edilen, filmdeki yumruk yumruğa dövüş sahnesi... böyle bir sahnenin gerçekte yaşanması pek muhtemel gözükmese de, sorunlardan bir diğeri, cooper karakterinin maskesinin kırılmasına rağmen dövüşmeye devam edebilmesi. sadece içinizde tuttuğunuz nefesle biriyle dövüşemezsiniz, birkaç saniyede tükenirsiniz. ancak dövüş, dakikalarca sürmektedir. bu durumda o gezegenin atmosferinin iddia edildiği kadar olumsuz olması mümkün değildir.

    zaman yolculuğu açısından yıldızlararası

    filmin sonunda, aslında her şeyi başlatanın yine kendimiz olduğuna gönderme olarak, karadelik kullanılarak yapılan bir zaman yolculuğu gösterilmektedir. bu, teorik olarak mümkün gözükmektedir; ancak sayısız sıkıntıyı da beraberinde getirmektedir. film ise, bunların hepsinden kaçınmayı tercih etmektedir.

    örneğin cooper karakteri, tüm bu uzay yolculuğunu başlatacak olan "tuhaf kütleçekim alanını" ve kızının "hayalet" olarak tanımladığı, odalarındaki kitapların zırt pırt, durup dururken düşmesine nedeninin, cooper'ın kendisinin geleceğinde, karadeliğin içerisinde 5. boyuta çıkarak yaptığı bir zaman yolculuğunun sonucunda, cooper'ın ta kendisi olduğu gösterilmektedir. yani biz filmi "bugün" içerisinde izlerken, "bugün" yaşanan olaylar, aslında cooper'ın filmin ta en sonunda zaman yolculuğu yaparak geleceğe dönmesi sonucunda "bugün"e etki etmesinden kaynaklandığını görmekteyiz. fakat bu, birçok paradoksu doğurmaktadır. bunun en bilineni, "büyükanne paradoksu"dur.

    eğer ki gelecekten bugüne gelip doğrudan müdahale edebilme şansımız olsaydı, büyükannemizi daha gençken öldürmemiz mümkün olabilirdi. büyükannemiz ölecek olursa, annemiz veya babamızın doğması mümkün olmazdı. dolayısıyla büyükannemizi geçmişe seyahat ederek öldüren bizim de doğmamız mümkün olmazdı. ancak biz doğmamışsak, o zaman geçmişe dönüp büyükannemizi öldürecek kişinin de doğmamış olması gerekiyordu. bu durumda büyükanne ölemezdi ve her şey normal seyrinde devam ederdi. ancak her şeyin normal seyri, bizim geçmişe giderek büyükannemizi öldürmemizle sonuçlanmaktadır. bu, döngüsel bir paradoks yaratmaktadır. paradoksa birkaç teorik çözüm önerilmiş olsa da, henüz zaman yolculuğu ispatlanmadığı için, bu sorunun çözümlerinin doğrulanmasına geçmemiz de mümkün olmamaktadır.

    filmin kitapların düşmesi ve bu şekilde cooper'ın geçmişteki kızıyla iletişim kurabilmesi noktasıyla ilgili neil degrasse tyson, yine esprili bir eleştiri getirmektedir:

    "bu evren içerisinde hangi insan kitaplarının yerlerini ve isimlerini, kitaplığın arkasından bakarak sayabilecek kadar ezbere bilir ki?"

    sorunların en büyüğü: sahtebilim

    ne yazık ki, filmin tek yapımcısı kip thorne gibi bir bilim insanı değil. asıl yapımcı christopher nolan'ın hayal gücü de, filmde büyük bir etkiye sahip ve ne yazık ki bu hayal gücü, sahtebilimi de beraberinde getiriyor. film en sonlara doğru, bilimden tamamen koparak sahtebilimin sınırlarına giriyor. en basitinden "sevgi", fiziksel bir kuvvetmiş gibi tanımlanarak fiziğe dahil ediliyor. fakat bu, muhteşem bir saçmalık. duygular, fiziksel kuvvetler değildir. elektrobiyokimyasal etkileşimler sonucunda oluşan algılardır. istediğiniz kadar aşık olun, hiçbir kütleçekim alanına etki edemez, hiçbir elektromanyetik alanı değiştiremezsiniz. bu sadece sizin hissettiğiniz (ve belki görünümünüz/davranışlarınız sayesinde dışarı yansıttığınız) bir algıdır. ancak filme göre sevgi, bir kuvvet olarak kullanılarak fiziksel dünyaya etki edebilen bir araç olarak gösterilmiştir. hatta 5. boyutu kontrol ederek alt boyutları yönetmenin "sevgi" ile yapabileceği ileri sürülmektedir. gerçekten mi? başka hiçbir şey bulamadınız mı?

    bu durum, bilim ile sahtebilimin, dolayısıyla fizik ile metafiziğin birbirine karıştırılmasından kaynaklanmaktadır. tıpkı 5. element filminin iddia ettiği gibi, "5. boyutta" sevgi, bir kuvvet olarak görülebilmektedir. fakat bunu uzaktan veya yakından öneren hiçbir bilimsel veri bulunmamaktadır. bu tıpkı, what the bleep do we know? gibi sahtebilim "belgesellerinde" iddia edildiği gibi, kuantum mekaniğinin aslında "evrenden talep ettiğimiz şeylerin gerçek olabileceğini" ispatladığı iddiası gibi saçma bir iddiadır. hiçbir bilimsel temeli yoktur ve böyle bir temel olmaksızın, bu kadar sıradan bir şeymiş gibi, onca bilimsel anlatımın içerisine gizlenerek verilemez. sevginin toplumsal ilişkilerde önemli bir araç olduğu aşikardır; ancak toplumsal dinamiklerle fiziksel dinamikleri birbirine karıştırmak, bir insanın yapabileceği büyük hatalardan birisidir. en azından buna yönelik sağlam temelli bilimsel araştırmalar yürütülene kadar...

    stanley kubrick'in "2001: a space odyssey" filmindeki sahtebilim unsurlarından bir örnek...

    filmin sahtebilimle ilgili bir diğer konusu ise, adeta "bağlayacak bir şey bulamamaktan" kaynaklı "5. boyutta yaşayan varlıklar" kavramıdır. bu konu, tamamen sahtebilim olarak sayılamaz belki ama filmin en kritik noktaları bu "üst boyutlardaki yaşam"a bağlandığı için, sorunlar doğmaktadır. örneğin filmde sıklıkla satürn civarındaki solucan deliği kapısının bu üst boyuttan canlılar tarafından, bilinçli bir şekilde açıldığı iddia edilmektedir. bu varlıkların bizlerle irtibata geçmek istedikleri, bunu bu şekilde yaptıkları iddia edilmektedir. elbette sorun, bizimle irtibata geçmek isteyen bu kadar üstün varlıkların neden bu kadar zahmete girdiğidir. zira tıpkı bizim 2. boyuta kolaylıkla hükmedebilmemiz gibi, onlar da 3. ve 4. boyuta kolaylıkla hükmedebilmeli ve sorunsuz bir şekilde iletişim kurabilmelidir. ancak hayal gücüyle bunu çözmek yerine, sahtebilim kıvamında bırakılması tercih edilmiştir. neil degrasse tyson, bununla şöyle alay etmektedir:

    "eğer ki gezegenler arasında solucan delikleri açılabiliyorsa ve bu, üst bilince sahip varlıklarca kontrol ediliyorsa, neden dünya'nın yanıbaşında bir tane açılmamış ki? size diyeyim: hemen kapı komşumuz mars, filmde gösterilen o gezegenlerden çooook ama çok daha güvenli gözüküyor."

    bilimdışı olumsuz eleştiriler

    bu eleştirilerin detaylarına burada girmeyeceğiz; çünkü daha ziyade filmin sanatsal boyutuyla ilgili ve bizim bilgi alanımızı aşıyor. ancak salon.com sitesinde bunlar şu 7 madde olarak listelenmiş:

    1.hans zimmer, durdurulması gereken bir canavardır.
    2.birçok diyalog son derece gülünçtür.
    3.christopher nolan'ın yetişkin kadın karakteri yaratmak hakkında en ufak fikri yoktur.
    4.neredeyse tüm karakterler harcanmıştır.
    5.nasa'nın gelecekteki çalışma biçimi temelsizdir.
    6.christopher nolan, karakterlerine isim vermeyi hala becerememektedir.
    7.tarihte, senaryosunun ta kendisi koca bir karadelik olan ilk film olabilir.

    filmin sonunda ne oldu? karadeliğin içine girmek ve 5. boyutun etkisi

    filmin aşkı boyutlar arası iletişim için kullandığı safsatayı bir kenara bırakacak olursak, aslında filmin son kısmında harika bir şekilde boyutların evren içerisindeki etkisine değiniliyor. bizler, şu anda 4 boyut içerisinde yaşamaktayız. aslen 3 boyutta yaşarız: en, boy, yükseklik. evren içerisinde herhangi bir yeri tanımlamak için, bu 3 boyut yeterlidir. ancak 4. bir boyut da, zaman boyutundan gelir. örneğin bir arkadaşınızla buluşacağınız zaman, sadece en, boy, yükseklik boyutlarını vermezsiniz. yani, "konur sokak ile yüksel caddesi'nin kesişiminde, simit sarayı'nın 2. katında buluşalım." demekle yetinmezsiniz. "saat 4'te..." diye eklersiniz. tabii her zaman bu kadar spesifik olmak zorunda olmasak da, yine de içsel olarak uzay-zaman içerisinde bir yeri tanımlamak için 4 boyuta ihtiyacımız olduğunu biliriz. örneğin binanın hangi katında buluşulması gerektiği söylenmediği müddetçe, 0. katta, yani kapının önünde buluşmamız gerektiğini varsayarız. beynimiz, 4 boyutun tamamını otomatik olarak tanımlar.

    aslen 3 boyutta yaşıyoruz dedik ve 4. boyutu bir ek olarak verdik; çünkü bizler, 3 boyutta özgürüzdür, 4. boyutta ise hapis halindeyizdir. bu ne mi demek? 3 boyutta, imkan tanındığı sürece istediğiniz noktaya ulaşabilirsiniz. ileri-geri gidebilir, sağa-sola gidebilir, yukarı-aşağı zıplayabilirsiniz. bunu dilediğiniz kadar tekrar edebilirsiniz; fiziksel olarak hiçbir engeliniz bulunmamaktadır. ancak 4. boyut olan zaman içerisinde hapis halindeyizdir. zaman boyutunda ileri ya da geri gidemeyiz; sadece "şu an" içerisinde yaşamak zorundayız. an içerisine hapsolmuşuzdur.

    işte filmin "karadeliğin içerisine düşmek" üzerinden bağlandığı nokta da budur. aslen astrofizikte karadeliklerin böyle bir etkisi olacağına dair güvenilir bir bilgi yoktur. ancak orada karadelik, bir "portal/kapı" olarak kullanılmıştır, önemli değildir. aslolan, bu sayede cooper'ın 5. boyuta ulaşabilmesidir. tekrardan, sevgiyle ilgili safsata bir kenara bırakılacak olursa, ileri sürülen iddia oldukça geçerlidir: 5. boyutta, 4. boyutun hapsinden kurtulabiliriz. nasıl ki 3 boyutta istediğimiz noktaya erişebiliyorsak, 5. boyuta ulaştığımızda da, 4. boyutta, yani zaman içerisinde istediğimiz herhangi bir noktaya erişebiliriz! var oluştan yok oluşa kadar her şey, önümüze serilmiştir. serilmediyse bile, ona erişme imkanımız vardır. örneğin 3 boyutlu uzayda satürn'e kolay kolay erişemeyebilirsiniz; ancak bu, satürn'ün fiziksel olarak erişilemez olduğu anlamına gelmez. işte 5. boyuttaysanız, 4. boyut için de bu geçerli olabilir: zamanın tamamı, sıradan bir boyut haline gelir ve artık hapisten kurtulmuş olursunuz. işte filmin sonunda cooper'ın kızına mesaj göndererek tüm süreci kesme çabası sırasında içerisinde bulunduğu boyut, 5. boyutun muhteşem bir görsel şölene dönüştürülmüş halidir. film, bugüne kadar hiçbir filmin yapamadığı kadar harika bir şekilde bu noktaya değinmeyi başarmıştır.

    şu anda teorik fizikçiler, böyle bir şey mümkünse, zamanın herhangi bir noktasına müdahale edip edemeyeceğimizi ve bu müdahalenin ne sonuçlar doğuracağını bilmemektedirler. elbette konu hakkında birçok görüş vardır; ancak hangisinin geçerli olduğu henüz bilinmemektedir. önceden bahsettiğimiz "büyükanne paradoksu" gibi paradokslar, işi içinden çıkılmaz yapmaktadır. fakat ileride bir gün, bu sır perdesini de aralamamız çok muhtemeldir.

    sonuç

    evet, film yoğun miktarda olumlu eleştiriyle birlikte, bir o kadar olumsuz eleştiri de aldı. bu son derece beklenirdir; çünkü oldukça büyük bir yapım ve beklentiler çok yüksek tutuluyordu. eğer öznel fikrimizi soracak olursanız, filmi mutlaka sinemada, en azından 1 defa izlemenizi tavsiye ederiz. belki "hayatınızın filmi" olacak bir film değildir; ancak evde, küçük bir ekrana yakışacak bir film de değil, söyleyelim. bilimkurgu sektörünün, ne olursa olsun, önemli yapıtaşlarından birisi. eğer ki bilimkurguyu desteklemeyi sürdürürsek, ileride çok daha isabetli filmlerin yapılacağını düşünüyor ve umuyoruz. yıldızlararası filmini bu konuda önemli bir basamak olarak görüyoruz.

    hazırlayan: çmb (evrim ağacı)

    görsel: filmin zaman akışını gösteren, istanbul'dan frametale ajansının kurucusu doğan can gündoğdu tarafından yapılan bir infografik. firmasına buradan ulaşabilirsiniz.

    kaynaklar ve ileri okuma:

    1.space
    2.mother jones
    3.npr
    4.salon
    5.io9
    6.ıgn
    7.business ınsider