ingilizce

  • ingilizce öğrenmek için gerekli gaz + 5 iyi podcast
    -------

    okuldayken, çevremdeki büyüklerin komik bir alışkanlığı vardı. benim duyacağım şekilde, ingilizce’nin öneminden bahsederlerdi sık sık:
    -sizin oğlan öğrendi mi ingilizce? artık şart biliyorsun.
    -bilmez olur muyum, herkesin çocuğu harıl harıl öğreniyor.

    sonra biri mutlaka gaza gelir, zincirleme reaksiyonu başlatırdı:
    -artık ingilizce de yetmiyor şekerim, şakır şakır ingilizce konuşanlar bile işsiz.
    -evet, en az 3 dil lazım.
    -<çene yukarı gözler kısık> tabi canııııııııııııım, en az 3 </çene yukarı gözler kısık>

    nihayet birbirlerini dinlermiş gibi yapmayı da bırakırlardı:
    -valla biz onur’u her sene başka bir dil kursuna gönderiyoruz, çocuk aptala döndü ama şart.
    -aptallık iyidir, aptallık iyidir. biz buradaki kurslara güvenemedik, kanada’dan au pair getirttik, bizim onur’un odasına kitledik ikisini, konuşmazlarsa yemek vermiyoruz.
    -sizin oğlanın adı da mı orhun?
    -yoo, bizim çocuğumuz bile yok aslında. ama olsaydı, doğmadan ingilizce öğretirdik.
    -en iyisini yapmamışsınız. biz de şirkete 3 dil bilmeden iş başvurusu yapanı mülakata bile çağırmıyoruz.
    -biz çağırıp dövüyoruz. o bizi döverse, ertesi gün işe başlıyor ama az maaş veriyoruz.
    -biz kimseye maaş vermiyoruz. şirketimiz de yok o yüzden. ama stajyerlerimiz var nedense, hepsi de 4 dil biliyorlar.
    -bizde yöneticiler de 4 dil biliyorlar ama çift gidip tek saymışlar.
    -anlamadım? dinlemiyordum ki. zaten türkçe dinlemek yerine ingilizce konuşmak lazım
    -kahveye bize gelsenize, biraz da bizim çocuğun yanında ingilizce’yi övelim.

    ***

    işin komik tarafı, bu insanların çoğunun yabancı dili yoktu. dil bilmenin yararlı olduğunu duymuş ama bunu özümsememişlerdi. bu yüzden de bu muhabbetlerde iş bulmaktan öte bir sebep konuşulmazdı, sanki iş güç o yaştaki çocuğun umrundaymış gibi. bırak ingilizceyi, türkçe bile konuşamayan müteahhitlerin ve politikacıların zirvede olduğu bir ülkede, çocukları sanki bu şekilde motive etmek mümkünmüş gibi.

    ingilizce sizi zengin etmez, sizi mutlu da etmez. hatta yüksek ihtimalle mutsuzluğunuzu arttırır. sabah kalkıp new york timesta, hazırlığı aylar sürmüş derinlemesine bir analiz okuduktan sonra, akşam haberlerinde yiğit bulut dinliyorsan illa ki mutsuz olacaksın. ama bir lisan bir insansa, ingilizce size tek başınıza futbol takımı kurdurtur.

    ingilizcenin önemini anlatmak için paylaştığım grafik dahi ingilizce olmak zorunda (çünkü bu işle uğraşıp bunu grafiğe döken türk sayısı az). açıklaması: sol taraftakiler en yaygın anadiller. sağ taraf ise web sitesi içeriklerinin dilleri. ingilizceyi dünya nüfusunun %5'i anadili olarak konuşuyor ama sitelerin %55'i bu dilde.

    içerik miktarının ötesinde, içerik kalitesi de dile bağlı. mesela, yapay zeka hakkında bilgi sahibi olmak istiyorsunuz, arattınız: bu vikipedi makalesi, bu da wikipedia.

    bunları okuyan iki kişinin merakının aynı derecede körüklenmesi, aynı miktarda keyif almaları mümkün mü? bu yazıyla yetinmeyip kendini geliştirmek isteyen bir türk’e önerilen kaynak sayısı 1 (bir), ingilizcesinde ise 245 alıntı ve 100'e yakın kitap-makale listelenmiş. bütün yaz harıl harıl okusan bitiremezsin.

    internetin en bilinen kaynak sitesinde, epeydir gündemde olan heyecan verici bir konuda bile bu kadar fark varsa, daha özelleşmiş alanlardaki farkı siz tahmin edin. “afyonlu katolik gay taşfırın ustaları” hakkında bile daha fazla ingilizce video olduğuna eminim.

    khan academy gibi yerlerde türkçe çeviri yapan cengaverlere, bir nesli güzel dizi bağımlısı yapan eşekherif gibilerine selam ediyorum. ama bunlar bir köprü vazifesi görmeli, yoksa tembellik için bir bahane olmamalı. çeviriye muhtaç olmak ayıp değil, ona muhtaç kalmak ayıp (biraz sabredip turşusunu kurarsam 20 seneye güzel bir aforizma olur).

    ***

    pratik tavsiyelere gelelim…

    rosetta stone benzeri metodları sevmiyorum. oyun gibi olduklarından yardımcı olarak kullanılabilirler, mesela metrobüste angry birds oynamak yerine bu tip uygulamalar veya fluentu iyi gider. fakat ana öğrenim metodu olmalarında bence temel bir yanılgı var: dili, ufak bir çocuk gibi “doğal” yollardan öğrenmek kulağa hoş gelse de (rosetta stone kendisini böyle pazarlıyor) ufak bir çocuk beynine sahip değiliz.

    bir bebek doğduğunda nöron başına 2500 bağlantıya sahip, 3 yaşına geldiğinde bu rakam 15000'e çıkıyor. bu sadece 6 katlık bir artış değil, çünkü 100 milyar nöronun her birinin bağlantı sayısı bu. toplam karmaşıklık çok daha fazla artmış oluyor. peki sizde ortalama kaç nöron bağlantısı var? 7000. yani eski bağlantılarınızın bir kısmını filtrelemişsiniz.

    her gün milyonlarca net yeni bağlantı oluşturan bir beyinle, her gün binlerce yeni bağlantı oluşturup daha fazla eski bağlantıyı yokeden bir beyin, aynı yöntemden aynı verimi almayacaktır. üstelik, ufak bir çocuk tüm gün dil öğreniyor. sıkılınca “ben sinemaya gidiyorum” diyemez, eli mahkum dinleyecek milleti. biz ise günümüzün 16 saatini bu işe harcayamayız.

    onun yerine, benim en favori metodum podcast dinlemek. illa ki gramer kitapları lazım ama en azından bende oturup bunları ders gibi çalışacak disiplin yok. en fazla yarım saat dayanabiliyorum. fakat bir yandan başka işler yaparken öğrenme imkanım olursa, farkında olmadan günün birkaç saatini buna ayırmış oluyorum.

    aşağıda epey yararlı 5 podcast sitesi linkledim, tavsiye gelirse eklerim:

    1) british council
    giriş seviyesinde, 50'den fazla bölüm var, ilk serinin ilk bölümünden başlayın. her bölümün transkriptini indirebilmek şahane bir özellik.

    2) voice of america
    çok çeşitli materyal var. “let’s learn english” kısmında, haftalık bir programla amerikan kültüründen kesitlerle dil öğretiyorlar. bu derslere ek, değişik konulardaki haberleri seviyelere göre ayırarak sunuyorlar. mesela dış politika konusunda “level 1” yazı okursanız, karmaşık cümlelerle boğuşmadan, 500 kelime dağarcığıyla işi kotarabilirsiniz. yahut bilim haberleri derliyorlar anlaşılır ve yavaş konuşarak. gayet yararlı.

    3) podcasts in english
    membağı burada. bir çok konuda, giriş seviyesinden business english’e kadar, genelde kısa ve eğlenceli bölümler var. podcastler bedava, transkriptleri ve ödevleri de isterseniz, ucuz bir üyelik lazım.

    4) the english we speak
    ileri seviyedekiler için şahane bir kaynak. gayet rahat bir muhabbet eşliğinde, günlük hayatta sıkça kullanılan deyimlere odaklanıyorlar.

    5) 6 minute english
    her zaman dediğim gibi “allah bbc’den razı olsun”. yukardaki gibi orta-ileri seviye bilenler için, günlük hayatta karşılaşılan durumlar ve deyimler üzerine, altışar dakikalık bölümler. son 1 ayın bölümlerini indirebilirsiniz, kalanı itunes’da.

    ***

    gelen tavsiyeler:

    6) eslpod
    ben denemedim, biraz karışık web sayfası ama epey bir podcast bölümü var görünüyor. top 10 podcasts kısmına bakılabilir.

    podcast dışında:
    -fluentu, duolingo, verbling, memrise, livemocha
    -bir kritik eşiği aşınca, altyazılı diziler de pratik görevi görecekler, öğrenmeyi iyice hızlandıracaklar.
    -yukardaki tavsiyeler okuma ve anlama odaklı. bence bunlar öncelikli çünkü çoğunluğun günlük hayatında ingilizce konuşmanın bir avantajı olmayacakken, okuyabilmek herkese yararlı. fakat konuşmayı da öğrenmek isteyenler, livemocha gibi sitelere baksınlar, zira işin o kısmını podcastle kotarmak zor.

    ***

    orjinali fularsizentellik'te. medium'u tercih edenler buraya.
    bu tip yazıları doğrudan emaille almak içinse direnişe katılın. hepsi reklamsız.