ilkokul birinci sınıftan akılda kalanlar

  • (bkz: mevsimler panosu)

  • ilk gün sınıfa bıraktı ablam. sınıfta boş yer olmayınca öğretmen de sağolsun kendi masasına oturttu beni. o gün bugündür öğretmen masasindayım.*

  • okumayı öğrenenlerin boyaması için bir elma ağacı vardı. her bir öğrenci için ayrı elmalar vardı. ben biraz geç sökmüştüm okumayı, herkes boyarken ben utanır cam kenarına saklanırdım. öğretmenim bu durumu farketmiş bir gün ben köşede saklanırken yanıma gelip, geç kızaran elmalar her zaman daha tatlı olur demişti. hiç unutmam. geç olsun, tam olsun.

  • üzerinden 41 sene geçmiş* ama 1. sınıfın ilk gününden çok net birkaç anım var. küçük kızımın ilkokul 1'e taze başlaması vesilesiyle depreşti de bunlar, kafa hâlâ sağlamken yazayım dedim.

    - okulun kapısından içeri adımımı attığımda gördüğüm ilk şey: bahçede el ele tutuşarak çember halinde hızla dönen ve "piiiii... nooook... yooooo!" demelerinin tamamlanmasıyla ellerini bıraktıkları gibi neşeli çığlıklarla sağa sola savrulan çocuklar.

    - okul servisi olarak at arabalarının kullanılması. at arabası dediysem çok güzel boyanmış, süslü püslü şeyler. bunları yakından görünce hem atlara, hem arabalara, hem de içlerinin cıvıl cıvıl çocuklarla dolu olmasına hayran kalmıştım. ancak evimiz okula çok yakın olduğundan atlı servislere binemeyeceğimi öğrenmemle hayal kırıklığına uğramıştım.

    - hakan adlı bir arkadaşımızın ilk dersin ilk saniyelerinde kendini yerlere atarak anneeeeğ diye ağlaması, muhtemelen kapının dibinde bekleyen annesinin "hakanııımmm, oğluuumm, geldiiimm" diye paldır küldür içeri dalması. hakan'ın kendisini ve annesini sakinleştirmeye çalışan sınıf öğretmenimizin yüzünü tekmelemesi.

    - sağ eli gelişememiş bir sınıf arkadaşımız. minicik, boncuk gibi parmakları vardı. bazı çocuklar "senin elin neden böyle, parmakların uzayacak mı?" diye sordukça bu minik parmaklı arkadaşımız da "parmaklarım hiç uzamayacak, hep böyle kalacak" diye cevaplıyordu. ama bunları söylerken neşesi yerindeydi, yüzü gülüyordu. başta elinin durumundan dolayı üzülmüş, bu meseleyi dert etmediğini görünce de rahatlamıştım.

    - hayatta en yakın arkadaşlarımdan biri olacak adamla tanışma anımız. teneffüste uzaycılık oynuyordum. evet efendim, uzayla ilgili her türlü oyunun adı uzaycılıktı. elimi uzay gemisi yapmış vıjjjuvv diye uçururken kapkara saçlı çekik gözlü bir çocuk geldi, gemimin atılgan mı yoksa kartal mı olduğunu sordu. bilmeyebilecekler için bunlar, star trek'in enterprise'ı ve space 1999'un eagle 1'i oluyor. cevap tabii ki kartal'dı çünkü yeni diziydi ve daha havalıydı (o kara saçlı çocuğu boğaz'dan geçen gemileri gözlemleyip fotoğraflarını çeken yörük ışık olarak tanıyanlarınız olabilir)

    - son olarak da, ilk büyük aşkım arzu'yu görüp vurulduğum an. o akşam evde annemle babama "arzu diye bir kız var, kaşı şöyle güzel gözü böyle güzel" diye de anlatmıştım (teneffüslerde sınıf kapısını sonuna kadar açıp duvarlarla arasında oluşan üçgene saklanır, orada öpüşürdük. rahmetli öğretmenimiz bunu ya hiç fark etmemişti ya da o cüce halimizle hoş görüyordu, gerçeği asla bilemeyeceğim)

    zaman çok feci geçiyor arkadaşlar.

  • okulun ilk gününden bir çocuğa aşık olmam. okuma yazmayı onun gözüne girmek için bir an önce öğrenmeye çalışmam. onu göreceğim neşesiyle hiç mızmızlanmadan okula gitmem. okula gelmediği günler çok üzülmem. 8 yıl küçücük bedenimle büyük aşk yaşamam.

  • bodrum kattaki 46 mevcutlu, tuvaletin hemen yanındaki sınıfımız. yavuz isimli sıra arkadaşım. sıra arkadaşımın beslenme olarak her gün ( gerçekten her gün) bazlama ve haşlanmış yumurta getirmesi.
    bir de hayatımın en trajik anlarından birini o zaman yaşamıştım. yaklaşık 4 yaşına kadar emzirildiğim için yeterince kalsiyum aldığımı düşünüyorum ve bugün bile sütten tiksinirim. pikniğe gidilecek herkesin annesi bir şeyler hazırlamış. bizim durumumuz kötüydü ama annem kendince hazırlamış bir şeyler. bir tane de kakaolu süt almış içersin diye. sütü sevmediğimi biliyor ama muhtemelen öğretmen ile konuşup alınmıştır o diye düşünüyorum şimdi sorsam hatırlamaz. neyse pikniğe gittik poşetimi açtım yiyecekler var kenarda da süt. tepki vermedim ama içimden anneme söylendim tabi. sonra hangi amaçla yaptığımı bilmiyorum, sütü açıp çimlere döktüm. olay orada koptu. sütü dökerken aklıma babam geldi. mevsimlik işçi, aldığı üç kuruş maaşı bana harcayan babam. onun parasıyla alınan sütü tadına bile bakmadan çime dökmüştüm. bu aptallığıma o kadar sinirlendim ki ağlama krizine girdim. ben kimim de canım babamın emeğini böyle düşüncesizce savurabilirim ? akşama işten dönecek babamı yolun kenarındaki duvarın üstünde bekledim. babam gelince üstüne atladım ve özür diledim ama ağlamadan. hatamı anlattım ve gözleri parladı hiç unutmam. tosunum buna mı üzüldün takma kafana dedi, dünyanın en yakışıklı adamı gibi gülümsedi. sadece bunu söyledi ve eve onun kucağında gittim.
    ne zaman hata yapsam düzelteceğime inancı hiç eksilmeyen, son gününe kadar dağ gibi arkamda duran, dünyanın en yakışıklı babası. dünyanın en güzel insanı. mekanın cennet olsun. oğlun hata yaptığında bugün bile düzelteceğine inandığı bir babasının olduğunu biliyor. hayatım boyunca kulaklarına hiç temas etmedi benim ağzımdan bu sözler ama olsun. duyuyorsun biliyorum. seni çok seviyorum babam. aslan babam !

  • ilk gun deli gibi agladigimi, bu nedenle annemin disarida nobet tuttugunu; ucuncu ya da dorduncu gunden sonra artik alistigimi ve annemin benimle okula gelmedigini; ikinci haftanin sonunda mudur ve beraberindeki birkac ogretmenin mudur odasinda bana bazi sorular sorduklarini ve benim hepsini bildigimi, daha sonra okula annem ve babamin geldigini ve bana sinif atladigimi ve pazartesiden itibaren ikinci sinifa devam edecegimi soylediklerini; ayni gunun aksaminda ise o an ikinci sinifta olan ve artik beraber okuyacagimiz, mahalleden arkadaslarim ilhan ve mustafa ile birlikte eve kadar sevincten cilgincasina bagirarak kostugumuzu hatirliyorum.

  • *okul numaram 1 idi. kardeşiminki 2 idi.
    *sınıfta ısınmaya çalışırken önlüğümün eteği sobaya yapışmıştı.
    *önlüğüm siyahtı ve annemin yaptığı beyaz dantel yakaları kullanıyordum.
    *karne günü heyecandan sınıfta altımı ıslatmıştım.adım okunduğunda gidip karnemi alamadım.
    *trt 1'deki yetişkinler için okuma yazma programından okuma yazma öğrenerek okula başlamıştım.elmam ilk günden kırmızı olmalıydı bana göre.
    *okuma yazma bildiğim için öğretmen asistan gibi kullanır, daha geriden gelenlerin yanına oturtarak o kişilere yardımcı olmamı isterdi. belki o günler yüzünden okul hayatım boyunca tembelleri hiç sevmedim. belli bir notun altındakilerle konuşmayan, arkadaşlık kurmayan bir domuz oldum. neyse ki yıllar içinde bitti bu huyum. 20 senedir okulla işim yoktu.. taa ki aöf ile ikinci üniversiteye başlayana dek. 6 dersin sadece 2'sinden +50 aldım. hayatımda ilk kez düşük not aldım ve kızım sorarsa ne derimden başka bir şey düşünmüyorum.

  • burnuma fındık büyüklüğünde sünger parçası sokup nefesimle fırlatmak gibi aksiyon dolu bir hobi edinmiştim. bir gün ne yaptıysam çıkmadı. anneme de diyemedim korkumdan ama sorun yoktu, nefes alabiliyordum neticede. bir iki hafta sonra rezalet bir koku yaymaya başladım etrafa, sınıf arkadaşlarım beni görünce burunlarını tutmaya başlamışlardı. öğretmenim annemi okula çağırdı ve ne bok yediğimi itiraf ettim. hemen acile... doktor cımbızla hemen çıkardı süngeri, kendisi ve hemşireler gülmekten yarıla yarıla...

    koca adam oldum, yetmedi o koku saldığım okulda öğretmen oldum, o sınıfta şimdi derse giriyorum ama annem hala anlatır ve beni türlü ortamlarda rezil eder.

  • sobayı yakmak için babamın verdiği 2 parça odunu öğretmenimiz olacak gavatın çok ince diyerek beğenmemesi ve fırlatıp atması. 5.5 yaşındaydım daha ve çok gücüme gitmişti doğrusu. evet çok yoksulduk.