ilişkilerden edinilen tecrübe

  • modern tıbbın yürüyebilmesinin olmazsa olmaz şartı hasta değildir, hasta olduğunun farkında olan ve tedaviye gönüllü olan hastadır. tüm dünya kanser olsa dahi, tedaviyi talep eden bir hasta yoksa, tıp da yoktur.

    benim de insan ilişkilerinde edindiğim tecrübe buna paralel. kabullenememiş ve hırslı insanlardan uzak durulması gerektiğini zor da olsa öğrendim. açayım.

    kabullenememiş insan; kendisi ile ilgili herhangi olumsuz bir şeye ikna olmamış, kabullenememiş insandır. içsel veya dışsal da olabilir bu olumsuzluklar. cahil olduğunu kabullenememiştir, aptal olduğunu ya da fakir olduğunu, kimsesiz olduğunu, ciddiye alınmadığını, değer görmediğini, iflas ettiğini veya ''onun öldüğünü''... uzar gider bu. insanın bireysel yaşamda atılım ve değişimler zannedildiği gibi itiraz ile değil kabullenme ile başlıyor. tıpkı tedavi gibi düşünün. doktora direnerek sağlıkta ancak geriye gidersiniz. önce kabullenmek gerekir hastalığı.

    kabullenme, duruma koşulsuz bağlılık ve itaat değildir. gerçekçi ve anlaşılabilir çözümler üretebilme yolundaki ilk adımdır aslında. ve kabullenememiş insandaki hırs, bana hep korkutucu boyutta gelmiştir. gözlerine, sözlerine, seslerine yansır o ''bir an önce'' hedefe ulaşma arzusu. korkutucu ve yıkıcı bir acelecilik yansıyor yaşamlarına. bu uğurda çiğnemeyecekleri, ayaklar altına almayacakları ,pazarlamayacakları bir değer yok gibi görünür.

    bu ''her yolun mübahlığı'', hedefe ulaşma arzusu ve nefretten besleniyor. neye veya kime nefret? belirsiz. tamamen dizginsiz ve serseri bir nefret ve bu nefretin rahimdaşı bir öfke. sorsan, biran sakin dursa ''oha! içimde nefret var, hem de belirli bir hedefi yok!'' diye ürperecek. fakat o kadar hırslı ve kabullenememiş ki, buna vakti bile yok. hayatında ilk defa gördüğü biri de olabilir bu nefretin nesnesi, yolda geçen herhangi biri de, bir eşya veya bir çocuk da. ama hayatını esir almıştır artık bu nefret hali.

    örneğin sohbet arasında ''falan kişi kaza yapmış'' dersin, ''onun parası çoktur bir şey olmaz,'' deyiverir misal. oysa kazan yapan kişinin veya ona bu haberi ileten sizin gündeminizde değil zaten para. bunun gibi, yaşamın her anını esir almış bir nefret halinden söz ediyorum. mesela sözlükte de var; ''doktorların sorunundan'' söz ettiğinde hemen ''bok gibi maaş alıyorlar yea'' diye giriş yapan tipler. oysa dile getirilen doktor sorunları arasında maaş yoktur zaten o an. mesela şiddet vardır, insanlık dışı koşullarda çalıştırılma vardır, mobbing vardır, halk sağlığının neoliberal politikalara kurban edilmesi vardır vs vs ama bu tip, direkt maaşlarına odaklanır. çünkü neden? çünkü ''kabullenememe''. doktor olamayışını kabullenememe, bunu kabullendiyse bu sefer diğerinin doktor oluşunu kabullenememe, bunu kabullenmişse bu sefer doktorun o maaşı hak ettiğini kabullenememe... yani illa bir kabullenememe durumu var. basit ve güncel bir örnektir.

    kapitalizmin insan doğasını iğdiş edip binlerce yıllık kolektivizmin yerine liberal rekabetçiliği ikame etmesinin sonuçları sadece ekonomik değildir. işte bu hırs yaratılan yeni insan tipolojisinin en stratejik parçasıdır artık. kapitalizm önce değer ve kavramları tekeline alır, sonra üretim araçlarını. işte ''azim''in yerine hırsı, işbirliğinin yerine rekabeti, ihtiyacın yerine lüksü, vicdanın yerine katı usçuluğu koyarak büyür düzen. bunun için tüm imkanlarını seferber eder kapitalizm.
    ''asla kabullenme, önüne çıkan engelleri yık, arkana bakma, sen yalnızsın, düşersen yenilirsin, hırslı ol, hırs, hırs hırs'' yani başka deyişle homo homini lupusa göre yaşa der.

    kapitalizm ilginç bir şey başardı; bir yandan ürünleri sınırsız sayıda üretirken, öte yandan bu ürünlerin sayılı olduğunu, bunlara ulaşmak için "engel ve sınır tanımamamız gerektiğini" dikte eder. bunu yapar çünkü, sınırsız sayıda ürün olduğu bilinci, bir "herkese yeter"lik hissi uyandırır. bu da zaten kapitalizmin aşınması demek.

    "ürün ve imkan sayılı ve azdır,insanoğlu ise çok. o ürünü veya hizmeti elde edememe nedenin, senden önce bu hizmete ve ürüne ulaşmış diğer insanlardır. çünkü bu bir yarış."

    filmlerinde, müsabaka sporlarının sloganlarında, şirketlerde, bilboardlarda, okullarda, cafcaflı salonlarda yapılan motivasyon konuşmalarında... her yerde öğretilen budur. gittikçe yıkıcı olan, pervasızlaşan, ahlaki değer ve ilkeleri umursamayan, maneviyatı ve ilkeleri gittikçe itibarsızlaştıran, başka insanlara "aşama, mevki, engel, gaspçı, ürün" diye bakan ama ısrarla insan olarak bakmayan bunu da rasyonalite makyajı ile satmaya çalışan ucube bir tip çıkıyor ortaya.

    söz uzamasın, ki uzadı da. durumunu kabullenememiş ve hırs yapmış insandan uzak durun derim.
    not: siz kör olmayasınız diye paragraflar arasına boşluk koydum.

  • insanlar kendilerine bile yalan söylüyor olabilir. elinden geleni yaptıktan sonra olmuyorsa boşa zaman kaybetmeden vazgeçmelisin artık. kimse kimseyi değiştiremez.

  • dusundum dusundum bulamadim bi tecrube derken aklima geldi.
    edindigim tek tecrube şu;

    "gez ve kimseye söyleme;
    gerçek bir aşk hikayesi yaşa, kimseye söyleme.
    mutlu ol, kimseye söyleme;
    insanlar güzel şeyleri mahveder..."(bkz: halil cibran)

  • ilk düşünceler önemlidir.

    insanlar değişmez.
    uğraşmayın.

    bir de,
    başlamayan şey, başlamayacaktır.
    sürüncemede kalan heyecanlardan genelde iyi şeyler çıkmaz, derler.

  • kezban olun.

    hesap ödemeyin. işleri yokuşa sürün. şımarıklık yapın.

    sizden iyisi olmaz.

    insan olunca, iyi davranınca, affedince sizde bir kusur olduğunu düşünüyorlar. yapmayın.

  • şurada yeterince yazmıştım gerçi: (bkz: #53049518)

    tek bir ekleme yapacağım.

    kendinize şu soruyu sorun:

    “onun için yaptıklarımı, yapmakta olduklarımı, yapmayı planladıklarımı o benim için yapar mıydı?”

    cevabınız hayır ise, o kişiyle ciddi bir birliktelik düşünmeyin.

  • 12 saat once ''seni seviyorum'' diyen kisi gelip, ''baskasi var'' diyebilir. sizi yari yolda birakabilir, bu tamamen karakter meselesi... salak yerine konulmus hissedersiniz ama size guzel bir ders olur. tecrube yedigimiz kaziklarin toplami neticede. kazik yiye yiye, hayal kirikligina ugraya ugraya olgunlasiriz.

  • kim olursa olsun. ne kadar çok severseniz sevin. ne kadar değer verirseniz verin. bunların hepsini yapın. ama planınız o olmasın. planınızın bir parçası o olsun. o olmadan da devam edebilecek bir planın.

  • tecrübe midir yoksa muhteşem ilişkinin sırrını mı buldum bilmiyorum. geçen gün zamanım boldu, düşündüm biraz bu konuyu, hafızam da berbattır ama aklımda kalan iyi ilişkilerimin tümünde (aşk, iş, arkadaşlık) sonuç aynı noktaya çıkıyor: "mizah duygusunda uyum"

    bahsettiğim şey "kadınlar kendini güldüren erkeklerden hoşlanır" kadar yüzeysel bir şey değil. ikili sohbetin tamamına hakim olan o akışkanlık. hiç köşe, pürüz yok gibi, her şey smooth. birbirini anlayabilme ve ortak bir düşünce balonu oluşturma gibi.

    ancak maalesef bu olmayınca olduramıyorsun. birini çok beğeniyorsun diyelim, sana çok çekici geliyor, delirtici güzel kokuyor ama konuşmaya başlayınca iki farklı lisan kullanmak kadar sıkıntılı oluyor süreç. ittiriyorsun, kaktırıyorsun ama yürütemiyorsun.
    bazen de tam tersi oluyor, hiç tipin değil ama konuşmaya bir başlıyor, sanki sonraki cümleyi sen söylesen anlam bozulmayacakmış gibi tanıdık geliyor. suratında istemsiz bir sırıtma oluşuyor, "ahan da buldum yine manyağı" sevinci yaşıyorsun. bu tiple kavga etmesi bile zevkli oluyor. ister ye ister yanında yat durumu.

    bu işlerden anladığımı söyleyemem ama kendi sırrım, tecrübem bu. taze keşfettim, koşa koşa geldim yazıyorum: ortak mizah duygusunu yakaladığın insana çök.