hitler'in türkiye'ye saldırmamasının nedenleri

  • hitler’in türkiye’ye saldırmamış olması, doğru zamanda en doğru hamleyi yapan dış politikamızın, birinci dünya savaşında yapılmış hataları görmüş bir neslin olgunluğunun eseridir. biraz kronolojiden bahsetmek gerekiyor bunun için.

    savaştan önce birtakım ülkelerin gözleri başka ülkelerin topraklarındaydı. bizim ülkenin tepe kadrosu ise birinci dünya savaşı’nın fiilen içinde olmuş, enver paşa’nın hayalperest politikalarını görmüş gerçekçi insanlardı. dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak gibi bir gereksiz maceraya atılmaktan çekiniyorlardı.
    ayrıca sevr’den sonra lozan’la hedeflerine büyük oranda varmış, varamadıklarına da barışçı yollarla varmaya çalışan bir ülkeydik. amacımız yeni topraklar kazanmak değil, kendi topraklarında kalkınmaya çalışmaktı.
    bizden toprak talebi olan italya’nın yanında yer alamayacağımıza göre, ilk aşamada ingiliz ve fransızlarla işbirliğine giriştik. çünkü almanya’nın işgalleri italyan tehlikesini daha fazla gözümüze sokmaya başlamıştı.

    rusya ile uzunca bir süre aramızda problem yoktu, hatta ekonomik işbirliği yıllarca sürdü. almanlar ile de bir problem yaşanmadı hitler iktidara geldikten sonra. yayılmacı politikaları henüz çok uzağımızdaydı. büyük bir savaşa neden olmadığı sürece bu yayılmacılık bizi rahatsız da etmedi. hatta almanlar’ın kendi sevr’ini yıktığı görüşü bile vardı ülkenin bazı kesimlerinde.

    henüz sovyetler ile aramız bozulmamıştı, bizim de beklentimiz onların ingiltere ve fransa ile olmasıydı, zira kendilerini almanlara karşı korumaları beklenebilirdi.
    alman elçisi von papen’in o aralar başlıca görevi, türklerin ingilizler ve fransızlarla ittifak kurmasını önlemekti. inönü’yle ilk görüşmesinde de aldığı mesaj, almanlar ile bir problemlerinin olmadığı, italyanların arnavutluk’a saldırmasının çok büyük bir endişe yarattığıydı. papen’in barışçı niyet belirtmesine ise, italya’nın oniki adayı silahlandırdığından bahsederek cevap verdik. von papen ise “izninizle, italyanları tutumlarını değiştirmeye zorlamak için hitler nezdinde derhal teşebbüse geçeceğim” şeklinde cevap verir.

    buradan inönü’nün bir taşla vurduğu iki kuşu görebiliriz. hem italyanların hazırlıklarından endişe ettiğini vurguluyor, hem de türklerin ingilizlerle yürüttüğü görüşmelerin yalnızca italyan tehlikesinden kaynaklandığı, almanlarla bir problemlerinin olmadığı mesajını veriyordu.

    von papen bu mesajı alır almaz mesajlar göndermeye başlar:
    “türklerin ingilizlerle yakınlaşmasının tek nedeni italya’dır. türkleri bundan vazgeçirmenin yolu da italya’dan geçiyor. italyanlar üzerinde baskı kurun. arnavutluk’taki askerlerini bir polis kuvveti düzeyine indirsinler. oniki ada’yı silahlandırmayı durdursunlar. hatta, oniki ada’ya dahil olan, türkiye’ye üç milden daha az mesafedeki iki küçük ve önemsiz adayı jest olarak türkiye’ye versinler…”
    italya’nın cevabı ise, mussolini’nin damadının “türkler madem bizden gelecek saldırıdan korkuyorlar, öyleyse sadece bu sebepten bile saldırıyı hak etmiş sayılırlar” şeklindeki açıklamasıyla olmuştur.

    bu sırada da türk-ingiliz ve türk-fransız deklerasyonları yayınlanıyordu. genel olarak italya’nın saldırılarına karşı yardımlaşma içeriyordu. bu diplomatik ilerlemeler sayesinde fransa da hatay’da hiçbir çıkarı kalmadığını görmüştü. neredeyse çözülmüş olan hatay sorunu da ortadan kalkmıştır bu noktada.
    deklerasyonlar almanya’yı sinirlendirir, papen’e sert tepki vermesi talimatı gelir, ancak papen berlin’e, bu sonuca italya’nın neden olduğu cevabını verir. bunun sadece bir bildiri olduğunu, sert tepki gösterilirse kesin anlaşmaya çok çabuk geçilebileceğini, türklerin tarafsızlığa tekrar yöneltilmesinin mümkün olduğu cevabını verir ve fikrini kabul ettirmek için ülkesine gider.

    ingiliz ve fransızlar, polonya için rusya’yla anlaşmak üzere olduklarını sanarken, ağustos 1939’da ruslar almanlar’ın tarafına yanaşır. hitler, diğer iki devletin polonya’yı rusya’ya savunduracağını, oyuna gelmemesini iyi işler stalin’e ve polonya’yı paylaşmayı önerir. iş yayılmacılığa gelince iki zıt ideoloji böylece birleşir. bu da, rusların ingiltere ve fransa’nın yanında yer alacağını hesap eden türkiye’nin hesaplarını alt üst eder. gerçi henüz türk-sovyet ilişkilerinde bir pürüz yoktur.
    rus tehlikesi ise, eylül ayında saraçoğlu’nun moskova ziyareti sonrasında gündemin ortasına oturmuştur. görüşmede saraçoğlu, ingiliz ve fransızlarla hazırlanan bildirinin ruslarla ilgili olmadığını anlattı. molotov ise, türk-sovyet paktı için ortaya koydukları talebi belirtir, özetle motrö sözleşmesiyle kazandığımız yetkileri sovyetler ile paylaşmamız, başka devletlerin savaş gemilerinin geçişi iki devletin ortak kararına bağlı olması, sözleşmedeki kayıtlar sovyetler için hafifletilsin gibi istekler sürülür. saraçoğlu talepleri ankara’ya sormaya gerek görmeden reddeder. böylece 22 yıllık türk-sovyet dostluğu resmen bozulmaya başlar. bundan sonra alman dışişleri bakanının ziyareti nedeniyle ikinci görüşme ertelenir ruslar tarafından, bizim heyet de anlayış göstermek durumunda kalır, 4 günlük ziyaret belirsiz bir tarihe kadar uzar. bu arada alman-rus anlaşması duyurulur, tam bir ortaklık vardır.
    ikinci görüşmede stalin iyi polis, molotov ise kötü polisi oynar. molotov boğazlar konusunu açarken, stalin bu konuyu sonraya bırakıp türkiye’nin ingiliz ve fransız anlaşmasına değinir. bunda bazı değişiklikler yapılırsa kendisinin anlaşmaya bir itirazının olmayacağını belirtir. daha sonra da molotov’un boğazlarla ilgili notunu okuyup “çok kötü yazılmış, bunu geri alıyorum” der, bir nevi jest yapar. stalin türkiye’den iki şey istiyordu, anlaşmaya koydurduğu “sovyetler’le savaşacaksak ben yokum” çekincesini daha da güçlü ifade etmemizi, bir de müttefiklerin italya’yla savaşa girmesi durumunda dahil olmamıza itiraz etmese de yunanistan’la ilgili yükümlülüğün savaşa girmek olmamasını istiyordu. bir de alman saldırısına karşı çekince vardı ki, bizim italya çekincemizle çelişiyordu. o nedenle konu geri çekildi, çünkü anlaşmaya alındığı takdirde anlaşmanın bizim için hiçbir anlamı kalmıyordu. güç bir değişiklik olsa da stalin denenmesini istiyordu.

    ingiliz ve fransızlar stalin’in önerisini kabul eder, böylece ortada anlaşma için bir sıkıntı kalmaz. son görüşmede stalin yoktur ve molotov ankara’dan gelen evet yanıtını aldıktan sonra, önceki toplantıda çekilen alman çekincesini tekrar öne sürdü. üzerine boğazlar konusu yeniden açıldı ve görüşmeler sonuçsuz kaldı.

    bu gelişmelerden sonra türk-ingiliz-fransız antlaşması hayata geçer. italya akdeniz bölgesinde, ingiliz ve fransızlara karşı savaş gerektirecek bir saldırıya girerse, yunanistan ve romanya saldırıya uğrar ve ingiltere ile fransa onlara verdiği garantinin gereği olarak çatışmaya girerse… bu iki durum haricinde türkiye’nin savaşa girmesine gerek kalmayacaktı. bir de türkiye’nin iki çekincesi vardı, ülkeyi sovyetlerle silahlı bir çatışmaya sürükleyecek duruma girmeme hakkımız vardı. bir de askeri ve mali yardım almamız gerekiyordu.

    almanlar batıda ilerlerken, haziran 1940’ta korktuğumuz olur, italyanlar savaşa girer. bundan sonra italya’ya karşı yaptırımlar ister ingiliz ve fransızlar. savaşa girip girmememiz gerektiği hakkında tartışmalar alır yürür. italya’ya savaş ilan edip boğazları kapatmamız, topraklarımızı müttefiklere açmamız rusya’yı üzerimize çekebilirdi. bu çekincemizi kullanarak savaş dışı kalmaya devam ettik. inönü ihsan sabri çağlayangil’e savaşa girmekten nasıl kurtulduğunu şöyle anlatır:
    “sana bir nasihat vereyim: bir karar alacaksan, bir 24 saat düşün, sonra al… kararı aldıktan sonra da hemen uygulama. üzerinden bir 24 saat geçsin, bir kere daha gözden geçir, ondan sonra uygula.”

    bu sırada türkiye’nin savaşa girmesinin önemi ingilizler için azalır. savaşa girsek, ingilizler üslerimize gelene kadar almanlar buraları kullanılamaz hale getirecek şekilde bombalayabilirdi. bir de, ingilizler zaten zor haldeyken, bize askeri ve mali yardım yükümlülüğünü üstlenecek durumda değildir. refik saydam’ın tbmm’de yaptığı “türkiye savaş dışıdır” açıklaması da bu yüzden ingiltere’den fazla tepki almadı. almanya ise von papen aracılığıyla memnuniyetini dile getiriyordu, hatta bir ticaret anlaşması da yoldaydı. bu bizim de işimize geliyordu. hem ingiltere’nin, savaşa henüz girmemiş olsak da, müttefiki olarak kalmaya devam ediyor, hem de almanya’ya yaklaşarak bizim için tehdit oluşturan iki müttefikinden de biraz olsun sakınmış oluyorduk.

    1940 sonlarına doğru italyanlar yunanistan’dan bazı toprak taleplerinde bulundu. bu talepleri doğal olarak reddeden yunanistan, böylece italya ile savaşa girmiş oldu; ancak bu gelişme bizi yine savaşa sokmayacaktı, stalin’in son anda yapmış olduğu istek bizi yunanistan’a saldırılması durumunda savaşa girmeye zorlamıyordu. ancak savaş da git gide yaklaşıyordu. geceleri hava bombardımanına karşı karartmalar da başladı. bu sırada yunanlar italya’yı arnavutluk’a sürdü. ikinci dünya savaşı’yla ilgilenenler bilecektir ki bu gelişme hitler’in rusya’ya saldırmasını erteleyen bir piyangoydu. hitler, rusların toprak taleplerinden rahatsız olmuştu, bunların arasında boğazlarda üs talebi de vardı. hitler onları asya’ya yöneltmek istedi ancak ruslar daha çok avrupa’ya girmek, klasik deyimle sıcak denizlere inmek istiyordu. motov’la berlin’de yapılan görüşme sonucunda da zaten hitler kesin kararını verir.

    mussolini’nin yunanistan mağlubiyeti bu kararın ertelenmesine neden olur. rusya seferinden önce balkanları düzenlemek gerekir. çünkü bu vakte kadar almanya’yı ürkütmemeye çalışan yunanistan ve yugoslavya’da istenmeyen gelişmeler yaşanmaktadır. yunanistan’a ingilizler çıkmış, yugoslavlara da güvence vermişlerdir. yani italya bu harekata hiç girişmeseydi çok daha iyiydi durum. böylece ilkbahar ve yaz aylarında ilerleyerek kış bastırmadan moskova’ya girmeyi hedefleyen hitler’in hesabı en az 2 ay ertelenir ve kış koşullarına gömülürler.
    hitler romanya ve bulgaristan’ı ikna eder, böyece almanya ile komşu oluruz. savaşa en çok yaklaştığımız andır bu. açıkçası savaşa girmemiz de bizim irademizden ziyade, almanların kararına bağlıdır bu noktada. savaş sonrasında ortaya çıkan belgeler, türkiye’nin işgal planlarını da ortaya koyar.

    o sırada hitler inönü’ye “türk-alman dostluğunun” öneminden söz eden bir mektup yollar. bulgaristan’daki harekatı, almanya’yı ingilizlerin avrupa’ya müdahalesinden korumak için düzenlendiğini bildirir, türkiye’yle hiçbir ilgisi olmadığı güvencesini verir. şunu da ekler “şu kayıtla ki, türk hükümeti bizi bu tutumumuzu değiştirmeye mecbur edecek önleler almaya yönelmesin”. inönü de benzer bir cevap verir, “alman hükümeti, türk hükümetini, bu tutumunu değiştirmeye mecbur edecek önlemler almaya yönelmediği sürece” kaydını da düşer. ayrıca türkiye’nin kararlı olduğu konuyu şöyle vurgular:

    “türkiye, kendi topraklarını ve dokunulmazlığını şu veya bu devletler grubu arasındaki siyasi ve askeri kombinezonların konusu yapamaz. saldırıdan korunmak kutsal bir haktır. türkiye, bu hakkı üzerinde herhangi bir yabancı devletin zafer kazanma hedefine göre hesap yapılmasına izin vermez. türkiye, milli egemenlik alanına yönelecek her müdahaleye karşı koymaya kararlıdır.”

    bu, o sıralarda gücünün zirvesinde olan hitler’in alışık olmadığı bir üsluptur. askeri açıdan zayıf devletlere hitap ederken, hitler’in yüksekten konuşmasını, karşıdakinin aşagıdan alması, zamanın savaş diplomasisinde artık normal sayılıyordu. hitler’in inönü’den aldığı cevaptaki ifadelerin “yüksek”liği ise, kendi mektubundakilerden bir milim aşağı değildi. güvenceye güvence, iyi dileğe iyi dilek, gözdağına gözdağı. ama hep aynı dozdaki sözlerle…

    ikinci dünya savaşı’nda türk-alman ilişkilerini inceleyen alman araştırıcı lothar krecker, inönü’nün bu mektubuyla ilgili yorumunda “hitler o zamana kadar böyle cümlelerle pek karşılaşmamıştı” diyor. ve inönü’nün bu mağrur ve mesafeli tutumunun hitler’i etkilediğini, onu türkiye’yle ilgili politikalarında daha dikkatli olmaya yönelttiğini yazıyor.

    alman birlikleri türk sınırına gerçekten yaklaşmadılar, sınırdan en az 20 km uzak kalmaya özen gösterdiler. böylece gidecekleri yerin yunanistan olduğuna dair düşünceler güçlülük kazandı. bu sırada yugoslavya da bulgaristan gibi hitler’e boyun eğme kararı almıştı ki güçlü muhalefet buna karşı çıktı ve darbe oldu. hitler buna da sinirlenerek yugoslavya’yla da uğraşmak zorunda kaldı ki bu da zaman kaybı demekti.

    hitler bir mektup daha gönderir, “ya sizinle anlaşacağız ya da ruslarla” der. von papen, sovyetlerin taleplerinin bitmek bilmediğini, boğazlardan da üs üstediklerini, almanya’nın buna razı olmadığını iletir. almanya’nın bu tutumunu sürdürmesinin, türkiye’nin tutumuna bağlı olduğunu söyler. bu blöfü çok fazla kurcalamadık, görüşmelere de başladık tabi. almanlar bize bir saldırmazlık paktı önerir, biz de bunun ingiltere’yle ittifakımıza aykırı olmayacak bir şekil vermeye çalışıyor, ingilizlere bu ittifakı onlarla olan anlaşmayı bozmadan yapacağımızı da bildiriyorduk.

    sonuçta diplomasi tarihinin en garip anlaşmalarından biri ortaya çıkar.
    1-) almanya ve türkiye birbirlerine doğrudan veya dolaylı bir saldırıda bulunmayacaktı.
    2-) iki devletin başka devletlerle yaptığı antlaşmalardan doğan tüm yükülülükleri geçerli kalmaya devam edecekti.

    bu durumu cemal nadir’in karikatürü anlatır:
    http://i.hizliresim.com/6nrlln.jpg

    almanlar ruslara karşı saldırıya geçer. bu haber yalova’daki yazlığında iletilir inönü’ye, tepkisi kahkahalar içinde kalmak olur. bunca zaman yaşadıkları gerilim sona ermiştir, ayrıca 2 yıldır büyük titizlikle işledikleri dış politikaları başarıya ulaşmıştır. artık almanya ile sovyetlerin anlaşıp, türkiye’nin felakete uğrama olasılığı ortadan kalkmıştır. hatta ruslardan esir alınan türklerin, propoganda ile ruslara karşı savaştırılması da gündemdeydi.
    basında rusları tutanlar da vardı, almanları tutanlar da. burada da bir denge politikası güdülüyordu. bazı yazılara tepki gösteren diplomatlara, kendi tarafını tutanlardan örnek verilip “fikirlere karışamayız” deniyordu.

    1941 sonunda japon atakları sonucu abd de savaşa dahil oldu. bu sırada almanlar ege’deki adalar, yunanistan sınırının biraz daha genişletilmesi, sovyetlerdeki türk bölgeleri hakkında bazı vaatlerde bulunur. türk hükümeti ise alman zaferine güvenip buna göre politika oluşturan devletlerin başına gelecekleri görmeden, doğru politikayı uygulamayı başarmıştır.

    bu sırada almanlarla ters düşmemek için struma’yı kabul etmemek gibi bir felaket de yaşandı. yahudi gçmenler ülkeye kabul edilmedi, ancak ingilizlerle göçmenlerin filistin’e gitmesi için iletişim kuruldu. geminin 5 hafta demirli kalmasına izin verildi. ingilizler “filistin doldu” diyerek gemiyi kabul etmedi. 5 haftanın sonunda gemiyi geldiği denize geri iade etmekten başka bir çare kalmadığı açıklanarak gemi geri yollandı. gemiden david adında 22 yaşında bir kişi kurtulabildi sadece. gemi bir torpil tarafından batırıldı maalesef. savaşların neden kötü olduğunun bir göstergesi. o insanlar için çok üzülsem de, neden geri gönderildiklerini de az çok anlayabiliyorum. şehirlerin bombardıman tehlikesine karşı tahliye edildiği, köprülerin tahrip edildiği, karartmalar yapıldığı bir ortamda, biraz da paranoyakça onca insanın ölüme yollanması gerçekten, ne kadar sebebini anlayabilsem de insanlığım gereği hiçbir zaman kabullemeyeceğim bir olay. olayla ilgili zülfü livaneli’nin serenad adlı romanını öneririm.

    1942, kışa takılmış olmalarına rağmen almanların ağırlığıyla gelir. müttefikler kuzey fransa’ya çok başarısız bir harekat yaptılar, ağır kayıplar verdiler. almanlar da abd gemilerine karşı başarılar kazanıyor, japonlar uzakdoğu’daki ingiliz kolonileri karşısında bir bir galip geliyordu. bu sırada müttefikler de abd’nin katılımı sayesinde yavaş yavaş güçlenmekteydi. almanya’ya hava saldırıları artmıştı. bu sırada almanlar rusya’da başarı kazandıkça türkiye’deki fanatikleri coşuyordu. inönü bu gelişmelerin kendini etkilemesine izin vermedi. almanya’yla iyileşen ilişkilerini devam ettirirken, ingiltere’yle ilişkilerini de kötüleştirmemeye dikkat ediyordu.

    bu sırada rommel’in birlikleri iskenderiye’ye gelmeden durdurulur, 100000 kişilik bir kuvveti fas ve cezayir’e çıkaran müttefiklerin kuvvetleri arasında sıkışırlar. fransa, yugoslavya ve yunanistan’da alman işgaline karşı direnişler güçlenir. stalingrad’daki alman birlikleri de kuşatılmaya başlar aralık ayında.

    1943’te kazablanka’da roosevelt ve churchill buluşur. konferans sonucunda ingiltere, müttefiki türkiye’yi tekrar hatırlar. bugüne kadar neden savaş dışı kaldığımızdan yakınmaya pek hakkı olmayan ingiltere, henüz askeri yardım yapamamıştı türkiye’ye. abd’nin de devreye girmesiyle, türkiye’yi savaşa girmeye ikna edebileceğini düşünür. churchill bir görüşme talep eder inönü’den, yer olarak da kıbrıs’ı önerir; inönü ise ülkeyi terk edemeyeceğini, ya türkiye’de herhangi bir yerde buluşmalarını, ya da başbakanını göndereceğini söyler. yer olarak adana seçilir. görüşmede churchill, türkiye’nin izlediği politikaları anladığını, türkiye’yi donatmak için konuşmaya geldiğini söyler. anlaşılır ki “bir an önce savaşa girin” demeyecekti. almanya’nın petrol ihtiyacı nedeniyle bulgar desteğiyle türkiye’den geçebileceğini, bu ihtimale hazır olmamız gerektiğini söyler. görüşmeler sonucunda türkiye’nin silahlandırılması ve savaşa girmesinin de tamamen kendi kararına bırakılacağı anlaşılıyordu. görüşmede ruslara karşı çekincemizden de bahsedilir ve gereksiz bir saldırı durumunda, kurulacak milletlerarası örgüt türkiye’nin lehine olaya müdahale edecek denir.

    bu sırada alman kuvvetleri stalingrad’da teslim olur. bu bir bakıma sonun başlangıcıdır.
    adana görüşmesinin ardından ingiliz üst düzey askeri görevlileri ankara’ya gelir. von papen ingiltere’ye havaalanı açmasının savaşa girmek demek olacağını, büyük şehirlerimizin bombalanabileceğini söyler.

    1943’te kuzey afrika’yı tamamen kaybeder almanlar. eylülde italyanlar silah bıraktı. almanlar müdahale edince, italyanlar da almanlara savaş ilan eder. ruslar da işgal edilen şehirlerini teker teker geri alır. artık son, yavaş yavaş gzükmeye başlamıştır. 1943 sonunda da inönü kahire’ye çağırılır. stalin karşısındaki alman kuvvetlerinin batıya kayması için fransa’ya bir an önce çıkarma yapılmasını istemektedir. roosevelt de inönü’nün savaşa girmek için çok büyük bir bedel istemesinin normal olduğunu, bunun da fransa’ya yapılacak çıkarmayı zayıflatacağını söyler. stalin de türkiye’nin savaşa sokulmasının denenmesini, ama bunun çıkarmayı ertelememesini istiyordu. churchill ise adana’daki sözlerini unutmuş bir şekilde, türklere gönderilecek malzemelerin niteliğini hava saldırılarına karşı koruma içermediğini ima ediyordu. ayrıca rusya’nın çok büyük bir ülke olduğunu, sıcak denizlere inmeyi hakettiklerini, bunun dostları tarafından sağlanacağını söyler, ancak şu an türkleri savaşa sokmaya çalıştıklarından bahisle, bundan şimdilik bahsedilmemesinin doğru olacağını söyler. inönü görüşmelere gelirken de bir sürpriz olur, sovyet temsilcisinin görüşmelere katılmayacağı bildirilir. bunun anlamı, türkiye’yle bir pazarlığa katılmak istememeleri. taleplerini canlandıracakları günü beklemek istiyorlardı.
    görüşmede inönü, önemli şehirleri savunma tedbirlerinin alınmadığını, bunun kısa sürede alınamayacağını, müttefiklerin yalnızca açılacak üsleri savunmayı amaçladığını söyler.

    sonradan şöyle bir diyalog geçer.
    inönü bir seferinde dedi ki:
    -ben ger zaman günlük yürüyüşümü yaparım. ama şimdi çıkıyorum bahçeye. ağaçlar üzerinde tüfekli nöbetçiler var. duvarda makineli tüfekler… rahat edemiyorum. bu bana karşı değil, beni koruyorlar, müteşekkirim ama, yürüşüm de böyle oluyor.
    herkes gülümser. churchil:
    - o senin gördüklerin bir şey değil, dedi. bizi 25 tane hava filosu da yanımızdaki meydandan koruyor. bir de 300 küsür uçaksavar topu var. onlar da koruyor.
    inönü sorar,
    - peki bunlar yeterli mi?
    churchil:
    - ooo, dedi, o hiç belli olmaz. alman tayyareleri, girit’ten şuradan buradan kalkar, buraya da saldırıverir.
    churchil bunları söylerken, roosevelt’in gözleri parladı. inönü’nün lafı nereye getireceğini anlamıştı. inönü gecikmedi…
    - yaa, demek öyle, dedi. bizim koca istanbul’umuzun korunmasına bir buçuk filo yeter diyorsunuz. burada futbol sahası kadar yere 25 filo yetmiyor, 300 top yetmiyor, öyle mi?
    roosevelt kahkaha atar:
    - yakalandın churchill, yakalandın…

    churchill ilerleyen konuşmalarda bir kez daha türkiye’nin havaalanları ve üsler vermesinin öneminden bahseder. dışişleri bakanı, yunanistan’a verilen sözlerin tutulmadığından bahseder, sonumuzun yunanistan’a benzemesinden çekindiğimizi söyler. churchill ise utanmak bir kenara, “ne varmış yunanistan’ın durumunda? bize tam üç hafta kazandırdı” şeklinde konuşur. yani amacının tamamen bizi kullanmak olduğu ortadadır.

    bu saatten sonra derdimiz daha ziyade, savaş sonrasında yalnız bırakılma tehdidi ve hava bombardımanından sakınmaktı. churchill 44 şubat’ına kadar havaalanlarının hazırlanmasını, ingiliz personellerinin sivil olarak ülkemize sızmasını, o tarihten sonra uçakların inmesine izin verilirse malzeme gönderilmeye devam edileceğini, izin verilmezse her şeyin duracağını söyler. yani savaş sonrasında yalnız kalacaktık, bir bonbardımana karşı da savunmasız. bu çıkmaz içinde kalarak görüşmeyi bitiririz.

    1944 ilkbaharında sovyetler, topraklarının büyük kısmını işgalden kurtarır, türkiye de üsler meselesini alman tehlikesi nedeniyle erteler. rusların balkanlara doğru ilerleme hazırlığı, tekrar bir rus tehlikesini ortaya çıkarır. bu nedenle almanlarla başladığımız ticaret ilişkilerini aşama aşama kestik.

    bu sırada almanlar montrö’deki bir açıktan yararlanarak savaş gemilerindeki silahları sökerek boğazdan normal gemiymiş gibi geçirir. ingilizler buna itiraz eder, ancak dışişleri bakanı sözleşmede buna bir yaptırım olmadığını söyler. inönü ingilizleri haklı bulur, dışişleri bakanı istifa eder. bu, ingilizleri memnun eden bir gelişme olur, zaten bakanın almanlarla yakınlaşmanın mimarı olduğunu düşünmektedirler. almanlar da von papen ile gemilerin geçişi ve krom ticaretinin tekrar başlaması için protestoda bulunur, ancak dozunu çok da artırmaz. papen berlin’e şu mesajı iletir: “türklere karşı tepkimizi sınırlı tutmalıyız. aksi takdirde bizim zor kullanacağımızı tahmin ederler. kendilerini savunmak için ingilizlere tüm kapılarını açmak zorunda kalırlar.”

    yani almanlar için yıllardır olduğu gibi, savaşa girmememiz önem arz etmektedir.
    aynı yıl normandiya ve sonrası bilinen sona gider olaylar. biz de çıkarma sonrasında ağustos başında almanlar ile tüm ilişkimizi kestik. von papen de bunu anlayışla karşıladı, sonuçta ingilizlerle olan müttefiklik anlaşmasının gereğini 5 yıl kadar ertelemiştik. savaş sonunda rusya’nın taleplerine karşı sahipsiz kalmamak için normal bir hamle yapıyordu türkiye. berlin’den de tepki gelmedi. 1945’te herkesin bildiği sebeplerle biz de savaşa girmiş olduk. formaliteden de olsa artık savaş ilan etmiştik. ancak 23 şubat’ta alınan savaş ilan kararının, san francisco konferansına katılabilmenin şartı olan son gün, 1 martta yürürlüğe gireceğini de garip bir şekilde ilan etmiştik. yani sadece o konferansa katılmak için savaşa girdiğimiz mesajını veriyorduk yine. çünkü almanya’yla ilişkileri kestikten sonra her ihtimale karşı pasif tedbirlere yeniden başlamıştık…
    bu arada sovyetler birliği, 1925’ten beri devam eden dostluk ve saldırmazlık anlaşmamızın feshedildiğini ihbar ediyordu. bundan sonra da rus talepleri devam etti ama bu başka bir konuda incelenebilir.

    kronoloji az çok ortada. hitler saldırsa gerçekten türkiye’ye saldırabilirdi, çok rahatlıkla işgal de edebilirdi. yalnız bunun mümkün olduğu tek zaman, rusya’ya savaş ilan etmeden önce balkanlara indiği andı. o dönemde de neden saldırmamış olduğu alenen ortada. rusya’ya karşı yürütülen harekat türkiye üzerinden çizilmediği için bu iş olmadı. zaten yunanistan’a yapılan harekat, rusya harekatına zaman kaybettirdi. üzerine piyangodan çıkan yugoslav darbesi de eklenince, bir de türkiye’ye saldırıp iyice gereksiz bir çatışmaya girmek, asıl hedef rusya’ya yapılacak harekatın iyice gecikmesine neden olacak, kışa daha yakın saldıracak ve daha az ilerleyebilecekti.
    onun ardından zaten türkiye’yle ticari ilişkiler kurmuş, kromunu almış. türkiye de müttefiki ingiltere’nin yanında savaşa girmemiş yıllarca. bunun yanında rusya’yla mücadele ederken, bir de abd savaşa girmişken, türkiye’yi bombalayarak eline bir şey geçmeyecekti, aksine ingilizlere doğuda bir üs kazandırmış olacaklardı.

    hitler’in türkiye’ye saldırmamış olması, doğru zamanda en doğru hamleyi yapan dış politikamızın, birinci dünya savaşında yapılmış hataları görmüş bir neslin olgunluğunun eseridir. savaşa giren ülkeler, ağır bombardımanlarla sivillerini, cephelerde askerlerini yok yere kaybetmişlerdir. savaş içinde ve sonrasında yaşanan gelişmeler ülkenin daha sonraki yıllarda alacağı pozisyonu belirlemiştir. yani ilerleyen yıllarda rusya antipatisi, bu doğrultuda komünizm düşmanlığı neden oluştu bir nebze anlaşılabilir. ülkenin zor yıllarında yanında olan ruslarla düşman oluşumuz öyle ha deyince, kişilerin kendi iradesiyle oluşmadı yani. ben de eleştiriyorum abd’ye yanaşılmış olmasını, ancak ülke üzerinde aleni talepleri olan ruslara karşı zayıf ülkemizin çok da fazla yapacağı bir şey yoktu. biraz tarihi, olduğu döneme göre değerlendirmek gerek. şu sorgulanabilir, dengeyi kaçırmadan yapabilir miydik bunu?

    kaynak olarak farklı kitaplar kullanmaya zamanım yoktu. altan öymen’in bir dönem bir çocuk’unu kullandım. anılarını yazdığı seri çok güzeldir, herkese öneririm.