hayata dair gülümseten detaylar

  • annem ve babam 50'li yaşlarda. yaklaşık 40 yıldır âşık, tam 30 yıldır evliler..

    babamın adı sami. anneminki filiz..
    dün alışverişe gidip; birkaç parça birşey almak istemişler. tencere, tava, ıvır zıvır..

    bir mağazaya girip; fırın bakıyorlar. çeşit bol, fiyatlar değişik.

    - sami'm. bu daha geniş bak. bu olabilir.
    + fiyatı da geniş baksana. bu daha uygun değil mi hanım?
    - onlardan almam. dandik onlar. bak burdakiler de güzel sami'm. fiyatı da fena değil hem.
    + hani bakayım. küçük bu be hanım.

    sami'm, hanım, sami'm, hanım derken; fiyatı uygun bir fırında anlaşıp, almaya karar veriyorlar..

    - beyefendi fatura için soyisminizi de rica edebilir miyim?
    + demir.

    parasını ödeyip, fırını alıyorlar ve eve geliyorlar.
    faturaya bakınca; gülümseten bir hata farkediyorum..

    "samim demir"

  • annemin can sıkıntısına çözüm getirmek adına bir mp4 player almıştım. içine de güzel sesli bir hocanın sesinden tüm kuranı cüzler halinde koymuştum. bugün farkettim, annem philips marka lila renkli fancy mp4 playerı eline aldığında ve işini bitirdikten sonra yerine koymadan önce üç defa öpüp başına koyuyor :)

  • bakırköy'de poliklinikte çalıştığım yıllar. eşimin poliklinik koridorun sonunda. aramızda 3 oda var. zemin kattayız. o dönem sigara yasakları yok ama küçücük odada saatlerce kalmaktan bunalıp arada sigara içmek için pencereden dışarı çıkıyorum. çıkınca da belki hastası yoktur, birlikte tüttürürüz diye onun odanın penceresinin önüne gidiyorum.

    o gün kenardan baktığımda manzara şu:
    bizim kantinin kedisi girmiş, çömez asistanların arada muayene öğrenmek için gelip oturduğu kenardaki sandalyeye kurulmuş. tüm dikkatiyle hastayı dinliyor. hasta da - artık şaşkınlıktan mı başka bir şeyden mi bilmiyorum - eşime değil kediye bakarak şikayetlerini anlatıyor.

    gel de bu kediyi ve bu hastayı sevme, gel de gülümseme şimdi.

  • lise 2'deyim.
    evimden okuluma yalnızca bir otobüs hattı var. hattın üzerinde 3 lise var. benimki ikincisi.
    okullardan başka bir hastane, bir de tahminimce iş hanımsı bir yerden geçiyor otobüs. bilemiyorum tam, benden sonraki duraklar, hiç önünden geçmemişim.
    yani sabah 9'a bir yerlere yetişecek insan sayısı kalabalık.
    dolayısıyla her sabah aşağı yukarı aynı insanlarla yolculuk ediyoruz.

    bir sabah başımı dayamışım cama, müzik dinliyorum.
    kendimden geçmişim.

    sonra nazik bir el omzuma değiyor, "pardon" diyor. sıçrayarak uyanıyorum. ne olduğunu anlamadan şaşkın şaşkın etrafa bakıyorum.
    nazik elin sahibi diyor ki; "okuluna çok yaklaştık, derin uyuyordun, kaçırma, kalk artık istersen."
    bakıyorum, üzerinde forma. benden sonraki lisenin öğrencisi.

    alelacele toparlanıyorum, ayak üstü teşekkür ediyorum ve son anda inmeyi başarıyorum.

    ertesi sabah adam akıllı teşekkür etmek için bir şeyler ikram edeyim amacıyla otobüse binmeden markete uğruyorum.
    küçük boy hobby çikolatalardan görüyorum. alıyorum 10 taneye yakın.

    önce çekiniyorum, oturuyorum bir kenara. sonra madem aldım vereyim diyerek göz gezdiriyorum otobüse. normalde ön taraflarda oturur, bu sefer arkaya oturmuş beni uyandıran kişi.
    bir cesaret kalkıyorum. yanına gidiyorum. "dün beni uyandırdığın için tekrar teşekkür ederim" diyerek uzatıyorum hobby'lerden birini.

    sonra bakıyorum, onun yanında oturan da her sabah gülümseştiğim birisi. ona da veriyorum bir tane.

    oturduğum yere gelene kadar, tanıdık yüzlüler öncelikli olmak üzere herkese ikram ediyorum gülümseyerek.
    herkes çikolatamı almasa da karşılık olarak kocaman gülümsemeler alıyorum.

    yerime vardığımda bana kalmamış oluyor. ama mutlu mutlu devam ediyorum yolculuğa.

    ve otobüs hattı yolcularında yeni bir adet başlıyor.
    ertesi gün beni uyandıran arkadaş kuruyemiş dağıtıyor.
    sonra diğerleri başlıyor.
    artık neredeyse her sabah birileri otobüste bir şeyler ikram ediyor.
    otobüs ahalisi olarak hastane resepsiyonisti aysel ablanın cevizli böreklerinin müptelası oluyoruz.
    bir gün gelmeyen olursa hep beraber merak edip, ertesi gün hal hatır soruyoruz.
    hattı sık kullanmayan insanların garip bakışları altında otobüse "günaydın millet" edalarıyla giriyoruz.
    şoför bazen bazı duraklarda gereğinden fazla bekliyor, o duraktan alacağımız kişi daha gelmedi diye.

    bu sabah metrobüse binmeye çalışırken birazcık tekmelendim.
    şimdi de oturmuş iett otobüsünü servis sıcaklığına çeviren yol arkadaşlarımı özlüyorum.

  • 7 yaşındaki kızımın sabahları uyanınca "bugün günlerden ne annecim ?" diye sorup, hangi yanıtı verirsem vereyim "yuppiii" diye bağırıp evin içinde bi yerlere doğru koşması.

    sırf günlerden çarşamba diye mutlu olmak nasıl temiz bir kafanın ürünü diye ben de mutlu oluyorum. küçük şeylere sevinmek ailede genetikse demek..

  • babamın doğum gününü kutladım. bana "benim doğum günüm 3 gün önceydi oğlum" dedi. başta "nasıl unuturum ya" diye o kadar utandım ki. ama sonradan fark ettim. babam 21 temmuz'da doğmuştu, ben 18 temmuz'da. adamdaki zarafet dolu cevaba bak.

  • hanımla beraber bir pazar günü sahile gittik. bütün cafeler, dondurmacılar, çay kahveleri tıka basa dolu. boş yer bulamazsın. insan seli akıyor resmen.

    kepenkleri kapalı bir dükkan önünde 5 tane genç, ellerinde enstrümanlarıyla, hatrı sayılır bir kalabalık önünde, kazım koyuncu tadında karadeniz türküsü söylüyordu.ikisinde gitar var. grupların olmazsa olmazı zaten. bir tanesinin solosu başarılı. birinde kemençe var. madem karadeniz türküleri söylüyorsunuz, kemençesiz olmaz. birinde akordion var. beni en çok keyiflendireni. ve tabi enstrümansız bir arkadaşımız var, oda vokalimiz.

    hanımla beraber ön safta bunları dinlerken türkümüz bitti ve alkışla beraber, elektrikli kepenk yavaş yavaş yükselmeye başladı. bir an gençler tedirgin oldu. elindeki kumandayla alkış tutan abimiz, gitar çantasının içine 20 lira atıp gençlere artık dükkanını açmak istediğini söyedi gülerek.

    farkettik ki o abimiz uzun süredir orada onları rahatsız etmemek için beklemiş. hemde en önde,oradan geçen birisiymiş gibi.

    memlekette güzel insanlar var hala.

  • patronumla her ne kadar zıt görüşlere sahip olsakta severim kendisini. çok fazla siyasi konulara bulaşmıyorum zaten. fakat bizim dükkan tam bir siyaset yuvası haline gelmiş durumda. patronu tanımayan yok. her gün ziyaretçi kaynıyor. 100’lük çay markası 2-3 günde tükeniyor. patronun görüşünü ise şöyle ifade edeyim ; muharrem ince sırayla bütün dükkanlara hayırlı işler dileyip, selam verir geçer. sıra bizim dükkana gelince bize hiç bakmaz bile. gerisini düşünün artık.

    neyse. gereksiz bilgileri geçiyorum. yine hararetli bir ortam var. tayyip aşağı, davut yukarı, bahçeli sağa, kılıçdaroğlu sola. fokur fukur siyaset demleniyor. bizim buranın önemli bir camiisinin imamı belirdi kapıda.hoca girdi içeri.herkes ayağa kalktı. ben zaten tabure kalmadığı için ayaktayım. minibüste bayanlara yer verme tadında hocaya yer verme savaşı. gravatlar düzeltildi. ceketler iliklendi. az önceki ateşli taraftar toplulugu oldu size ilahi korosu.

    ıhlamur soylendi. yüzlerde tebessüm. herkes sanki kanaat notu bekler gibi hocanın gözlerine bakıyor. bende erol taş gibi köşede bir yerde süzüyorum bunları.

    hoca anlatıyor, söylediği herşeyi herkes güleryüzüyle onaylıyor kafasını öne sallayarak. derken hoca bir hikaye anlatmaya başladı. pür dikkat dinliyoruz. bir gün bizim hoca camiye girerken, ihtiyar bir adamın genç bir delikanlıya sol ayağıyla değil sağ ayağıyla camiye girmesini söylerken kulak misafiri olmuş. herkes yaşlı amcanın uyarısının doğru olduğunu, bizim hocanın göreceği ve duyacağı şekilde tasdiklemeye başladı ki hoca darbeyi bizim ilahi korosuna yapıştırdı : ulan gevurlar uzaya çıkıyor, siz daha burada sağ ayak sol ayak muhabbetini yapın !

  • siz, sendrom diye diye pazartesiyi nam nam nam yiyip bitirmeden (tamam illa yiyecekseniz, bana da bir lokma ayırın) önce, bir şey anlatayım.

    bu sabah, mal varlığımın en kıymetli parçalarından biri olan "ac/dc" tshirtümü giydim. tamam, biraz eskimiş olabilir ama hâlâ çok güzel. ben gözlerim yerde, kulağımda müzik, metroya yürüyordum. kafamı bir ara kaldırdım, karşımdan 45- 50 yaşlarında bir kadın geliyordu. üzerinde de "ac/dc" yazılı bir tshirt. tshirtler farklı, ama ac/dc aynı ac/dc. birbirimize iyice yaklaşana kadar, ayırmadık bakışlarımızı. ben ne yapsam diye düşünürken, kadın benden önce davrandı ve yan yana geldiğimizde şu hareketi yaptı; devil horns
    ben de karşılık verdim, ac/dc kardeşliğimizi kutsadık ve yollarımıza devam ettik. saatler geçti; rüya mıydı, değil miydi... emin olamıyorum.

  • bizim oğlanla bir oyun icad ettik, bir süredir oynuyoruz. hayal gücü gelişsin diye evin içinde sözde çadır kurup kamp yapıyoruz. battaniyeyi üstümüze çekip güya gece oluyor, uyuyoruz. sonra oğlum beni uyandırıyor odanın lambasını gösterip " sabah olmuş " diyor. ben de " aa ne kadar güzel, güneşli bir gün " falan deyip karşıki dağlarda ne gördüğünü soruyorum falan. başlarda " inekleri görüyor musun? " dediğimde anlamıyordu olayı. artık kendisi neler gördüğünü söyleyebiliyor.

    dün akşam yine aynı oyunu oynarken sordum,

    -oğlum karşıki dağlarda ne görüyorsun?
    +inekler var orda.
    - başka?
    + köpek var?
    - peki başka?
    + koyunlar var.
    - ee oğlum ağaç yok mu?
    + yok.
    - neden? dağda biraz da ağaç olmaz mı?
    + o zaman koyunları göremezdim ki!

    apışıp kaldım yemin ederim. ben hiç öyle düşünmemiştim. 3 yaşında çocuğa hayal kurmasını öğretelim derken ayar yedik. korkarım inanmasam,

    + dümdüz duvarda ineği, köpeği gördüğüme inandın da ağaç göremediğime mi inanmadın? diyecek.

    maşallah deyin oğluma. (bkz: swh)