hayatın en acımasız gerçeği

  • fazlasini verdiginiz hiçbir yerde kiymetiniz bilinmez.
    bu sözü aklinizdan çikarmayin.

  • engelli bir evladım var. babası ve bana allah korusun bir şey olsa bu dünyadan göçüp gitsek elini, kolunu nereye koyacağını bilemez. benim boynumun altına burnunu sokmadan gününe başlayamaz. bizsiz kimsesiz, nefessiz kalır.

  • vasatın biraz üstünde biriyseniz bile yalnızlığa itilirsiniz bu toplumda.

  • bir yere daha yazmıştım ama buraya da yazacağım.

    “benim koşarak gidemediğim yere,başkalarının bi adımda varmış olması.”

  • sevdiğin insanların ölüyor olması.

  • herkes tek bu hayatta tek doğar ölümü tek başına yaşarsın

  • özgürleşmenin acı çekmeye bağlı olmasıdır.

  • insanı karşılıksız seven tek kişilerin anne ve baba olduğunu anlamaktır. hem de en çok onları kırmamıza rağmen. ne var ki bunu kaybettikten sonra anlıyor insan.

  • çok sağlıklı da olsak, sağlık problemleri ile boğuşuyor da olsak... çok güzel/yakışıklı da olsak çok çirkin de olsak... çok zengin veyahut çok fakir olsak.. her ne olursak olalım bir gün hepimiz öleceğiz. şu koskoca evrende, dünya bile bir kum tanesi kadar yer kaplıyorken, tek tek bizlerin ne kadar önemi olduğunu bir düşünelim. varız ya da yokuz. dünya için de evren için de hiçbir önemimiz yok. ölüm herkes için tek adalet olabiliyorken aslında bir anlamda bu kadar acımasız da olabiliyor.

    dolayısıyla, aslında kafamıza taktığımız dertlerin bile bir önemi yok, hepsi gelip geçici. mutluluklarımız gibi. her şey gelip geçer. zaman akar, her şey değişir. dünya değişir. sevdiklerimiz değişir. hayatımıza birileri girer ve çıkar, biz onları onlar bizi değiştirir. asla değişmez sandığımız o kaskatı düşüncelerimiz bile değişir. hepsi değişir ve bir gün biterler. o yüzden hayattan keyif almaya, küçük anların değerini bilmeye başlamamız gerek. hiç kimsenin her anı müthiş geçmez/geçemez. illa ki sıkıldığımız, pes etmek istediğimiz, acı çektiğimiz anlar da olacak. fazlasıyla. ama hayat tam olarak bu anların toplamından oluşuyor. acısıyla, tatlısıyla... tüm bunları kabullenip hayatı içimizden geldiği gibi yaşayalım. ta ki nihai son bizim için de gelene kadar. o an geriye dönüp baktığımızda gönül rahatlığıyla, "yaşadım. hem de dolu dolu." diyebilelim.

  • doğduğumuz ya da yaşamımıza devam etmek zorunda kaldığımız ancak mizacımıza ve ruhumuza uymayan bir coğrafyaya mecbur kalmak. ve ne tat alırsak alalım, bu toz pembe tatlı hayatın bir gün elektrik gibi kesileceği ve ondan koparılacağımız gerçeğinin patlamaya hazır çehov'un tüfeği ya da damokles'in kılıcı gibi tepemizde asılı durması.