hayatını plazada sabit maaş uğruna hiç etmek

  • plazalarda da çalıştım, son 2 senedir 17.000 metrekare bir deponun sorumlusuyum. yazı kışı hep soğuk. 3 kat giyim, içlik, kurtarmıyor yine soğuk. neyse, gelelim sadede, istifa ettim, yoğun stres; mesai ücreti ödenmeyen, gecelere kadar süren mesailer, cumartesi pazar çalışma. bulundugum şehrin ortalamasının nispeten üstünde bir maaş. fakat haftalar aylar geçtikçe farkettim ki, yeteneklerim, kişiliğimle uymayan bir pozisyon, sadece sabit bir maaş biraz da kurumsal bir kimliğin ardında çalışma uğruna, çekilmeyecek bir eziyet. işyerinde son 1 haftam, 1 hafta sonra özgürlük. bir süre dinleneceğim, bünyeyi toplantı set edelim'lerden, yanlış sevkiyat olmuş'lardan, stok sayımlardan arındıracağım. 7/24 susmayan telefon, yönetici baskıları (azaminin de üstünde), gece 3 sabah 5 dinlemeyen talepler. boyumu aşan bu iş hayatını sonlandırmak elzemdi.

    son damla yöneticimin odasına çağırıp bana bir güzel kalay atması oldu, kendini savunamayan ben, orda kendimi savundum dışarı cıktım bi posta düşündüm, ben bu işi bırakırsam nolur diye, en büyükbaş, altını, o onun altındakileri, o da kendi altındakileri kalaylıyor bu düzende. biz de en altta kalanlar olarak, 3-5 liraya anamızı siktiriyoruz genel manada. geri döndüm, odasına girdim, işten cıkma kararımı açıkladım.

    her gün 06.30'da çıktığım eve, 20.00'de dönüyorum, günümüzün yarısından fazlasını bu kurumsallara kiralıyoruz ve elimize geçen koskocaman bir sıfır. bizden giden ise çok fazla.

    istifa ettim. bakalım kahramanımızın başına ilerleyen günlerde neler gelecek.

  • mutluluk kendinden menkul bi durum, o taraf işin objektifliğini zaten yok ediyor ama objektif olmak isteyen kim?

    ben 29 yaşıma kadar sigorta ne bilmeden çalıştım. bu arada çalışmaya başlama yaşım da 14. palyaçolukla başladım, supervizör oldum, sinema - tv okudum, iki film - iki dizi yazdım, onlar yayınlandı nefis para kazandım, babam ölünce para tabii ki bitti ben yine palyaço oldum, bi zamanlar ortamlara beraber aktığım oyuncu kız, yeğeniyle yüz boyadığım avm katında beni kafamda rengarenk peruk ile görünce tanıdı ama tanımamazlıktan geldi falan.

    sonra bi neden olmasın geldi, çok uzaklara gittim yaşamaya ama orada da işler ters gitti dönmek zorunda kaldım ve olan orada oldu; kementi boynuma yedim.

    29 yaşımdan beri kurumsalım ama plaza mevzusu biraz yeni sayılır. öncesinde memleketin en büyük şirketinin kültür merkezinin yönetim tarafında çalıştım, asker sonrası ilk kez her gün traş oldum, takım elbise giydim, büyük büyük toplantılara gidip geldim falan. ama bi anda delirme geldi, kadıköy'de bi alkol gecesi sonrası eve dönerken istifamı verip arjantin'e gittim. döndüm yine beş kuruşsuz ama işim hazırdı. bu sefer de bi organizasyon şirketine girdim. sakallar yeniden uzadı, iş casual giyinmeye döndü, partiler - konserler organize ettim. hem para kazandım hem eğlendim ama kodumun memleketi yerinde durmadığı için nerdeyse ağlayarak çıkmak zorunda kaldım işten. küçücük bi bahçesi olan, kahvemi istediğim zaman kendim demleyebildiğim, patronlarıma abi diyip onlarla içmeye çıktığım yeri bırakıp plaza insanı oldum.

    şimdi kartla giriyorum mekana, asansör bekliyorum, yemek için 11 kat aşağı iniyorum o asansörle, odanın zili var - ki en çok o tilt ediyor beni - çalınca toplantı var demekmiş. ilk başta sakalla, şapkayla uğraşıldı ama neyse ki işi bildiğim anlaşılınca artık karışmıyorlar. maaşım ortalama, çalışma sürem haftada 50 saat, yorgunluğum büyük, sıkıntım daim.

    sıkışmışlık hissim var mı derseniz fazlasıyla var, hayatım bok gibi mi derseniz evet, kendine vakit ayırabiliyor musunuz derseniz zinhar hayır. kocaman bi titrim var ofiste, kira ödüyorum işte, geçen gün elektriği - suyu üstüme aldım, digiturk tüm kanallar açık, internetim en hızlısından. bu.

    bize okuduğumuzla, gezdiğimizle, yaşadığımızla övünme şansı vermediler. biz işimizi ne kadar erken bitirdiğimizle övünürüz, mesaiye yarım saat takmakla, ödediğimiz hesapla, multinet makinası çalışmadığı için ödemediğimiz yemek parasıyla ya da. bunun plazası, devlet dairesi falan yok. bi çoğumuzun hayatı koca bi illüzyon işte. hangimiz daha iyi -mış- gibi yapar, bi de becerip ona inanırsa vakit geçirir bu dünyada.

    çünkü biz yaşamak için değil, vakit geçirmek için varız ve maalesef ki bu hiçbirimizin suçu değil...

  • "derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur." kelamının kanıtıdır bu durum.