gheorghe hagi

  • "gs dışında bir başarısı yoktur.

    gsdekinin de nasıl olduğunu biliyoruz."

    nasıl olmuş? kanırta kanırta sanırım ordan biliyonuz.

    sinyor terimin bir lafı vardır.

    "biz, adı geçenlerin pek çoğuyla rakip bile değiliz. aynı yoldan yürümedik, aynı yollardan geçmedik. benzer başarılarımız da yok. üstüne üstlük rütbemiz de farklı"

    türk futbolunun ilk ve tek avrupa şampiyonu takımı galatasaray'ın beyni olan, efsane.

    galatasaray: 1999-2000 sezonu uefa kupası şampiyonu.

    büyüklüğü idrak edemeyen iq sıkıntısı çeken, bir üstteki cümleyi içinden 10 15 kere okusun, belki ayıkır.

  • türkiye'de top oynamış,gelmiş geçmiş en iyi yabancı oyuncudur,net.
    adam oynadığı dönemde,galatasaray tarihinde hem kendini,hem de kulübünü efsaneleştirmiştir.
    aynı dönemde birlikte top oynadığı,abilik yaptığı diğer takım arkadaşları da bu adamdan fazlasıyla nasibini almıştır.
    o dönem,hagi'li galatasarayı izlemek büyük bir zevkti.
    aynı zevki alex'li fenerbahçede bulamazsınız.

    edit:galatasaray komplekslerimizi bir tarafa bırakırsak,adam hem real madrid te hem de barselona'da 10 numara yı yıllarca taşımış,takım kaptanlığı yapmış bir oyuncu.
    not: bjk.

  • galatasaray'ın başına teknik direktör olarak iki kez gelmiş, ikisinde de sıçıp batırmıştır. yarın bir kez daha gelmek istese sıçacağını bile bile "eyvallah, madem öyle istiyor buyursun gelsin." derim. başımızın üstünde yeri var. öyle bir efsanedir.

  • popescu ve marcio (mandinga dos santos marcio) ile olan fotoğrafı gerçekten efsanedir. karakterleriyle ve futbollarıyla hayran olunan mahallenin kalender abileri gibiler.

    http://hizliresim.com/naoojx

  • 3 yaşımdan 20 yaşıma kadar babamdan fiziksel şiddet gördüm. sadece beni değil annemi de dövdü yıllarca. çürükler, morluklar hiç eksik olmadı kadının vücudundan. bir defasında tüm ön dişleri döküldü. pazar günü gelecekte babam evde olacak diye ödüm kopardı. kahvaltı sofrasında en küçük sebepten tartışma çıkarıp suratımızı dağıtırdı. ele güne rezil kepaze olurduk. (kendisiyle 13 yıldır görüşmüyorum)

    şöyle biraz geçmişe gidiyorum. ailecek hep beraber saf, katışıksız, kontrolsüz, düşünmeksizin mutlu olduğumuz tek bir an geliyor hatrıma. 17 mayıs 2000 gecesi. babamı o ana dek hiç öyle mutlu görmemiştim. sabaha kadar antalya caddelerini turladık kamyonla. sadece bir geceliğine de olsa baba oğuldan ziyade iki arkadaş olmuştuk. yoktu böyle bir mutluluk. kendisi beşiktaşlıdır bu arada.

    sanırım yalnızca yoksunlukla açıklanabilir bu durum. millet olarak gerçekten yoksunmuşuz o yıllarda. bir sebep hasıl olmuş ve kısa bir süreliğine yırtıp atmışız üzerimizdeki karanlığı. bir rüya imiş. şimdi olsa kimsenin umrunda olmaz belki. lakin o günlerde farklıydı işte. ne demek istediğimi yaşayanlar biliyor. tam söze dökemiyorum.

    futbolu ise uzun zamandır takip etmiyorum. zira ne zaman bir müsabakaya denk gelsem kandırıldığımı hissediyorum. en son ne zaman bir maçı yerinde takip ettim hatırlamıyorum bile. artık keyif almıyorum bu olaydan. küçük bir çocukken bir gün böyle hissedeceğimi hiç düşünmemiştim.

    babamdan alamadığım sevgi ve şefkat (kendi yoksunluklarım) beni başka bir adama bağladı o yıllarda. kim olduğunu tahmin ediyorsunuz. gayet bilinçli bir sevgiydi bu. onun gerçekte kim olduğunu biliyor, mesleki açıdan tam olarak neyin karşılığı olduğunu görüyor, kitleler üzerindeki etkisini yüreğimde hissediyordum. diğer tüm muadilleriyle kıyaslamasını yapıp, sağlamasını aldığım vakit sonuç hep aynı çıkıyordu; benzersizdi! ve sevilmeyecek adam değildi. çok seviyordum.

    gheorghe hagi, 20 ocak 2001 akşamı antalya atatürk stadı'nda oynanan werder bremen maçı kadrosunda yer almadı. siyah paltosu ve takım elbisesiyle kulübeden takip etti maçı. son düdüğün ardından tünele doğru ilerleyen lucescu'nun yanında belirdiğinde dudaklarımı ısırarak uzaklardan izliyordum bu gidişi. "şimdi değilse ne zaman?" diye soruyordum kendime. şimdi değilse ne zaman?

    sahadayım! kendimi tribünden aşağı bıraktım! göbekli security'ler peşimde koşturuyor. hiç kusura bakmicen güvenlikçi amca. boşuna da kendini yormicen. 15 yaşındayım ve hagi'yi çok seviyorum. nahhh yakalarsın!

    top toplayıcıların arasına kaynayıp tüneden içeri dalıyorum. 5 ay önce madrid'i tokatlayıp avrupa'nın en büyüğü olan takım 5 metre ötemde. kalbim çıra yutmuş odun sobası gibi güp güp atıyor.

    çevik kuvvet tarafından dışarı atıldım. otobüsün etrafında büyük bir polis çemberi var. çemberin dışında nerden baksan 2000 kişi. adamlar jardel'i beklerken tünelden ben çıktım. polis parmağıyla çemberi göstererek "devam et" diyor. yüzümde kemal sunal ifadesiyle polisin dediği istikamete ilerler gibi yapıp sincap çevikliğiyle yolumu değiştiriyorum. galatasaray otobüsüne girip en koltuğa oturdum! "hagi gelene dek inmeyeceğim. sıkıysa indirin."

    asfalt da yatıyorum. yönetici cüneyt tanman tarafından kovuldum. çember tamamen dağıldı. oradan ora savrulurken bayağı bir hırpalandım. korkunç bir gürültü var. meşale ve konfetiler yüzünden göz gözü görmüyor. tamamen yere kapaklandım. emekleyerek ve ezilerek otobüsün altına girdim. sürünerek ön tekere doğru ilerliyorum. komando edasıyla yana yuvarlanıp boşa çıktım. kapı 1 metre önümde. ölümcül hamlemi yapıyorum. "ya allaaaaah."

    tekrar polislerin kolundayım. malzemeci tarafından "olum biz seni demin indirmedik mi" diye iteklenerek dışarı atıldım. tam o esnada çaprazdan hagi ile göz göze geldik. 1 saniyeliğine falan. sonra bir şey oldu. bir şey. çok acayip bir şey. beşinci sırada oturan kel kafalı gözlüklü bir yönetici ayağa kalktı. ben dışarıdan adamın hal ve hareketlerinden durumun benle ilgili olduğunu hissettim. yüreğime bir çarpıntı düştü. "bırakın çocuğu yaa. anladım ben anladım. onun derdi başka. getirin o genci buraya." (yaşıyorsan allah senden razı olsun bey amca)

    şengen dediğin nedir ya? hayatımın en güzel vizesini almışım ben. galatasaray otobüsten içeri girdim abi. kapı kapandı. içeri full dolu. ve süper sessizlik. herkes beni izliyor, ben de onları. inanamıyorum abi. o otobüsün içinde olduğuma inanamıyorum. her şey gerçek olamayacak kadar güzel. her şey. ilk 5 saniye hiçbir şey yapmadan öylece durup onları izledim. onlar da beni.

    hagi'ye doğru ilerliyorum. geldiğimi görünce ayağa kalkıyor gülümseyerek. bir şeyler diyorum çat pat ingilizcemle ne dediğimi ben de bilmiyorum. kağıt kalemi tutuşturdum bunun eline. imzalamak için düz bir zemin arıyor. capone yanağımdan makas alıyor. taffarel göz kırparak saçımı okşuyor. gözlerim dolu dolu. dokunsalar ağlayacağım. (dokunuyorlar)

    neyse bizim hagi imzayı attı. tokalaşıyorum. iki yanağından öptüm. sonra başını iki elimin arasına alıp bir de alnından öptüm usulca. ve ne oldu biliyor musunuz? sahneyi gören bülent korkmaz ellerini havaya kaldırarak haykırdı; "olmadıııııı, bir daha ööööp, bir daha ööööp" tüm otobüs alkışlıyor, gülüşmeler, kahkahalar. ben orada cesareti alıp saldırıyorum hagi'ye.

    alnından, yüzünden, yanağından, kulağından, ensesinden artık neresine denk gelirse basıyorum öpücüğü. öpücük yağmuruna tutuyorum efsanemi. yok böyle bir sevgi. yok arkadaş! yok yaa! yok böyle bir şey! forma istiyorum kendisinden. e haliyle yok yanında. her şey bagaja yerleştirilmiş. otobüs kalkmak üzere. beni bekliyor şöför.

    otobüste ilerliyorum arkalara doğru. popescu, suat, okan, emre, arif, jardel aklına kim gelirse herkes burada. tek tek tokalaşıyorum hepsiyle. en son inerken bir de lucescuyla vedalaşıyorum. çok sıcak davranıyor o da. kuş gibi iniyorum otobüsten. suratımda aptal bi gülümsemeyle koşarak eve gidiyorum. koşarak koşarak koşarak....

    (gayya kuyusunda yiten çocukluğumun sikik hatıraları)

    işte o güzel imza.

  • b sınıf bir oyuncu olduğu için barcelona ve real madrid' de oynamıştır.

    kafalar çok güzel.