gazalici nihilist zihniyet

  • geçtiğimiz günlerde kayseri'de gerçekleşen tecavüz intiharı sonrası tecavüzü ve ataerkil toplum yapısını lanetleyen tweetler ve yazılar epeyce gündem oluşturdu. kimileri islamın tecavüzü yasakladığını ve tecavüz eden kişinin müslüman olamayacağını iddia etti bir türkiye klasiği olarak. kimileri sorunun erkeklerde olduğunu ve erkeklerin baskısı ile masum bir kadının hayatından olduğunu iddia etti. kimi babasına neden güvenemediğini sorguladı kimi de sistemin bozuk olduğunu asıl odaklanılması gereken şeyin sistem olduğunu savundu. ben sistem eleştirisi yapanların tarafındayım. evlilik dışı cinselliğin haram sayıldığı islam ülkelerinde tecavüzlerin ekseri sebebi müslüman erkeklerdeki cinsel açlık mıdır? bana göre öyle ancak bunun tartışılmasını biraz gereksiz görüyorum bu yüzden hiç böyle bir şey söylememişim gibi devam edebilirsiniz yazımı okumaya. geleneksel yaygın islamı yani gazalici nihilizmi hayat tarzı olarak yaşayan biri ile namus üzerinden tartışmaya giremezsiniz. namus kavramı o insanın en merkezdeki, en korunaklı kalesidir ve sonuna kadar savunur bu kaleyi. benim odaklanacağım mesele daha çok tecavüz sonrası yaşanan gelişmelerle ilgili olacak. tecavüz sonrası intihara giden yolda mağdurlara gazalici nihilizmin etkisi nedir?

    özetle; bir öğretmen öğrencisine tecavüz ediyor, öğrenci öğretmenini şikayet ediyor, şikayet edilen kurumlar muhtemelen "babanın kulağına giderse kötü olur en iyisi biz bu konuyu kapatalım" bahanesiyle, kendi itibarını düşünerek ya da tecavüzcüyü korumaya çalışarak kızın şikayetini dikkate almıyor, babanın haberi yok, işlediği suç tecavüzcünün yanına kar kalıyor, kız sinir krizleri geçiriyor, babası ile de konuşamıyor, en sonunda canına kıyıyor. cansel buse kınalı'yı aslında elbirliği ile hepimiz öldürdük. onu bu hastalıklı toplum öldürdü. bu toplumun tarihsel bir kökten gelen hastalıklı ideolojisi öldürdü. çünkü bu toplum bir sapık ve tecavüzcü çıkarma makinesidir. bu makinenin felsefi duruşu gazalici nihilist zihniyettir. bu zihniyet ülkesinde olan hiçbir felaketin nedenlerini sorgulamaz. hiç olmamış gibi davranmayı seçer. iyi bir şey olduğunda kendine yorar kötü bir şey olduğunda başını kuma gömer. daha önce islamcılığın psikanalizi yazımda da anlattığım gibi bu zihniyetin temel meselesi namus kavramıdır. onu ideolojisine bağlayan, onun zihniyetini oluşturan en önemli kavram cinselliktir, istisnasız tümü nevrozlu yetişen bu nesillerin adeta genleri de nevrozlanmıştır ve bir sonraki nesili de nevrozlu yetiştirmekten başka bir şey yapmazlar. bu döngü böylece sürüp gider ve toplum hastalıklı kalmaya mahkumdur. bu döngüyü kırmak isteyen kişi döngüyü çalıştıran ana motoru bulmalı ona çomak sokmalıdır. bu döngünün ana motoru gazalici nihilizmdir. bu motor yok edilmedikçe ceza/hukuk sistemi asla adaleti tahsis edecek şekilde çalışamayacaktır. tecavüz ve taciz olayları hukuk sisteminden çok kolay saklanılabilir olaylar olarak kalacaktır. eğer cansel canına kıymasa idi kaçınızın haberi olacaktı yaşadığı tacizden? peki aynı olayı yaşayıp da hem hakkını arayamayan, susturulan, arkasında adaletin o mutlak terazisini göremeyen, korkusundan ses edemeyen ve ömür boyu yaşadığı tacizin psikolojik buhranları ile yaşamaya mahkum olan diğer binlerce onbinlerce canseller ne olacak? hukuk ve adalet iki ayrı kavramdır. her hukuk sistemi adaleti sağlar diye genel bir durum söz konusu değildir. bazı hukuk sistemleri tam tersine en büyük adaletsizliklerin kaynağıdır. mesela şeri hukukun olduğu yerde adalet olmaz. mesela islamcıların iktidarda oldukları yerde de adalet asla var olmaz. mesela diktatörlüklerin olduğu yerde de adalet asla yerini bulmaz. oysa tüm bunlarda hukuk sistemi vardır ve çalışmaktadır. türkiye de adaletin uygulanamadığı yerlerden biridir. kof bir hukuk sistemine sahiptir. bunun sebebi de gazalici nihilist zihniyettir.

    +efendim güney amerika'da da adalet yok, rusya'da da yok, japonya'da hele acaip tecavüz vakaları var ve sen türkiye'deki adaletsizliğin sebebi olarak gazalici nihilizmi görüyorsun, oralarda da mı gazalici nihilizim var? oysa bırak gazaliyi müslüman bile değiller.

    evet oralarda da kendilerine ait gazalici nihilizmler var diyebiliriz. gazali bizim başımızın belası. onların da başlarının belaları var: kendi kültürlerindeki kimliklerine işlemiş gerici tutumlar, dogmalar, ahlaki normlar, bozuk ideolojik saplantılar, saçma sapan töreler. ve her toplum kendi başının belasından kurtulmadıkça adaletini tahsis edemez. tecavüze uğrayan fakir ya da orta sınıf genç bir kıza protestan/katolik ülkelerde "sistem" sonuna kadar sahip çıkarken bu tür geri kalmış ülkelerde hele hele bizim gibi müslüman ülkelerde resmen intihardan başka seçenek bırakılmıyor. bu sorgulanması gereken bir şey değil midir? evet ataerkil toplumu sorgulayalım, sistemi sorgulayalım.. sistemi sorgulayalım deyip bırakıyor herkes, detayına giren yok. nasıl yapacağız onu? aha işte burada yapıyorum ben.

    gazalici nihilizm topluma sert şekilde bir namus algısı/cinsellik tabusu dayatıyor. gece saat 3'te tek başına bağdat caddesinde dolanırsan sana yapılan tecavüzde seni suçlu bulurum diyor. giydiklerine dikkat etseymiş diyor. mini etek giymiş demek ki aranıyor diyor. açık giyinen kadına saygı duymam diyor. açık kadının bu toplumda yeri yok diyor. açık giyinen kadın benim kızımın ahlakını da bozuyor diyor. gazalici nihilizm en bozuk ve en ahlaksız islam türlerinden biridir. ve bu islam türüne göre hırsızdan ziyade ev sahibi suçlanmalıdır. neden evin kapısını iyi kilitlemedin? bu islam türünün mantık kurgusu bu şekilde tersten çalışır. neden kapalı giyinmemiş? kapalı giyinse tecavüzcü bacısı olarak görür ve tecavüz etmezdi oysa açık giyinince gavur gibi bir şey oldu ve tecavüz gerçekleşti. demek ki suç tecavüze uğrayanda. bu islam türünün çalışma şekli budur. bu islam türü biraz sonra tarihsel kökeninden de bahsedeceğim gazalici nihilizmdir.

    oysa zinanın meşru olduğu daha kibar tabirle "cinsellik tabusunun yıkıldığı" bir islam türü mümkün müdür? (zina evlilik dışı karşılıklı ve gönüllü cinselliktir bu arada)

    kurana göre oldukça mümkündür aslında. islamın kuranın yorumlanmasına göre belki 1500 ayrı form alabildiğini biliyoruz ve gazalici nihilizmin bu 1500 formdan sadece bir tanesi olduğunu da biliyoruz. yani gazalici nihilizm dışında kuranın eğilip bükülmesine göre islam binlerce ayrı form daha alabilir. bu yazıyı okuyan islamcı arkadaşlar eğip bükme lafına takılmasın gazalici nihilizm de kuranı eğip bükmekten başka bir şey yapmıyor. kuran ayetleri eğip bükmeden yorumlanamaz. imam-ı azam da eğip bükmüştür, şafii de, gazali de. tümü kuranı eğip büküp sonunda gazalici nihilizmi ortaya çıkarmıştır. biz de şimdi aynı şekilde eğip bükeceğiz.

    mesela sizce kuran'da geçen ve "kızlarını cinsel bir obje olarak erkeklere sunan" bir peygamber var mıdır? eğer bir peygamber kızlarını cinsel anlamda başka erkeklere sunmuş ve tanrı buna ses etmemiş ve hatta kuranında bunu övünerek anlatmış ise yani çok afedersiniz gavatlık bile normalse kurana göre; zina ne kadar haram olabilir? bakalım var mıymış:

    hicr suresi 71. ayet: kâle hâulâi benâtî in kuntum fâilîn

    (lüt) şöyle dedi: “eğer düşündüğünüzü yapacaksanız işte bunlar, benim kızlarım.”

    kuranda epeyce anlatıyor aslında ancak özetle hikayeye göre: melekler parlak oğlan kılığında lüt'un evine gelirler. lüt'un köylüsü olan eşcinsel (muhtemelen aktif eşcinsel) erkekler de oğlanların parlaklığını görür ve o oğlanlarla seks yapmak ister. lüt peygamberin evini basarlar. oğlanları çabuk bize ver derler. lüt da bunların oğlan değil melek olduğunu onlara kötü bir şey yaptırmayacağını eğer ille de bir şey yapmak istiyorlarsa lüt'un kızlarını almalarını ve onlarla seks yapmalarını tavsiye eder. işte bu sunma cümlesi yukarıdaki ayette geçen cümledir: eğer ille de yapacaksanız işte kızlarım. "kale" o dedi ki. haulai benati- işte bunlar benim kızlarım. in küntüm failine= ille de bir şey yapacaksanız.

    bu ayetin mealinde islamcılar ayete evlendirmek fiilini ekliyorlar (ayeti eğip büküyorlar):

    diyanet işleri meali: lût: “işte kızlarım. eğer yapacaksanız (onlarla evlenebilirsiniz)” dedi.

    oysa orada hem evlenmek diye bir fiil yok hem de o ayetin öncesinin ve sonrasının birlikte okunmasının sonucu evlenmek diye bir şeyin ortaya çıkmasına imkan yok. yani eğer sapkın köylüler parlak oğlanlarla seks yapmak için değil de evlenmek için lüt'un kapısına dayanmış olsalardı bu meal mantıklı olurdu. "işte kızlarım oğlanlarla değil onlarla evlenin" anlamı çıkardı. ancak köylüler oğlanlarla tek seferlik bir ilişki bir quicky yaşamaya gelmişler. tatlarına bir bakıp gidecekler nikahlı karıları yapmayacaklar. tek istedikleri üç beş dakikalık bir zevk alma seansı. neden nikahlı karısı yapsın oğlanı? o devirde eşcinsel evlilik mi vardı? belki de vardı ancak vardıysa bile ayet açık. diyor ki: eğer yapacaksanız işte kızlarım! ne yapacaklar? seks elbette.

    ayrıca bu ayette diyelim ki lüt "alın evlenin helal yoldan seks yapın, parlak erkek kılığına girmiş meleklerle de zaten seks yapmayın o eşcinsellik ve çok günahtır" demek istedi. acaba köylüler kaç kişiydi? lüt'un kaç tane kızı vardı? köylüler 3-5 kişi değildir herhalde lüt'un da 3-5 taneden fazla kızı yoktur çok büyük ihtimalle. bu durumda köylüler ayette geçen ifade ile "bir şey yapmak için" lüt'un kızları ile evlenip bi şey yapıp (sevişip) sonra boşanacaklar mıydı? yoksa köylülerden birileri kızları alıp evlenip diğerleri eve boş mu dönecekti? dönerler miydi? onlar parlak oğlanları yani melekleri istemeye devam etmezler miydi? böyle saçma sapan kurgu olur mu?

    kimileri de kuranın başka bir yerinden "zina yapmayın ya da evlenmeden sex yapmayın" gibi ayetlerin bu lüt kavmi olayındaki köylülerin seks yapması olayına ön şart olduğunu söylüyor. yani kuranın başka bir yerinde "evlenmeden sevişmeyin" yazıyorsa burada da lüt köylülere kızlarını verse bile evlenmeden sevişmelerine izin vermeyecekti diyor. neden öyle olmak zorunda? ya tam tersi ise? ya bu ayet diğer ayete hükmediyorsa? ya da evlilik dışı seks de kurandaki diğer binlerce konu gibi muallakta bir konu ise? ayrıca köylülerin kaç tanesi ile evlenecek kızlar? yoksa muta nikahını mı işaret ediyor ayet he? lüt'un bir kızı aynı gün içinde birden fazla köylüyle evlenip boşanabilir mi? bir de "işte kızlarım" ne demek? hadi diyelim lüt alın evlenin sonra sevişin demek istedi. "işte kızlarım" ne demek? acaba köylüler hep yaşlı ve çirkin miydi? kızlar köylülerle evlenmek isteyecek miydi? lüt kızlarına zorbalık mı yapıyordu zorla evlendirerek? bir peygamber zorba olabilir miydi? böyle değilse ve eğer işin içine bir de kızların "kendi rızası ile evlenmesi" de lazımdır parametresi girerse olay daha da karmaşık bir hal alıyor. köylüler lüt'un evine parlak oğlan kılığındaki meleklerle eşcinselce sevişmeye gelmişler. ama lüt diyor ki "alın eğer kızlarım da razı gelirse onlarla evlenip sonra sevişin ve melekleri rahat bırakın." ulan niye evi bassınlar o zaman? normal vakitte de eğer lüt'un kzılarının rızası varsa gidip isteyip evlenebilirler.. lüt neden böyle bir şey söylesin o durumda?

    evet eğer kuranı oraya "evlenmek" fiili ekleyerek değil de bu şekilde benim yaptığım gibi eğip bükerseniz islamda sevgililerin nikah dışı sevişmesinin gayet islami bir hareket olduğunu görürsünüz. koskoca peygamber bile kızlarının sevişmesine destek oldu ise biz normal insanların sevişmesinde kötülenecek bir taraf yoktur. oysa gazalici nihilist zihniyete göre sevişmek haramdır ve sevişen kadın kötü kadındır. erkek de kadın da öldürülmeli ya da cezalandırılmalıdır, recm edilmelidir, kuma gömülüp başı taşlanmalıdır, falakaya yatırılmalıdır. freud boş bir adam değildi arakadaşlar ve psikolojiyi cinsellik temelli tanımladı. cinsellik çok büyük, kocaman bir kavramdır. islam toplumları cinsel hastalıklı toplumlardır. islam ülkelerinde taciz ve tecavüz vakaları bitmez. bu toplumlarda yaşayan kadınlar her daim her şeye hazırlık ve tetikte olmalıdırlar. benim islam ülkesinde yaşayan kadınlara naçizane tavsiyem eğer tecavüze ya da tacize uğrarlarsa sonrasında neler yapmaları gerektiğini öncesinde düşünmüş olmaları. tecavüze uğradınız ne yapacaksınız mesela ilk iş? kiminle konuşacaksınız? nereye gidecekesiniz? bunları önceden hesap etmiş olmak elbette pek bir şey değildir ancak allah korusun öyle elim bir olay başınıza gelirse sonrasında belki psikolojik anlamda bir fayda sağlar.

    cinsellik tabusu yıkılıca süper bir toplum mu olacağız? herkes sevişince müthiş bir gelişmişliğe mi ulaşacağız? cinsellik tabusunun yıkılması evlilik müessesine zarar vermeyecek mi? çocuklar "piç" olmayacak mı? boşanma oranları artmayacak mı? herkes birbirine mi gömecek?

    evet belki ahlaki anlamda bunlar da birer problemdir. aile müessesi anne ve baba ile birlikte büyüyen çocuklu toplum elbette daha ideal bir toplumdur. namus ve iffet belki muazzam ahlaki değerlerdir. belki çocukların babasız olmaması ölümcül derecede gereklidir. ancak cinsellik tabusu da bir problem arkadaşlar. cinsellik tabusu kaynaklı tecavüz ve taciz olayları daha da ötesinde tecavüzcünün değil de mağdurun suçlanması da büyük bir problem. tecavüze uğrayanın başına geleni bir kabahat gibi görmek zorunda kalması mesela çok ciddi bir problem. evet genelde listelerde batılı gelişmiş ülkelerde dahi çok ciddi tecavüz rakamları var ancak tecavüz türkiye'de de çok yaygın sadece istatistiklere girmiyor. saklanıyor. üstü kapatılıyor. çünkü tecavüze uğrayan genç kızsa bekaretini kaybetmiş olmakla suçlanacak. eğer evli bir kadınsa toplumdan/yakınlarından belki baskı yiyecek yakınlarının yüzüne bakamama/kendini kirletilmiş hissetme psikolojisine girecek. bu çok büyük bir problem değil mi? tecavüzün ingilteredeki sebeplerinden bana ne? biz kendi ülkemizdeki gerekçeleri merak etmeyecek miyiz? her yılbaşında istanbulun varoş ve müslüman çocukları taksimi doldurup da yılbaşını kutlayan azınlık modern kızların bir taraflarını ellemeye çalışmıyorlar mı? varoş mahallesinde karşı cins yüzü görmeyen gençler daha özgürlükçü ortamlara girdikleri anda fırsatını bulduklarında taciz ve hatta tecavüz olayları gerçekleştirmiyorlar mı? he ya evet hiç etkisi yok islamdaki cinsel yasakların memleketteki taciz ve tecavüz olaylarına. buna kendiniz inanıyor musunuz? neden inanmak istemiyorsunuz? neden kaçıyorsunuz bu hakikatten? neden sorgulamaya cesaret dahi edemiyorsunuz? neden hemen unutmaya çalışıyorsunuz tüm taciz ve tecavüz skandallarını? sizi böylesine umursamaz, unutkan ve meraksız yapan şey nedir?

    bu sorulara cevap bulabilmek için nihilizmi, gazaliciliği ve bu ikisinin kesişimi ile oluşmuş mevcut yaygın gazalici nihilist islam anlayışını gerek tarihsel gerek içeriksel olarak masaya yatıralım:

    islam ve nihilizm kavramlarını bir arada kullanınca normal nihilist adamlardan da tepki geliyor sanırım. şuurla edinilmiş nihilist ideolojiye bir düşmanlığım yok ancak gazalici adamın içindeki nihilizm apayrı bir durum. gazalici nihilizm bu dünyadaki taşı ve toprağı, ağaçı ve yaprağı, anayı ve babayı, evladı ve aşkı, dansı ve mutluluğu, kahkahayı ve keyifle geçen zamanı hissedememektir. gazalici nihilizm fiziksel anlamda hissizliktir.

    antik çağdaki sicilyalı sofistlerden biri olan gorgias'a (m.ö. 380) göre herkesin üzerinde mütabık kalabileceği doğru bilgi yoktur. ona göre aslında hiçbir şey yoktur. bir şeyler gerçekten var olsa ve var olduğu bilinse bile bu başkasına bildirilemez zira var olan şeyin var olduğu göz, kulak ve dokunma ile bilinebilir ancak başkasına aktarılırken gözden, kulaktan ve dokunmadan apayrı bir sistemle çalışan retorikle yani dille bildirilir ve asla bilindiği şekliyle bildirilemez. gözünle gördüğün bir şeyi dilinle ne kadar kusursuz ifade edebilirsin?

    gorgias'a atfedilen dört eser bulunur. bunlar:
    1-on the non-existent or on nature
    2-the apology of palamedes
    3-the encomium on helen
    4-the epitaphios or athenian funeral oration

    georgias'ın on nature isimli ilk sırada saydığım eseri günümüze ulaşamamıştır. o eserin varlığını ve içeriğini mö 2. yüzyılda yaşamış sextus empiricus'un bir eserinden öğrenebiliyoruz. palamedes, helen ve epitaphios isimli eserlerinin kopyaları mevcuttur.

    islamiyetteki kelam tartışmalarının özü olan ontoloji* ve epistemoloji* belki mö. 6. yüzyılda kurulan atina demokrasisinin en başından ve hatta daha da öncesinden mö. 1700'de icat edilen proto sinaic alfabeden, mö. 1050 yılında anadoluyu ve trakyayı kolonize eden iyonyalılardan, yahudi peygamberlerinden, israil krallığını yıkan asur imparatoru şalmaneser'den beri hakkında konuşulan ve üzerine düşünülen bir şeydi ancak sicilyalı gorgias ontoloji ve epistemolojiyi nihilist/hiççi bir tavırla ele aldı. kendisi yunan sofizminin kurucularından sayılır.

    yunan sofizmi ile islam sufizmi... genelde insanlar bu ikisinin birbirine karıştırılmaması gerektiğini telkin ederler. bu ikisi ayrı kavramlardır derler. evet ayrı kavramlardır ancak sofizm ile sufizm kelimeleri arasındaki benzerliğin epeyce ilginizi çektiğinin de farkındayım. sufizm kelimesinin arapçadaki kökü s-v-f (sad-vav-fe) masdar hali savf ve bu kelimenin anlamının ne olduğu meçhul. kimine göre olması gereken kök savf değil arapça duruluk anlamına gelen "safa". kimine göre de yün anlamına gelen "suf". bazıları için ense kökündeki saç, bazıları için sadece bakliyat yiyen bakliyatçılar, kimileri için de ashabı suffe. oysa tasavvuf kelimesinin kökü olan suvf'un etimolojik kökeni arapçaya eski yunancadan girmiş "sophios" yani bilgi kelimesidir. tasavvufun yün, bakliyat, ense kökündeki saç ya da duruluk kökünden türeme şansı yoktur, tasavvufun "bilgi" kelimesinden türemesi kadar normal bir şey yoktur. hele hele tasavvuf yunanca aristo ve platon okunan 9. yüzyıl orta doğusunda ortaya çıktıysa ve bugün gerçek araplar yani suudiler tasavvufu lanetliyorsa böyle olması en büyük ihtimaldir. sufiler ekseriyetle türki ya da türk etkisi ile müslüman olmuş toplumlardır ve bugünkü özellikle sünni islamcı aydın geçinenler tasavvufun yunandan islama geçme bi kavram olduğunu asla kabul etmezler. oysa hemen hemen bütün güzel kelimelerini (mesela rahman ve rahim kelimeleri) hicazın yerel arapçasından değil de isanın ana dili olan aramiceden ve musanın ibranicesinden alan islam aynı şekilde yunancadan da epeyce kelime almıştır. islamın yunanacadan da kelime aldığı bilinen bir gerçektir. mesela kuranda da geçen yunus peygamberin isminin arapçaya aramiceden "yona" diye geçmesi gerekirdi, bütün orta doğu onu "yona" diye biliyordu sadece yunanlar öyle kelimelerin sonuna "s" harfi eklerdi. oysa ilginç bir şekilde yusuf, ibrahim ve süleyman gibi peygamber isimleri doğrudan aramiceden alınırken yunanca incilde geçen "yonas" arapça deyişle "yunus" alınmış kurana. yani yunanca kurana bile girmiştir. bu durumda eski yunancadaki sophios kelimesinden türeyen "sofizm" kelimesi ile arapçadan türkçeye gelen "sufizm" kelimesinin birbirine denk olması sürpriz değildir. ve hatta ikisi de aynı felsefi doktirinin ürünüdür: nihilizim. sürekli şüphecilikle uğraşan yunan sofistleri de bir anlamda nihilisttir; bütün varlığını "gazalinin şüpheciliğine" borçlu olan sufi ehli sünnet islam da benzer şekilde nihilisttir. gazali tasavvuf erbabıdır. gazalinin ehli hadis ekolünden gelen katı metinci hanbeli mezhebi ile eşarici tasavvufunu sentezlemesi nihayetinde ehli sünnet/ sünnilik itikadını doğurmuştur. şimdiki haliyle sünnilik muhammedden yaklaşık 500 yıl sonra "tam haliyle" ortaya çıkmış islam dışı bir dindir; en büyük peygamberi de gazalidir. gerçek islamın ise tam olarak ne olduğu sonsuza dek bilinemeyecektir.

    gorgias'a göre "eğer yokluk varsa bu hem varlığın hem de yokluğun aynı anda var olduğu anlamına gelir. bu durumda varlığın var oluşunu reddetmek gerekir çünkü eğer varlık varsa ya ezelidir ya da sonradan ortaya çıkmıştır; eğer ezeli ise bir başlangıç noktası yoktur ve doğal olarak bir bitiş noktası da olamaz bu durumda varlık hiçbir yerdedir. eğer varlık sonradan yaratılmışsa öncesinde var olan bir şeyden geliyor olması lazım bu durumda sonradan yaratılmış da olamaz çünkü ondan önce de bir varlık vardır ve bu da bir çelişkidir." gorgias bu türde akıl yürütmelerle en son şu üç bilgiye ulaşır:

    1-hiç bir şey yoktur.
    2-bir şeyler var olsa bilse asla bilinemez.
    3-bilinseler bile başkalarına bildirilemezler.

    bu tavır ile bizim tasavvuftaki "sen yoksun" ya da "allahtan başkasında vücut sıfatı yoktur dolayısıyla allahtan başka hiç bir şey aslında yoktur" tavrı aşağı yukarı aynıdır. determinizmi reddeden gazalinin gerçek bilgiye ancak "keşif ve kerametle, evliyanın himmetiyle, rüyada muhammedi görmekle vs. ulaşılır. gerçek bilgi sebep sonuç ilişkileri ile ya da deneme yanılma ile, deney ve gözlemle elde edilemez" tavrı aşağı yukarı aynıdır. platon/aristo kavgası daha sonra idealizm/materyalizm tartışmasına dönüşmüştür. idealizm nedir? insanın bedeni maddedir ve bu dünyaya aittir ancak düşüncesi bu dünya ile uzaktan yakından alakalı değildir, başka ruhsal bir aleme aittir. düşünce madde değildir. materyalizm ise ruhlar alemi diye bir alemin var olmadığnı, bu evrenden başka bir üst evrenin olmadığınını ve her şeyin, düşüncenin bile maddeden doğduğunu iddia eder. işte varoluşu net bir tavırla reddeden gorgias ne idealisttir ne de materyalisttir. gorgias'ın sofizmi tıpkı gazali'nin ya da mevlana'nın sufizmi gibi varoluşu reddeder, mistiktir, idealizmle de materyalizmle de uzaktan yakından alakası yoktur. mistisizmdir yani düpedüz bir dangalaklıktır. mistisizm nedir? gazalinin zihniyetine göre:
    "bu dünyada hiçbir şey salt akılla bilinemez, bir şeyleri sadece ehli sünnet itikadının fıkıh ve akaid alimleri ile müçtehitler bilebilirler, allah onların kalbine bilgiyi keşif ve keramet aracılığı ile verir, beyanım delilimdir. bunun tek şahidi ben ve benim gibi selçuklu hanedanı yalakalarıdır, bizim söylediklerimizin dışında doğru bilgi yoktur, bizim söylediklerimiz size "doğru değilmiş gibi görünse bile" inanmak zorundasınız eğer inanmazsanız dinsiz bir islam düşmanı olursunuz."

    bir insan eğer benliğini ve varlığını reddederse, doğru bilginin kaynağı olarak akıl yürütme, deney ve gözlem, deneme yanılma gibi yöntemleri kabullenmezse içinde bu dünyaya dair en ufak bir heyecan kırıntısı dahi kalmaz, kalamaz. bu insan hastalıklı bir şekilde nihilistleşir. nihilizmin çok daha onurlu halleri vardır. mesela toplumdan/çoğunluktan/yığınlardan tiksinirsin, toplumu hastalıklı bir bakteri yığını olarak görürsün ve bu durumun asla düzelmeyeceğini düşünürsün. elinden hiç bir şey gelmez. bu durumda kendini çaresiz hissedersin, teşebbüslerin her seferinde başarısızlıkla sonuçlanmıştır ve en ufak bir etki dahi yapamadığını farketmişsindir. hissizleşirsin. sadece hissizleşirsin. umursamazsın. hissizleştikçe, umursamazlaştıkça da hiççi olursun, nihilistleşirsin. duyarsızlaştıkça boş verirsin her şeyi. koy götüne rahvan gitsinci olursun. duyguların çok derinlere gömülmüştür artık. yüzeye çıkması ve hatta bir şeyler hissedebilmen ancak bir takım muazzam hadiselerin cereyan etmesi ile mümkün hale gelir. onda bile olması gereken tepkiden çok uzaksındır. onda bile yeterince hissetmezsin. benim gibi ahlaki bir idealizm güden birinin gözünde sen de hastalıklısındır artık. hastalıklısındır çünkü artık hissetmen için yara alman, yara almayı normal görmen gerekir. yara alamyı normal gören adam sağlıklı mıdır? hissetmek yaşamın/canlılığın alametidir. hissetmeyen adamın yaşadığı pek söylenemez. johnny cash'in dediği gibi: i hurt myself today, to see if ı still feel... işte bu nihilizm bizim konumuzla alakasız. bizim konumuzla alakalı olan nihilizm gazalici nihilizm. gazaliyi yakından tanımak için: (bkz: gazali/@skocax) (bkz: #55772494)

    gazalici nihilizme göre bu dünyada kaliteli bir yaşam sürmenin anlamı yoktur. çünkü bu dünya diğer dünyalara göre kıçı kırık bir dünyadır, beş para etmez. gazalici nihilizmin esas doktrini sorgulamazcılıktır. bu zihniyet yaşadığı ülkenin neden bu kadar geri bir ülke olduğunu hiçbir zaman sorgulamaz. çünkü bu dünyaya dolayısıyla da bu ülkeye önem vermez. sorgulamaz çünkü sorgulamaya, üzerinde düşünmeye değer bir konu değildir.

    zübük filminde kasabaya camii yerine hastane yapılmasını isteyen avukat burhan bey'e dinsiz diye bağıranlar gazalici nihilist zihniyetin tohumlarıdırlar. köylerde okul kalmadı artık pek. bütün anadolu köylerini dolaşın okullar ufak gösterişsiz, bahçesi rezalet, kırık dökükken camiiler masraftan kaçınmaksızın en iyi şekilde imar edilmiş, bahçe düzenlemesi yapılmış yerlerdir. hem de okulları devlet yaparken köylü camiiyi kendi cebinden verdiği parayla yaptırmıştır. işte bu tavır gazalici nihilizmin ürünüdür. gazalici nihilizm ülkemizdeki en geniş siyasi tabandır. daha önce ordu baskısıyla sindirilmiş ordunun tasfiyesinden sonra kalıcı şekilde gün yüzüne çıkmıştır. güya futbol ülkesiyiz. almanya da 6.5 milyon türkiye'de 300 bin lisanslı futbolcu var. abd'de nüfusun %68'i yani 216 milyon kişi lisanslı sporcu iken türkiye'de %4'ü yani 3 milyon kişi lisanslı sporcu. avrupa'nın en genç nüfusuna sahip ülkesiyiz ve yaş ortalaması bizden çok çok fazla olan almanya'da lisanslı sporcu sayısı kaç biliyor musunuz? 30 milyon.. evet 80 milyon almanya'nın 30 milyon'u lisanslı sporcu. yav hadi bilim falan haramdı bu topraklarda yüzyıllardır da spor neden yapmıyoruz? bildiniz içimizdeki gazalici nihilizm yüzünden. bu ülkenin başındaki büyük belaların çoğu hep gazalici nihilizm yüzünden. eğitim ortalamamız düşük çünkü gazalici nihilizm yüzünden. bu topraklardan filozof ve bilim adamı çıkmıyor çünkü gazalici nihilizm yüzünden. marka yaratamıyoruz emeğimizin katma değeri yok ekonomimizi toparlayamıyoruz çünkü gazalici nihilizm yüzünden.

    1950 yılında türkiye'de kişi başı gelir 200 dolar japonya'da 135 dolar kore'de ise 60 dolar. 1950 yılında japonya dünya tarihinin en büyük savaşından tarihin en büyük bombasını yiyerek çıktı, kore bir iç savaşın eşiğindeydi türkiye ise 30 yıldır savaş yüzü görmemiş bir ülkeydi. peki 50-60 yılda ne oldu da bugün japonyanın, güney kore'nin kişi başına düşen milli gelirleri türkiye'nin 3 katı? bu soru 1996 yılında istanbul'da bir seminere katılan samuel huntingtona ishak alaton tarafından sorulmuş. huntington'ın cevabı: toprak reformu, eğitim sistemi ve ihracat odaklı akıllı ekonomi politikaları ancak huntington yanılıyor. bu sorunun cevabı bütünüyle kültürde yatıyor. dünya tarihinde akıl yolu ile gelişmiş bir tek islam ülkesi yok. siyasal güç elde edenlerin tümü askeri kabiliyetle yaptı bunu. islam ülkelerinin kültürlerinde ciddi sıkıntı var. türkiye'nin geri kalmasının sebebi gazalici nihilist zihniyet. kuzey kore'nin geri kalmasının sebebi artık kültürüne işleyen ve kimliğine dönüşen diktatorya. ülkeler/halklar/milletler kültürlerinden ve kimliklerinden dolayı geri kalırlar. bugünün türk kültürünün en büyük porsiyonu gazalinin ihya isimli kitabındaki öğretilerden oluşur. türk islam sentezi omurgasını selçuklular zamanında inşa etmiştir ve selçuklu tarihinin en büyük kültür dizaynırı gazalidir. gazalici nihilist zihniyet bu şekilde oluşmuş osmanlı yıkılana dek 800-900 yıl hemen hemen tüm arap alemine de hakim olmuştur. islam ülkeleri gazalici nihilizm yüzünden adaletsizlikten ve geri kalmışlıktan kurtulamazlar. kurtulmaları mümkün değildir. bu yüzden japonya gibi ahiret inancı olmayan toplumlar bile gelir dağılımında en eşitlikçi ülkeler arasındayken türkiye gibi müslüman ülkeler oecd ülkeleri arasında sondan ikincidir. müslüman ülkelerde petrol şeyhleri, yeşil sermaye kodomanları fakirleri böcekler gibi ezmektedir. fakirleri hayvanlar gibi boğazlamakta, açlığa mahkum etmekte, etinden sütünden köküne kadar hayasızca faydalanmaktadırlar çünkü islamın kapitalizme ya da moderniteye dair öngörüleri olmamıştır. geleneksel islam ve modern dünya birbiri ile çelişmektedir. güya müslüman adam eşitlikçi olur, aynı safta namaza durur, oradaki temel felsefe herkesin eşit olduğudur ve islam zekat aracılığı ile gelir dağılımı eşitsizliğine çare bulur. hani nerede o? ateist adamların basit bir sistemle ve ortalama ahlakla elde ettiği eşitlik bile islamın ekonomik çözümlerinden daha ahlaklı. arap dünyasında hala her her iki kadından biri okuma yazma bilmiyor. suudi arabistan'da kız öğrenciler için okullar 1950 yılından sonra açıldı. suudilerin 30 milyona varan nüfusları için sadece 500 tane halk kütüphaneleri var ve bu kütüphanelere 2006 yılına kadar kadınlar giremiyordu danimarka'nın nüfusunun %5'i müslüman ve bu müslüman kitle danimarka sosyal yardımlarının %40'ını alıyor. 200 milyonluk pakistan'da 80 milyon okuma yazma bilmeyen müslüman yaşıyor. suudilerin ihracatlarının %97'sini petrol oluşturuyor. petrolü çıkarsan somaliden farkları yok yani. dünyanın en fakir ülkelerinden olan somali ve sudan da müslüman ülkeler bu arada. islam dünyasındaki problem sizin tahayyüllerinizin çok çok ötesinde. islam dünyası acınacak, ağlanacak, yığınları dinden çıkaracak kadar kötü durumda.

    2008 yılında ölen samuel huntington bir yazısında medeniyetler arasındaki farkların temelinde yatan şeyleri şöyle açıklar: singapur'da polislerin şüphelendikleri herkesi anında dururup uyuşturucu testi yapma yetkisi vardır. bu sayede singapur uyuşturucu ile abd'ye göre çok daha etkili şekilde mücadele edebilir. singapur'da geceleri güvenle sokaklarda yürüyebilirsiniz. abd ise tersine polisin makul şüphe gibi bir bahane ile hiçbir bireye durduk yere uyuşturucu testi yapabileceği bir yer değildir. abd' de seyahat özgürlüğü vardır ve bu çok önemlidir, uyuşturucu ile mücadeleyi zorlaştırsa da geceleri sokakta yürümeyi tehlikeli hale de getirse bireycilikten ödün veremez abd. bir polisin yoldan geçen birini durdurması ve ona test yapmaya teşebbüs etmesi düşünülemez bile. yani singapur'da kolektivizm abd'de ise ferdiyetçilik/bireycilik vardır. aynı durum islam ülkeleri için de geçerli. islam ülkelerinde de kolektivizm vardır; toplumun faydasına/ genel faydaya neden olacaksa bireyin haklarından taviz verilebilir düşüncesidir bu. bu iki farklı medeniyet böyle net çizgilerle birbirinden ayrılır. huntington bundan sonrasından bahsetmez. bahsetmesi uygun da olmaz. yoksa adı ırkçıya ya da faşiste çıkar. ancak ben bir islam ülkesi vatandaşıyım ve bundan sonrasını ben anlatayım.

    eğer bireycilikten/ferdiyetçilikten taviz verecek olursanız o yolda denetim yapan polise muazzam yetkiler vermiş olursunuz. mesela o polis sokakta gördüğü ve düşman olduğu birini durdurup tutuklayacak güce erişir. oysa abd'de bu mümkün değildir. abd'de polis yolda gördüğü birini durduramadığı gibi eğer gerekçeli şüphe ile birine test yaptıysa bile sonraki aşamalarda sistem işler ve adalet olabildiğince sağlanır. singapur'da sistem değil şahıslar vardır. abd' de ise sistem vardır. sistem buz gibi tarafsızdır şahıslar ise zoraki taraflıdır. abd bireyin özgürlüğüne dokunmaz onun yerine uyuşturucu ile mücadeleyi farklı yollardan halletmeye çalışır. mesela pablo escobar olayı gibi eğer uyuşturucu kolombiya'da bir kaynaktan ülkeye yayılıyorsa bütün teknik gücüyle escobar'ın peşine düşer. yoksa polise muazzam yetkiler verip de vatandaşı mağdur etmek pahasına uyuşturucu ile mücadele etmek zaten en kolay olanıdır. bütün polisleri barlar sokağına sal savcılıktan özel izin almaksızın ne zaman isterse önüne geleni zorla durdurup arasın.

    bu tartışma sonunda şöyle bir soru ile yüz yüze geliyoruz:

    bütün dünyanın ortak bir şekilde kabul edebileceği genel evrensel değerler var mıdır?

    elbette vardır: bireycilik bunlardan biridir. bir diğeri yeteneğe saygıdır. hukukun üstünlüğü, sekülerizm, yasalara saygı, demokrasi, çoğulculuk, azınlığa karşı eşit tutum, "öteki" olana empati, düşünce özgürlüğü, aydınlara saygı, aydınlara ekstra özgürlük, insan hakları, sivil devlet...

    burada mesele singapur'da polisin yaptığı şeyin bütün sistemi al üst ettiğini görebilmek. polisin bir insanın özgürlüğünü belli bir süre için de olsa kısıtlayabilmesinin asla ve kat'a evrensel bir değer olamayacağını kavramaktır. huntington yukarıda saydığım değerleri "batılı değerler" olarak tanımlıyor ve bunların magna carta'dan itibaren rönesans, reform ve mezhep savaşları, 1648 vestfalya barışı, fransız devrimi, aydınlanma çağı ve sanayi inkılabı yaşamış protestan/katolik batı avrupaya ve onlar tarafından kurulmuş diğer kıta devletlerine ait olduğunu iddia ediyor. konfüçyüsçü/ortodoks/latin özellikle de müslüman toplumların bu değerleri öylece hazıra konarak kazanamayacaklarını söylüyor. huntington doğru söylüyor aslında. ortodoks/latin/konfüçyüsçü toplumları bilemem ancak islam ülkeleri özellikle bireycilik ve kanunun üstünlüğü, sekülerizm gibi evrensel değerleri çok çok zor elde edebilir. sebebini de ben söylüyorum: gazalici nihilist zihniyet yüzünden. gazalici nihilist zihniyet kültüre daha da önemlisi kimliğe işlemiştir. bugün avrupa'daki "belalı türk" algısının yegane sorumlusu budur. bu zihniyet türklere dünya üzerinde saygın bir millet olma şansı vermemektedir. türkler bu zihniyetten olabidiğince çabuk kurtulmalıdırlar. geçenlerde youtube'da bir videonun altında denk geldim sırplar, arnavutlar ve hatta boşnaklar birbirleri ile tartışıyorlar ve birbirlerine "türk" diye hakret ediyorlar. yahu tamam biz türküz kimliğimizi, milliyetimizi böyle hakaret kelimesi olarak kullananlara tavır alalım da bir yandan da sorgulayalım neden bizim kimliğimiz balkanlarda bir hakaret sıfatı olarak kullanılıyor bugün?

    dünya üzerindeki en büyük iki toplumsal ve kitlesel deneyden biri sosyalizmi tecrübe eden sovyetler birliği diğeri ise laikliği tecrübe eden müslüman türkiye cumhuriyetiydi. günümüz itibari ile iki deney de fiyasko ile sonuçlanmıştır. sosyalist sovyetler yıkılmış; laik tükiye cumhuriyeti ise islamcı diktatoryaya dönüşmüştür. islam neden laiklikle ya da sekülerizmle birlikte var olamıyor? hayır islam var olabiliyor. bunun örnekleri var: kazakistan, türkmenistan, kırgızistan, tataristan, başkurdistan. bu bağımsız ve federal ülkelerin tümü ekseriyetle müslüman nüfus içeren ülkeler. ve bu ülkelerde laiklikle ilgili bir problem yok. siyasiler din üzerinden propaganda yapmıyorlar. çünkü yapsalar da alıcıları olmaz. elbette bu saydığım ülkelerin tümü rusya destekli kukla rejimlerden ve diktatörlüklerden oluşuyor. bunun gerekçesi de sovyet sosyalizminin toplumların demokrasi kültürünü geliştirememiş olması. ancak bu ülkeler evrensel değerlerden en azından birini edinmişler: laiklik. kimse kimseyi gece üçte sokakta olursan tecavüzü elbette hak edersin diye suçlamaz bu yerlerde. din hayatın çimentosu değildir. birileri her şeye dinle cevap vermeye uğraşmaz. inançlıdırlar ancak dini hayatlarının en önemli kavramı haline de getirmezler. bu adamlar müslüman kalarak gazalici nihilizmden arınmışlardır. demokrasiyi ve hukuku işletememelerinin gerekçeleri başkadır. bir toplum gazalici nihilizmden arındığı anda müthiş demokratik ve adaletli olacak diye bir iddiam yok. benim iddiam müslüman toplumların en büyük sorununun bu zihniyet olduğu. bundan kurtulup başka bir şeyleri de başarırlarsa ancak demokratik ve adaletli gelişmiş medeni bir topluma dönüşebilirler. kolay iş değildir medeni olmak.

    türkiye'de ise gündem hep dindir. başını nereye çevirsen dini görürsün. okullar din eğitimi verir. imam hatipler eğitim sistemimizin ciddi bir damarına dönüştü artık. diyanet vardır ve camilere, diyanet personeline milyar dolarlar harcanır. işte gazalici nihilist adamın en net tanımı budur: vergilerinden diyanete ayrılan bütçeden rahatsız olmayan adam gazalici nihilist adamdır. diyanete ayrılan paranın ne işe yaradığını bir kez bile sorgulamamıştır. çünkü bu adamlar hissizdirler ve sorgulamazlar. bu yüzden nihilisttirler.

    nietzsche'nin felsefesinin temelinde güç istenci* diye bir kavram yatar. bu evren güç istencidir. evrenin her anı bir fotoğraf karesidir ve evrendeki her şey fotoğraf karelerinde farklı konumlar alarak farklı kombinasyonlar oluşturur. birbiri ardına gelen iki fotoğraf karesi arasındaki farkın sebebi evrendeki güç istencidir. fotoğraflar arası bir akış* vardır. tek bir noktada güç olmaz. gücün oluşması için en az iki farklı noktaya en az iki farklı varlığa ihtiyaç vardır. bütün evrende tek bir insan olsaydı bu insanın gücü var diyemezdik. eğer iki insan varsa bunlar arasında bir ilişki vardır ve ilişki olan her yerde güç ve değer vardır. ve bu iki insandan biri daha güçlüdür. diğeri de ondan daha güçlü olmak ister. bütün canlılar daha güçlü olmayı isterler. evrim de güç istencine uygun şekilde çalışır. evren de aynı ilke ile çalışır. evrenin her fotoğraf karesi bir öncekinden daha fazla güç istencine sahiptir. maddesel, evrensel, enerjik; her şey ve hatta ahlak bile. ahlak bile güç istencine uygun çalışır. gücün olduğu yerde zoraki olarak ortaya çıkan değer ahlak denen mefhumu ortaya çıkarır. ancak inançlar ve ideolojiler bu ahlakı bozarlar. böylece ilişkinin, erdemin bizzat evrenin yapısının bozulmasına neden olurlar ki bu da nihilizmi ortaya çıkarır. nietzsche, nihilizmin içinde sonuna dek yaşadığını ve onu aşmayı başardığını iddia eder güç istenci isimli kitabında. ona göre güç istenci bu dünyada insanlar için iki tür ahlak doğurur: köle ahlakı ve efendi ahlakı. köleler güçsüzlüklerini unutmak ya da güçsüz oldukları düşüncesini bastırabilmek için bir ideaya, tanrıya, inanca tutunurlar ve bu onları nihilist yapar. bizim toplumumuzda tutunulan bu dal geleneksel islamdır. eğer evrenin bir amacı olsaydı şimdiye kadar bu amaca ulaşmış olmalıydı. evren bir akıştır. her parçacık, her molekül, her insan bu akışın bir parçasıdır. bu akış güç istenci prensibine göre akar. nietzsche hırisityanlıktaki iffetlilik halinin aslında cinselliğin kısıtlanması, iyiliğin aslında zayıflık, itaatin aslında nefret edilen birine teslimiyet ve bağışlama erdeminin de aslında intikam alabilecek güçte olamamak olduğunu, tüm hıristiyanların bunun farkında olduğunu, buna rağmen ikiyüzlü bir şekilde sanki güçleri yetse intikam alabilecekleri birinden yani onları sonu gelmez bir kaosun içine terk eden tanrıdan intikam almaya kalkışmayacaklarmış gibi itaatkar erdemli bireyler şeklinde davranmaya devam ettiklerini, rol yaptıklarını söylemiştir. tanrının ölmüş olması nietzsche için davul zurnalarla kutlanacak bir şey değildir aslında. din insanların ağır bir yük olan varoluşla mücadelesinde faydalı bir araçtı önceden ancak tanrı artık öldü. o ölmemiş gibi davranmak onun öldüğünü görenler için sadece kendilerini aptal yerine koymak olur. dinden arda kalan boşluk bir şekilde doldurulmalıdır ve bu boşluk için önerilebilecek en büyük aday kültürdür. kültür; sanat, felsefe, müzik, spor, edebiyat gibi kavramlardan oluşur. yani kültür islam dünyasında pek olmayan, zayıf şekilde var olan, tarihsel geçmişi güçlü olmayan şeylerdir.

    12. yüzyılda japonya'da yazılan genji'nin hikayesi ilk roman 1605 yılında cervantes'in yazdığı dok kişot ise ilk batılı romandır; islam dünyasındaki ilk edebi roman şemseddin sami'nin 1872 tarihli taaşşuk-ı tal'at ve fitnat isimli eseridir, arapça yazılmış ilk roman mısırlı yazar muhammed haykal'ın 1912 tarihli zeynep isimli romanıdır. farsça ilk modern roman 1936 yılında yayımlanan kör baykuş'tur, 1910 yılında mirza khosravi ile başlayan nesir akımının gerçek bir romana dönüşmesi kör baykuş'un yazarı sadık hidayet'in muazzam başyapıtına kısmet olur. doğu kültürleri için roman yabancı bir akımdır ancak roman güzel bir şeydir de aynı zamanda. avrupa'da 400 yıldır var olan romanın müslüman ülkelere 1872, 1912, 1936 gibi tarihlerde gelmiş olmasının sebebi nedir?

    ehli sünnet itikadının ana damarı olan hadis el yazmalarının resim ve insan tasviri gibi sanat türlerini haram sayması uygurlar döneminde muazzam freskler çizebilen türklerde resim sanatının karikatürlerden hallice olan minyatürlere evrilmesine neden olmuştur. minaytürden tuvale geçiş dönemi osmanlılar için yani bütün bir islam dünyası için lale devrinde avrupa etkisi ile istanbul'da gerçekleşmiştir. profesyonel anlamda kayda değer yağlı boya tabloların çıkışı ise 19. yüzyılın sonlarına denk gelir. hoca ali rıza, şeker ahmet paşa, osman hamdi bey, süleyman seyyid ve ibrahim çallı gibi ressamlarımız artık iki boyutlu minyatürlerin ötesinde perspektifi ve derinliği de olan üç boyutlu gerçek sanat eserleri çizmeye başlamışlardır. meraklıları türk resim sanatının bu ilk güzide eserlerini ankara devlet resim ve heykel müzesinde görebilirler.

    islamda tıpkı ana meselesi ve en büyük sermayesi kadın erkek ilişkileri yani "aşk" olan edebiyat gibi, ana meselesi "bu dünya" olan ve bu dünyadan keyif almak olan müzik de yasaklanmıştır. türklerin bir kısmının tarihsel anlamda ehli sünnet islama geçmemesinin ve alevi olarak kalmasının en büyük gerekçelerinden biri bana göre orta asyadan getirdikleri bağlamadır, sazdır, telli çalgılardır. telli çalgılar islam fıkhında, ehl-i sünnet fıkhında, hanefi fıkhında toptan haram ilan edilmiş. işte sünniliğe göre sahih hadisler ve mezhep içtihatları:

    *zil şeytanın müzik aletidir. müslim,37/129
    *ümmetimden müzik enstrümanlarını helal sayanları allah kahredecek. buhari/74/16
    *şarkı söyleyen kadın köleleri alan ya da satan, ya da kadın kölesine şarkı öğreten, söyleten allahın yolundan sapmıştır. tirmizi, 5/44/3195
    *imâm-ı a'zam ebu hanife'ye göre eğlenmek için çalınan tüm çalgılar haramdır. (el-merginânî, el-hidâye, ıv, 80)

    yukarıda muhtelif paragraflarda anlattığım üzere türklerde ya da müslümanlarda spor, sanat, edebiyat ve müzik gibi kültürü oluşturan en temel kavramlar gelişmeye olanak bulamamıştır. bu durum müslümanlarda bir kimlik buhranına dönüşmüştür. kültürü olmayan bir toplum eğer tanrısını da terk ederse "ben kimim, benim kimliğim nedir?" sorularına nasıl cevap bulacaktır? bu sorulara cevap bulmak belki istisnalar için olmasa da ekseriyet için gereklidir. bu noktada nietzsche'nin bahsettiği nihilizm başlar. ardında inancından başka kültürü olmayan ve kimliğini, özünü kaybetme, kimliksiz kalma korkusuna kapılan insanlar inançlarına daha fazla sarılırlar. bu da sekülerizm, hukukun üstünlüğü, bireycilik gibi evrensel değerlerin bu tür toplumlara işleyebilmesine engel olur. japon, çinli, hintli gibi diğer medeniyetlerde de vardır bu ancak özellikle müslüman ülkelerde "insan hakları emperyalizmi" kavramı daha bir yaygındır. insan hakları emperyalizmi: yani "batı dünyaya insan haklarını evrensel değerlermiş gibi göstererek doğuya zarar vermeye çalışıyor" düşüncesi. batı doğuya zarar vermek isteyebilir, ancak evrensel değerler ve insan hakları gibi temel kavramlar da vardır, bunlar batının doğuya zarar vermek için kullandıkları şeyler olsa da hak şeylerdir olmasa da hak şeylerdir. insan hakları bildirgesinin ilk maddesi haktır. diğer maddeleri de haktır. bunların hak olduğuna dair düşüncemizin temeli de aklımızdır. çünkü biz insan hakları bildirgesinin ilk maddesinde yazılı olduğu gibi tüm insanların eşit olduğunu düşünüyoruz. bunu akıl yolu ile buluyoruz. buna rağmen islamcılar evrensel değerlerin haklığını reddederler. bunu da çok ilginç komlo teorileri aracılığı ile yaparlar. sekülerizmin doğulu bir kavram olmadığı ve batının sekülerizm aracılığı ile doğuya zarar vermeye çalıştığı düşüncesi mesela. ya da bireycilik kavramının avrupaya ait olduğu ve doğuluların bireycilik diye bir şeye ihtiyaç duymadığı düşüncesi. yani doğulu, özellikle müslüman toplumlar aslında evrensel değerlerin var olmasının imkansız olduğunu iddia ediyorlar. peki bu doğru mudur? bireycilik/ferdiyetçilik gerçekten de bir evrensel değer değil midir? onun yerine bazıları kolektivizm/toplumun genel faydası ve bazıları bireycilik yapsa yine iyi bir şey olmuş olur mu? bunun cevabını bugünün dünyası biz doğulu insanlara çok acı bir şekilde veriyor ve bizim insanlarımız bunu hala daha algılayamıyor. en iyi arabaların alman arabaları olmasının arkasındaki gerçeğin bireycilik ve sekülerizm olduğunu bir türlü kavrayamıyor. düşünce özgürlüğünün, aydınlara daha fazla özgürlüğün ve yeteneğe saygı kültürünün batı dünyasını son 400 yılda dünyanın hakimi yapmış olmasını bir türlü kabullenemiyorlar ve hatta bu hakimiyeti tesadüflerle açıklamaya çalışıyorlar. çünkü bunu kabullendikleri zaman islamda olmayan bireyciliğin, düşünce özgürlüğünün, sekülerizmin evrensel değerler olduğunu da kabullenmiş olacaklar. bunu kabullendikleri zaman yaşadıkları islam türünün onlara zarar veren bir şey olduğunu da kabullenmiş olacaklar.

    "türkiye'nin alnındaki tarihinin en büyük kara lekesidir bu" diyor yaşar kemal madımak katliamı sonrası yaptığı konuşmada. "bu kara lekeyi sileceğiz ama utançtan başka ne kaldı elimizde? 36 tane yazarını yakan ülkeden hayır gelir mi?" diye de devam ediyor. gazalici nihilizmin bir diğer tanımı da "din elden gidiyor" söylemine anında refleks gösteren, çok kolay manipüle edilebilen, katliam yaptırılabilen adamdır. siyasete malzeme olarak birilerinin peşinde dolanan ve "müslüman türkiye" diye bağıran her adam gazalici nihilist zihniyetin ürünüdür. eskiden bu adamları halı altına saklardık. saklayabilecek gücümüz vardı. kimseye göstermezdik. saklar ve yokmuşlar gibi davranırdık. arada çorum katliamı, maraş katliamı gibi durumlarda bütün varlıkları ile belirir ve kendilerini gösterirlerdi. artık saklayamıyoruz. bütün dünyanın gözünde ışidi destekleyen, islamcı, köktendinci, bir tanecik uçak bile üretemediği halde dünyaya kafa tutan bir bal porsuğu, aciz, acizliğinin farkında olamayacak kadar cahil bir toplumdan müteşekkil, uzak durulması gereken, dost edinilmeyecek bir ülke konumuna geldik.

    gazalici nihilizm bize bu kadar zarar veriyor. peki gazalici nihilizmden kurtulunca ne olacak? geriye ne kalacak?
    geriye kalan boşluğu lokal kültürümüzün gelişmeye ve aydınlanmaya engel teşkil etmeyen parçası (ki bu konuda türklük ve anadoluluk sentezi kültürlerimizle epeyce şanslı olduğumuzu düşünüyorum) ile evrensel modernite değerleri dolduracak. dünya medeniyetlerden müteşekkil: çin medeniyeti, hint medeniyeti, arap medeniyeti, türk-islam medeniyeti, güney asya, latin, ortodoks ve batı medeniyeti. bunların içinde 7 milyarlık dünyanın temel ihtiyaçlarına cevap verebilen tek medeniyet batı medeniyeti. bu medeniyetten başka uçak üretebilen yok. bu medeniyetten başka bir milyon nüfuslu şehirleri doyuracak, onlara barınma sağlayacak, onların bir arada yaşamalarına olanak verecek değerleri bulacak başka bir medeniyet yok: bir tek batı medeniyeti var. zaten çin ve japonya, arap dünyası ve hindistan bugün sahip olduğu nüfusu, binaları, eşyaları, bilimi, teknolojisi tümü batı medeniyetine ait. batının ürünü olan bir tek elektrik bugün yok olsa çok kısa sürede dünyada belki milyarlarca insan ölür. batı medeniyetinin ne olduğunu buradan anlıyoruz.

    gorgias'ın nihilizmi islamda gazali ile apayrı bir boyuta geçti. -bilgiye, bilime, akıla güven olmaz- ikisinin de temelinde bu doktrin vardır. gazali bu ortak tutumdan bilgiye, bilime, akıla güven olmaz onun yerine evliyaya ve müçtehite güven olur anlayışı ile ayrılır. gazalinin nihilizmi gorgiasınkinden çok daha beterdir. gorgias en azından evliyaya güven olmayacağını da bilirdi; gazali ise doğru bilginin mutlak kaynağı olarak evliyaları ve müçtehitleri gösteriyor. bu durum nietzsche'nin de belirttiği köle ahlakında olduğu gibi insanları kendi akılları ile evliyalar ve müçtehitler arasında yaptıkları tercihte "güçsüz" konuma itiyor. insanlarımızın tümü umutsuz ve güçsüz, evliya karşısında, mürşid karşısında, müçtehit karşısında kendisini güçsüz bir toz zerresi olarak görüyor. bütün doğrularını, bilincini ve şuurunu daha da ötesinde kimliğini, özünü; daha güçlü olduğunu düşündüğü bir noktadan, bir organizmadan, bir şeyhten elde eden insan köle ahlakına sahip olur, güçsüz olduğunu fark ettikten sonra artık tek derdi güçsüz olduğunu unutmaya çabalamak olur. bunu yapabilmek için de nihilist, hissiz, heyecansız ve idealsiz olur. gazalici nihilizm de kökte buradan ortaya çıkıyor işte.