güllaç

  • bu tatlıyı kötüleyen, bu tatlıya söven, bu tatlıyı dini bir obje olarak gören, olumsuz herhangi bir eleştiri yapan herkes ılıktır, selam verilmez, mesnetsizdir, önyargılıdır…

    bu tatlıyı on milletten insana, bir dolu dosta, arkadaşa, kolu ve komşuya tattırmış birisi olarak bir tane olumsuz dönüş almadım. bu tatlı hayatınızda yiyebileceğiniz en hafif ve mide dostu tatlıdır. (içeriklerine hassasiyeti olanlar hariç)

    bunu sevmeyen adamın en sevdiği tatlı muhtemelen, motor yağında yapılmış kerhane tatlısıdır.

    mütevazı olmayacağım; öyle güzel yaparım ve yemesini öyle çok severim ki! düşündüm de, bu sevgime zıt olarak ramazanda yemek hiç kısmet olmamış. her ne kadar ramazana özgü lanse edilmiş olsa da ben 12 ayın sultanı olarak görüyorum.

    t; geleneksel türk tatlısı.

  • sütlü a4 kağıdıdır, üstünü cevizle süsleyebilirsiniz.

  • maaşımı yeni almıştım. markete girip sucuk ve beyaz peynir aldım. kasaya doğru giderken güllaç gördüm. paketlenmiş, evde yapmalık kuru güllaçtı. anacığımın yaptığı güllaçtan yemeyeli epey olmuştu. gurbetteydim 2 yıldır, dışarıda da hiç yememiştim. ramazandır dedim, yüksek fiyatına rağmen hemen aldım.

    evde torbaları boşaltırken güllacımı gördüm, mutlu oldum. yemekten sonra sıra ona gelecekti. ancak paketi okurken farkettim; malzemeleri almayı unutmuşum! süt, gülsuyu, tozşeker, hiçbirisi yok evimde.

    ertesi gün almaya karar verdim.

    okuldan sonra çok yorulmuştum; türk marketi yerine evimin yanındaki alman marketine gittim. yanıma listeyi almayı unutmuşum; zaten gülsuyu da yoktur alman marketinde.

    eve gittim; güllaç kutusunu dolabın en üst rafına koydum. garip bir mutluluk hissettim.

    sonra sınav haftası başladı; sabaha kadar ders çalışıyor, acıkınca hazır pizza yapıp, dinleniyor, ve ders çalışmaya devam ediyordum. arada güllaçla gözgöze geliyor, güllacı sınavlar bitince kendime vereceğim bir hediye olarak görüyor, için için seviniyordum.

    sınavlar ve ramazan bitti; arkadaşlarımı çağırdım eve. tüm malzemeler hazırdı; birisi gülsuyu, diğeri fındık getirmişti; toz şeker ve süt bende vardı. sütü ısıtmak için ocağı açmaya yeltendiğimizde farkettik; haftalardır hiç kullanmadığım ocak arızalıydı. sadede hazır pizzaya yüklenmek, okuldaki sınavlarımı geçmeme yardımcı olmuş, ancak ev erkekliği ve obezite sınavlarından kalmama yol açmıştı.

    güllacı o gün de yapamadık, tekrar dolabın üst gözüne yerleştirdim. bir şekilde sevinmiştim olmadığına, alışmıştım dolaptaki o umarsız, mütevazi varlığına.

    dönem tatilinde türkiye'ye geldim. anneme güllaç yapması için yalvardım. annem güllacın ramazan tatlısı olduğuna, aynı pide gibi, ramazan dışında yapılmasının geleneklere aykırı olduğuna dair sosyolojik bir ders verdikten sonra sonra beni sütlaçla teselli ederken, babam da eliyle "çok lezzetli" anlamına gelen parmakları birleştirme hareketi yapıp "ramazanın gülü, gülü" diyerek annemi destekliyordu.

    almanya'ya dönünce ilk iş, dolabı açıp güllacım orada mı diye baktım. sanki nereye gidecekse, orada duruyordu.

    ertesi hafta iş için başka bir şehre gidecek, 1 ay orada kalacaktım. artık bol bol vaktim olur, orada yaparım diyordum. ancak giderken o telaşla yanıma almayı unuttum.

    bir mevsim daha geçti. sonra 2 yıl daha. her dolabı açtığımda vicdan azabı gibi bana bakıyordu güllaç. hızla dolabı kapatıyordum, son kullanma tarihine daha vardı ve elbet yapacaktım o güllacı.

    bu şekilde tam 3 sene geçti, okul bitti. evden taşınma vaktim gelmişti. eski eşyalarımın hepsini arkadaşlara verdim. buzdolabında ve dolaplarda yarım kalan gıdaları da komşulara dağıttım. güllaç hariç.

    güllaca sarıldım, öptüm, kokladım. plastik bir kutunun içindeki nişasta yufkasıyla ne kadar duygusallık yaşanabilirse, o kadar duygusallaştım. ve apartmanın önündeki çöp bidonuna attım güllacı.

    o gün bugündür, her güllaç yiyişimde aklıma gelir o hazır paket. hüzünlenmem de. 12 mark vermiştim, ona yanarım. keşke arasına kıyma falan koyup börek yapsaydım.