firuzağa'daki beyaz t-shirt'lü linççi

  • firuzağa'daki beyaz t-shirtü linççi kim aslında biliyor musun?

    kadıköy'den 12a'ya binen yetmişbeş yaşlarındaki, gözleri görmeyen, karadeniz'li "nine"

    birileri yardım etti binmesi için. oturttular. oturur oturmaz başladı kendi şivesiyle. oğlu bir rus kızı sevmiş. başı açıkmış, kısa etek giyiyormuş. rus-türk farketmezmiş, başı açık ve açık giyinen kadınların-kızların hepsi orospuymuş. cehennemde yanacaklarmış. üzerlerinde beyaz gömlek ve boyu diz kapaklarında klasik, kumaş etek olan ve konuşmalarından üniversitede öğretim görevlisi oldukları anlaşılan iki kadından biri diğerine "dayanamıyorum ben, inicem. iki durak var zaten, yürürüz..." dedi ve o sıcakta indiler arkadaşıyla. "bana bak" dedim kadına "bu otobüste başı açık, etek giymiş, bir sürü kadın var. hepsi birinin evladı, eşi, sevgilisi, kardesi vs. sen bu insanların hiçbirine orospu diyemezsin. asıl orospu senin gibilerin çürümüş, hain, saldırgan, kokuşmuş beyni. ya şimdi sus. ya da ben seni kolundan tuttuğum gibi aşağı atarım, nereye gideceğini de göremez, layığını bulursun. " sustu. otobüsten bir "allah'ın kulu" da kalkıp, "ne diyorsun ulan sen, yaşlı başlı kadına?" da, "doğru söylüyo adam, yeter ulan, bu ne, sıçarım sizin götten uydurma, namusunuza" da demedi. ölmüş herkes. korkudan, umursamazlıktan, "aman bana bulaşmasın da" dan ölmüş. bir millet ölmüş.

    firuzağa'daki beyaz t-shirtlü o linççi, ses çıkarmadığın, "cumaya" gitmiyorsun diye, ofiste senin hakkında yarım ağız homurdanıp, kendi gibi karanlık zerzevatı gizliden provake eden iş arkadaşın.

    benim askerden arkadaşım şuayip meselâ. askerliğimiz boyunca elinde dini kitaplar, sürekli "islam şöyle, namus böyle, cehennem, cennet vs" diye dolandı bu ahlaksız. konya'lıydı. askerliğimizin bitmesinden üç-dört yıl kadar sonra bir gün, başakşehir-taksim otobüsünde geldi yanıma oturdu. hiç haz etmezdim şuayip'ten ama sonuçta vardı ve benim onu sevip-sevmemem üzerinden değerlendirilecek değildi var olup, olmaması.

    selamlaşma, nereden gelinip, nereye gittiği, istanbul'da ne işi olduğu konuşulurken "benim iki kız var da başakşehir'de. onlara geldim" dedi. evli ve dört çocuk babasıydı bu askerkende biz. çocuklarına geldi sandım. yabancı uyruklu, iki ayrı kadınla para karşılığı seks için arada geliyormuş istanbul'a...

    o an nevrim döndü. kalktım ayağa, bütün otobüse, "bu pezevenk var ya" dedim "bu şerefsiz..." anlattım. indi otobüsten. arkasından homurdandı, yuhaladı insanlar. 2007 yılıydı. bu kadar sessiz değildik henüz.

    firuzağada'ki beyaz t-shirtlü o linççi. hepimiziz. biz sustukça, riya içinde olmaktan, ona yaşlı, buna anne, ötekine patron, komşu vs diye ses çıkarmadıkça daha çok sıçacaklar ağzımıza.

    ve aslında hepsini biz yapmış olacağız.

    sesimi çıkarmadığım her durumda, "firuzağa'daki beyaz t-shirtlü linççi" benim !!!

    ve olan en masumlara oluyor benim yüzümden çoğu zaman. kadınlara, çocuklara, gençlere...

    yaşlı diye, kör diye, "nine" diye gibi zavallı ve samimiyetsiz bahanelerle susturulmayan, güya, hoşgörü gösterilen bu kafadaki pis insanlar ve çıkarttıkları o beyaz t-shirtlü.

    edit: imlâ