fetö yüzünden harbiye'nin son günü atılmam

  • artık yazma zamanı geldi.
    komşuların, akrabaların ya da iş arkadaşlarımın sanki senelerdir oradaymış ve olayları bizzat yaşamış gibi yaptıkları “sen de yapmışsındır bir şeyler ya!”, “askeriye zor tabii disiplin herkesin yapabileceği bir şey değil”, “ yok be abi o kadar fetullahçı yoktur ya abartıyorsun” yorumlarını duymayacağıma emin olduğum için. konuştuğumda inanmayan gözlerle karşılaşmayacağım için.

    2 koca yıl boyunca her düşündüğümde midemde kelebeklerin uçmasına neden olan askerlik mesleğine, 2005’te askeri lise sınav sonuçları açıkladığında bir adim daha yaklaşmış olmamın yasattığı mutluluğu kelimelerle anlatabilmem imkansız. kuleli’de girdiğim mülakatları geçip son basamak olan sağlık muayenelerine gittiğimde, ‘s1 spina bifida’ ve ‘sol maksillerde mukosal kalınlaşma’ teşhisiyle elendiğimi öğrenince yaşadığım hayal kırıklığını anlatamamam gibi. ama o kadar istiyordum ki asker üniforması taşımayı, “sol maksillerdeki mukosal kalınlaşmayı” ameliyat ile aldırıp havacı olamasam da, karacı ve denizci olabileceğimi öğrendiğim anda yaptığım ilk iş aileme yalvarıp ameliyatı olmak oldu. doktor bana “en az 2 gün yatacaksın burada” deyip odayı terk ettiğinde anneme ‘akşam buradan gidiyoruz yarın benim itiraz muayenelerine gitmem lazım’ dedim. akşam eve vardığımda her kafamı aşağı eğişimde oluk oluk akan kana aldırmadan eskişehir ve ankara’ya itiraz muayenelerine gittim. en sonunda askeri öğrenci olabilir raporunu aldığımda kalbimin yerinden çıkacakmışçasına atışını dün gibi hatırlarım.

    lisenin intibak kampı için ailemin beni vapura bırakıp, boyumu aşan bavulumla beraber vapurda giderken, vapurdaki amcanın “geldin artık heybeli’ye oğlum, inmeyecek misin?” diye sorduğunda birisinin beni asker olarak görmesinin gururunu hala bu satırları yazarken tebessümle yaşıyorum. ılk gecemizin ardından uyanıp yataklarını acemice yapan vatanına adanmış ve vatan toprağının dört bir yanından gelmiş çocukların “abi sen de bu gece ağladın mı?” diye birbirlerine çekinerek sorduğu sorular yine yüreğimi dağlıyor. yurdun dört bir yanından gelmiş bu çocuklar, gerçekten de askeri liseyi tercih etmeseler, türkiye’nin en güzel liselerinde okumaya yetecek puanları kazanmış altın gibi çocuklar. benim puanım kabataş erkek lisesi’ni kazanmaya yeterken tercih bile yapmadım, çünkü asker olacaktım. başka yolu yoktu!

    deniz lisesi’nde okurken, öğrencilerin birbirlerine nasıl kenetlendiğini ve silah arkadaşlığının ne demek olduğunu öğrendim ben. arkadaşlarını satmamak için geceler boyu uykusuz kaldığımızı, birisi hata yaptığında kimin yaptığını söylemeyip saatlerce esas duruşta bekletildiğimizi, beraber çektiğimiz çileleri ve yine beraber göğüslediğimiz zorlukları; o küçücük yüreklerimize sığdırdığımız o büyük türk askeri sorumluluğunu bu 4 senede öğrendim. deniz lisesi’nde okuduğum 4 sene içerisinde sadece bir defa savunma aldım. onu da bölük komutanım sinirli bir ifadeyle “güvendiğimiz dağlara kar mı yağdırıyorsun buğra?” diyerek teslim etti. çünkü ben geleceğin parlak subayları arasında gösterilen, hem dersleri hem de disipliniyle ön plana çıkmış ve kendi devresi içerisinde “bu çocuktan deniz kuvvetleri komutanı olur” denilen 3-5 öğrenciden birisiydim. yazın yapılan askeri eğitim kamplarda dereceler elde ettim, defalarca onur belgesi aldım, okulun yönetiminde söz sahibi olan sınıf teşkilatında “öğrenci binbaşı” rütbesiyle kendi sınıfının sorumlu öğrencisi görevini yaptım.

    deniz lisesi öğrenim hayatım boyunca bölük komutanlarımız tarafından ziyaret ettiğimiz bütün birliklere benim de içinde olduğum “parlak” öğrenciler protokol görevlisi olarak katılırdı. öyle ki 18 yaşıma geldiğimde kuvvet komutanları ile aynı masada yemek yeme şerefine erişmiş, kokteyllerde genelkurmay başkanıyla tanışma gururunu yaşamış bir öğrenciydim. lise mezuniyet töreninde 2.lik ödülümü alırken, anne ve babamın ismini törene katılanlar arasında okuttuğumda onlara yaşattığım mutluluk ve benim boğazım parçalanırcasına sağol diye bağırıp diplomamı komutanın elinden aldığım ana şahit olmaları her şeyden çok gururlandırmıştı beni. bu gururu unutmayın, çünkü birazdan anlatmaya başladığımda yaşadığımız yıkımı anlamanıza yardımcı olacak.

    gelelim benim için kabustan farksız harp okulu’nda geçirdiğim 4 koca yıla. göğsünde yalnızca vatan sevgisi olan beni vatanına küstüren, yapılanları hatırladığımda öğürdüğüm vatan hainleriyle dolu olan 4 yıl. özgüveni yüksek, temsil kabiliyeti ve asker duruşu örnek gösterilen benim, hiç olmadığım bir hale bürünmeme neden olan 4 yıla.
    harp okulu’ndaki ihaneti öncelikle kategorize etmek gerektiğini düşünüyorum. birinci kategori, disiplin yönünden öğrenci alay komutanlığı bünyesinde görev alan subaylar tarafından sistematik olarak gerçekleştirilen disiplin puanlarının kırılması. ikinci kategori, dekanlıkta bulunan belirli öğretim elemanı kadrosundaki görevlilerin kasıtlı olarak öğrencilerle uğraşması ve bunun sonucunda sınıfta kalmalarına neden olması, 2 kere sınıfta bırakılan öğrencilerin okulla ilişiğinin kesilmesi. üçüncü kategori de fetöcü öğrencilerin kullanılması. bu öğrencilerden sınıf arkadaşlarınız sizi ispiyonlama, yıldırma gibi görevler alırken, üst sınıflardan görevli bölük komutanları tarafından “seçilmiş” teşkilat öğrencileri, fişlenen öğrencilerin üzerine gidip ceza vermekle görevlendirilmişlerdir.

    benim yaşadıklarım genellikle birinci ve üçüncü kategori olarak tanımladığım bölük komutanı subaylar ve öğrenci bölük komutanları tarafından yapıldı. ilk cezamı alma sebebim, öğrenci bölük komutanı tarafından tabura geç kaldığım öne sürülerek verildi. kendisine saatimi gösterdiğimde benim saatime göre tabura vaktinde geçtiğimi, onun saatine göre 15 saniye geç kaldığım için ceza almam gerektiğini söyleyen kişi yüzünden. kendisiyle konuşup böyle bir nedenden ötürü ceza almak istemediğimi, örnek öğrenci olarak ideallerim olduğunu anlattığımda ise “ilk cezanın günahı olmaz” diyerek savuşturdu başından beni.
    harp okulu’na girdiğinizde size 120 disiplin puanı verilir. sıfır puan ve altına düşen öğrencilerin disiplinsizlik sebebiyle okuldan ilişiği kesilir. 1. sene 116 puan kırdırarak 4 puana düştüm. 2. sınıfa geçerken kırdırdığım puanların 3/4 ü geri geldi ve 2. sınıfa 91 puanla başladım. 2. sınıf sonunda 1 puana düştüm. 3. sınıfa geçerken kırdırdığım puanlarımın 2/3 ü geri geldi ve 3. sınıfa 61 puanla başladım. 3. sınıfa geçerken 60 puanım kırıldı ve yine 1 puana düştüm. 4. sınıfa başladığımda 31 puanım vardı ve en sonunda atıldım.

    nasıl mı?

    “eşitlik adalet demek değildir” yazısını a4 kağıda basıp yatakhane katımıza asan bölük ve tabur komutanları ve ağzından salyalar akarcasına üzerimize saldıkları öğrenciler tarafından. kendinden olmayanlara ayrımcılık yapacaklarını açık açık gözümüze sokarak. yavaş yavaş... sindire sindire... psikolojimi alt üst etmeye and içmişçesine üzerime oynandığımı anladığımda her şeyin mükemmel olmasına özen göstermek amacıyla saatimi gözüm kapalı 10-15 dakika erkene aldım; saatin kaç olduğunu bilmeden tabura erken geçebilmek için. kendime kontrol listeleri hazırladım; sabahları arkadaşlarımdan yarım saat erken kalkıp en ufak detayı atlamadan yatakhanemi düzgün bırakıp kimsecikler yokken tek başıma tabura geçebilmek için. arkadaşlarımı tembihledim yanlış yaptığım herhangi bir şey için beni sert dille uyarmaları için. ne yaptım ne ettim yine de ilk senenin sonunda 116 puanımın kırdırılmasının önüne geçemedim.

    “eşitlikten, adaletten” bahseden bölük komutanları, yasaklı yayın olup olmadığı kontrol edilen kitaplara koydukları “uygundur” yazısını, görmedikleri ingilizce türkçe sözlük için bana 3 hafta sonu ceza verdiklerinde düştüm 4 puana. 3 hafta sonu cezası demek, aileni ve sivil hayatı 26 gün görememek demek.

    4 puanla yazın gemi ile yapmış olduğumuz seyirde okul hayatım boyunca yaşadığım ihanetlerden birisiyle karşılaştım: bir gece öncesinden dört dörtlük hazırladığım kıyafetlerimin değiştirilip yerine kirli olanların konulduğunu görünce okuldan atılacağımı iliklerime kadar hissettim. bugün hala benim kardeşim saydığım insanların şahitliklerine inanmak zorunda kaldıkları için bana ceza veremediler. ama elbiselerimi değiştiren ve yerine kirlileri koyan insanlara ne oldu? araştırıldılar mı? tabii ki hayır.

    okula tutunmak için sebebim vardı, derslerimin iyi olması. akademik olarak 2. sırada olduğum için kendi okuyacağım bölümü seçebilecektim. 2. sınıf boyunca aldığım saçma sapan cezaları bugün okuduğumda hala gülüyorum. sınıf arkadaşlarıma derslerim iyi olduğu için ders anlatırken, üst katımızda bulunan kendi sınıf “arkadaşım” bayanların beni rahatsız oldukları neden gösterilerek rapor etmeleri... spor çantasının fermuarı açık diye aldığım 2 hafta sonu cezası... odamızda boş olan ve kimsenin kalmadığı yatağın pikesinin yıkamaya vermemekten 1 hafta sonu cezası... fişlenmiş öğrencilerin standart görevi olan ve görevlendirilen öğrenciler tarafından kasıtlı olarak dağıtılan bavul odalarının düzenini sağlayamadığım için 1 hafta sonu cezası... ne zaman üye olduğumu hatırlamadığım forum sitesine üyeliğim nedeniyle sosyal paylaşım sitelerine üye olduğum gerekçe gösterilerek aldığım ceza... dolabımdaki sivil elbisenin içerisinde unuttuğum (haftalarca izne çıkamadığım için kullanmadığım sivil elbiselerim) 50 liradan fazla para bulundurma cezası, gibi saçma sapan şeylerden ötürü okulda hapis hayatı yaşıyordum. öğrenci teşkilatında görevli bölük komutanı öğrenci, yüzüme gülüp benimle ilgileniyor gözüküp sürekli olarak ceza veriyordu. kendi sınıf arkadaşlarım odamı terk ettikten sonra yatak dolap düzenimi bozuyor ve düzenimin bozuk olduğu bahane edilerek ceza almam sağlanıyordu. yatak dolap düzenimi benim haricimde arkadaşlarım defalarca kontrol etmesine rağmen bunlar oluyordu. bir gün sınavdan erken çıkıp, yatağımı bozuk bulduğumda yatakhanede en son bulunan öğrencinin kim olduğunu öğrendim. yatakhaneyi terk edip geri dönmem arasında yalnızca bir saat vardı. yatakhaneden en son çıkan öğrenci ile bölük komutanımın odasına gittiğimizde, bu öğrenci kapıyı benim üzerime kapatıp içerde bölük komutanıyla görüştü. “ben senin odandan çıktığımda yatağının düzgün olduğunu söyledim” demesine rağmen bölük komutanıyla konuşurken yanında olmamı istememişti. bölük komutanlarından yatakhanelerde bulunan kameraların yatakhanede olmadığım 1 saatlik dilim için incelenmesini istediğimde çok meşakkatli bir iş olduğu öne sürülerek teklifim reddedildi. kapıyı yüzüme kapatıp bölük komutanının odasına giren sınıf arkadaşım, son sınıf olduğu dönemde alt sınıflara kan kusturan teşkilat yapılanmasının içerisinde en önemli görevlerde kendisine yer bulacaktı.

    ailemi göremiyor ve her cezalı kaldığımda gördüğüm muamele ve yine görevlendirilen öğrenciler sebebiyle sürekli ceza alarak ardı arkası gelmeyen cezalı kalmalara maruz kalıyordum. hayatımda ilk kez artık dayanamadığımı ve intihar edip kurtulmam gerektiğini düşündüğüm dönemler 2.sınıfıma denk gelir. hayatını vatanına ve milletine adayan ve uğruna ölmek için yemin ettiğim kutsal değerlerim dururken intiharı düşündürdüler bana. asker olmayı düşündüğünde midesinde kelebekler uçuşan bana!

    3. sınıfta yine dereceye oynuyordum; sınıf 3.sü oldum, performansım sanıyorum ki bu olaylardan ötürü düştü. ama durmuyordum sürekli okuyup cezalı olduğum müddetlerde kendimi geliştiriyordum, çünkü lise sıralarında matematik öğretmeni tarafından tahtaya yazılan “bize aptal subay da lazım” sözünü kendime yediremiyorum. bu sözü duyan biz askeri lise öğrencilerinin, öss sınavında ancak barajı geçebilen öğrenciler baş tacı yapılırken okuldan atılmasını içime hala sindiremiyorum.
    yaşadığım olaylara geri dönecek olursak, alay sancağı nöbeti görevimi yapabilmek için gece saat 02:00’da kalkmam gerekiyor. bu yüzden yatakhane nöbetçisine beni 01:30’da kaldırmasını rica eden notu nöbetçi masasına bırakıyorum. gece tam 02:00’da uyandırıldığım için nöbete geç kalıyorum ve ceza alıyorum. sebebi ne biliyor musunuz? bir hainin, benim yazdığım post-it notu söküp çöpe atması! notu çöpte bulduğumda “saat kurup kendin kalkman gerekiyordu, bu bahanelerin arkasına sığınamazsın” dediler. üzerimize saldıkları fetöcü öğrenciler, her türlü baskıyı bizden reva görmedikleri için üniformaya yakışmayan şekilde beni kendi sınıf arkadaşlarım ve ast sınıf öğrencilerinin önünde yarım saat boyunca aşağılayıp, sonunda yaptıklarına karşı tepkimi sessiz kalarak vermemin üzerine herkesin önünde “sanıyorum sende bir salaklık var algılayamıyorsun” şeklinde 200 kişinin önünde bana hakaret ettiklerini hayatım boyunca unutamayacağım. unutamayacağım çünkü sinir krizi geçirip yumruklarımı sıkıp o üst sınıfımın gözlerinin içine bakıp hırsla soluk aldığımda yaptıklarının farkına varıp hiçbir şey söyleyemeden beni odama yolladılar. odama gidip camı kapatıp attığım, avazım çıktığı kadar attığım çığlık ve duvarları yumrukladığım an, okul hayatım boyunca kontrolümü yitirdiğim tek andı. tabi ki kullarının ceza almaması için olayın üstü örtüldü ve bana bunu yapanlar ceza almadılar. o sene 2012 yılı mezunu teşkilatlar dışında bir de cezalı taburlarında teşkilatmış gibi davranan hainler türedi. amacı, cezalı olan bizim daha da ceza almamızı sağlamaktı.

    4. sınıfa da güç bela geçtikten sonra artık sadece subaylar kalmıştı ve benim okuldan mezun olacağıma inancım tamdı, ancak hala ceza almaya devam ediyordum. son sınıf benim hayatımda yaşadığım en berbat yıldı. ihaneti iliklerime kadar hissettiğim, çaresizliğim karşısında defalarca yıkıldığım yıl. 2013.
    önce okulda yaşanan hırsızlık olaylarını üzerime yıkmaya çalıştıkları için, ne olduğundan habersiz bir şekilde sabah saat 7.30’dan akşam saat 5’e kadar bölük komutanı odasında alıkonuldum. tuvalet ihtiyacımı gidermek için kontrollü bir şekilde götürülüyordum. kendilerine ne olduğunu sorduğumda cevap alamıyordum. bu halde saatlerce küçücük odada hiçbir şey yapmadan saatlerce bekletildikten sonra hukuksuz sorguya çekildim. tabur komutanları, istihbarat subayı ve bölük komutanı beni alıp, kamera görüntülerini gösterip “olay saatinde oradan geçiyorsun, bak! sen yatakhane nöbetçisinin dikkatini dağıtmaya çalışmışsın, kendisi itiraf etti. diğer sorguya aldığımız arkadaşların da senin çetenin başı olduğunu söylediler. görüntüler de bunu ispatlıyor. suçunu kabul et.” dediler. saatlerce böyle bir şey yapmadığımı, bana böyle bir suçu isnat edemeyeceklerini anlatmaya çalıştıkça hukuki terimlerle ve altını doldurmaya çalıştıkları hikayeyle beni suçladılar. rahatsız bir sandalyenin karşısında bir yarbay bir binbaşı ve iki yüzbaşı tarafından sorguya çekildim. günlerce utancımdan ve sinirimden kimseyle konuşamadım. “artık korkuyoruz, ne olur anlat biz de bilelim” diyen oda arkadaşlarım, kendileri suçsuz oldukları halde sırf benle oda arkadaşı oldukları için defalarca mağdur bırakılan ve pkk/dhkp-c’li olmakla dahi suçlanan ve beni yaşadığım onca olaya karşın asla yalnız bırakmayan kader arkadaşlarım, olmasaydı belki de günlerce yaşadığım şoktan çıkamayacaktım.

    tüm bu olayların etkisini atlatamadan, cezalıyken kimliğimin tespiti için yanında bulundurmam gereken askeri kimliğim, okul sınırları içerisinde birisi tarafından çalındı. olayı ceza alacağımı bilmeme rağmen rapor ettim, çünkü kimliğini kaybetmenin cezası vardı yönetmelikte. ancak ceza almadım. buna seviniyorken bir gün istihbarat subayı tarafından bölük komutanının odasına çağrıldım ve bana “çiçek pasajında hafta sonları geçiriyor musun?” diye sordular. içimden “izne çıkarsanız belki düşünürdüm ama malumunuz çıkamadığım için orası neresi daha bilmiyorum” diye geçirirken, istihbarat subayına orasının neresi olduğunu dahi bilmediğimi ve hiçbir şekilde orada bulunmadığımı belirttim. o anda elime bir adet zarf uzattı. zarfın içinden çıkan kağıtta ise “buğra kimliğin bizde. eğer 1000 lirayla çiçek pasajına gelmezsen olacaklardan biz sorumlu değiliz!” yazıyordu. kendi okul sınırlarım içerisinde kaybettiğim kimlik, bana isimsiz mektup olarak geri dönüyordu. son olarak bunların beni sinirlendirip kavga etmekle görevlendirdikleri 2 öğrenci beni kendi bölük komutanları nöbetçiyken alıkoydular. saatlerce özür dileyip yeter artık dememe rağmen “özürle kurtaramazsın böyle kolay kurtulabilir misin?” deyip seslerini bölük komutanına duyuracak kadar çok çıkartacak kadar ileri gittiler. bunu bugün hala içinde vatan sevgisi taşıdığına sonsuz inancım olan arkadaşlarım “canını mı alacaksınız çocuğun, yeter basıp gidin artık” demesiyle kovuşturduğunu zannederken, bölük komutanı ses çıkaranları odasına çağırdı. ben gitmedim, çünkü gitsem ceza alacağımdan emindim. beni koruyup kollayan ve “sınıf arkadaşlığı” kavramını lisede öğrenen arkadaşım benim yerime gitti. ama esas hedef ben olduğum ve o iki şeref yoksunu insan yüzünden ispiyonladığım için saatlerce bölük komutanının odasında 4 sene içerisinde pek çok defa yaşadığım “sen asker olacak niteliklere sahip değilsin, ama zeki bir çocuksun. sivil olsan dışarıdaki insanların yüzde doksanını sollarsın. ayrıl! mutlu olacaksın.” tarzında konuşmalara bir kere daha şahit oldum.
    gelelim final haftasının son gecesi olan olaya. bilgisayar kullanmanın o zamanlar yasak olduğu deniz harp okulu’nda, gemi inşa projemizi yetiştirebilmek maksadıyla bize tahsis edilmiş bilgisayar laboratuvarının anahtarını alıp akşam 8’den sonra çalışmaya başladık. gece saat 1 de server’in kendini resetlemesi neticesinde o ana kadar grup arkadaşımın yapmış olduğu tüm çalışmalar kayboldu. yazın sıcağında artık kendimizden geçmiş halde onlarca saatlik emeği tekrardan inşa etmeye çalışırken saat 5 oldu. arkadaşlarımdan birisi telaşla laboratuvara geldi ve nöbetim olduğunu söyledi. o kadar çalışma arasında nöbetimin olduğu aklımdan çıkmış. beni sözde arayan ve durumumun kritik olduğunu bilen, aynı zamanda sonradan öğrendiğim kadarıyla başka ast sınıf arkadaşlarımın da ayrılmasında rol oynayan öğrenci beni odamda bulamadığını, bizimle beraber gemi inşa laboratuvarında çalışan gemi inşacı arkadaşlarıma sorup bilgisayar laboratuvarlarına geldiğini, ancak bize tahsis edilmiş gemi inşa laboratuvarında olduğumu bilmediğini, yerime nöbet tutması için kaldırdığı arkadaşlarımdan kimsenin bunu kabul etmediğini söyleyip nöbet jurnalini boş bıraktığını açıkladı. saçmalıklar silsilesi anlayacağınız.
    denizaltı filosu komutanı olma hayalim, atılmamın 3 hafta öncesinde, en çok korktuğu şeyin ne olduğu sorulan doğru düzgün cevapladığım psikoloji testi yüzünden yok edilmişti. arkadaşlarımdan bu testi “patates kızartması yerken üzerine ketçap sıkılması” şeklinde cevaplayanlar bile vardı. teslim ettiğim testi teslim etmediğim öne sürülerek hava harp okulu psikoloğu beni özel mülakata çağırdı ve nevrotik kişilik bozukluğu teşhisi koydu. yaptığım itiraz için gittiğim kara harp okulu’nda, girdiğim mülakatta durumu izah edip denizaltıcı olma hayalimi anlattığım doktorun, meslektaşım diyorsa doğrudur deyip beni dinlemedi.

    asker buğra uzun kollu üniformasını, 3 temmuz 2013 tarihinde, atılıp atılmayacağına karar verilecek olan disiplin kuruluna çıktığında giydi son kez. 8 senedir gururla taşıdığım üniformayı jilet gibi ütüleyip disiplin komitesinin karşısına çakı gibi çıktım. kendini savun dediklerinde başımdan geçen olayları anlatıp bu olayları hiçbir şekilde hak etmediğimi söyledim. daha sonrasında karar verilmesi için dışarı çıktım ve benimle beraber subay olmasına 1 ay kala aynı kaderi paylaştığım 4 arkadaşımla beraber hakkımızdaki kararın verilmesini beklemeye koyulduk.

    atıldığımı öğrendiğim an kendimi kurul odasından dışarıya nasıl attım hatırlamıyorum. 8 senedir gözü askerlik dışında başka bir meslek düşünmemiş ben, subay olma hedefime 1 ay kala atıldım; 44 gün oda hapsi cezası çekip 53 hafta sonu izinsizlik cezası ile hapis hayatı geçirdiğim okuldan. tarih boyunca en çok disiplin puanı kırdıran öğrenci olup, beni okuldan atan hainler tarafından okula yeni gelen öğrencilere “dersleriniz hiç önemli değil. isterseniz 4 kredi yapın bu okulda disiplinsizseniz atılırsınız” diye örnek gösterilerek.

    denizaltıcılar kurtulamayacaklarını anladıklarında kefeni olsun diye uzun kollu beyaz üniformasını giyer. görev yaparken üzerimde kefenim olmasının hayalini kurduğum bu üniforma, benim hayallerimin ve hayatta başarmayı arzuladığım tek şeyi ötelere götüren kefen oldu o gün. hüngür hüngür ağladım; hıçkırıklarımı yutmaya çalışırken içten içe daha da sarsılarak. boğazıma oturan öküzü yutmaya çalışarak. o gün benimle beraber atılan sınıf arkadaşım sarıldı bana, bölük komutanlarının birinin önünde “bırak ağlamayı, sevindirme şunları” diyerek. okuldan çıktığımda annemi aradığımda nasıl paramparça olduğunu, eve gittiğimde sesinin kısıldığını ve konuşamadığını gördüğümde yaşadığım kaybolma duygusunu hissetmeye, o ilk paragrafta annesinin adını okutup gururlandıran beni anlamaya çalışın.

    http://i.makeagif.com/media/7-16-2016/llkdia.gif

    gıf’e iyi bakın. 2. sınıfta 90 puanımı kıran bölük komutanı. darbe günü deniz harp okulu komutanını alıkoyan vatan hainlerinden birisi. bunu facebook’a yüklediğimde sevinçten beni arayan onlarca atılan ve ayrılan arkadaşım oldu. telefonu açtığımızda birbirimizle konuşmuyorduk sadece kahkaha atıyorduk mutluluktan. artık hakkımızı savunabilecektik, derdimizi anlatabilecektik çünkü.

    bu hainin yakalanmasından 3 gün sonra yine hüngür hüngür ağladım, hindistan’da olan ve o gün bana sarılan arkadaşıma mesaj atarak. çünkü biz, bu vatanın evlatları, daha atıldığında bu hainlerin karşısında güçlü duramamış ve kendi halkına doğrultulan silahların karşısına geçememiştik. biz sesimizi duyuramamış, derdimizi anlatamamıştık. ve ben 14 yaşında yüreği, askeri öğrenci olmasına karar verdiği çanakkale belgeselindeki eşsiz kahramanlıklara duyduğu hayranlıkla çarparken, mücadele etmekten yılmıştım. atıldığım gün, orada, ağlayıp acizliğimi kabul etmeme ağladım.
    3.72 kredi ile akademik olarak bitirdiğim harp okulu’ndan, subay olarak başbakan tarafından onurlandırılacakken, eğitim hayatımın son gününde aldığım ceza nedeniyle atılarak sadece gemi inşa ve gemi makineleri mühendisliği diplomasını alabildim. yine aynı vatan hainleri, beni terörist belleyip kendi arkadaşlarımın mezuniyet töreninde dahi gururlanmama izin vermediler.

    sivil olmaya alışma sürecim ciddi anlamda çok zor oldu. hayata başlarken 5 sene içerisinde ödemem gereken 90 bin liralık tazminat borcu yüklendi omuzlarıma. transkriptimde “disiplinsizlik nedeniyle ayrılma” yazmasını ve harp okulu döneminde yaşadıklarımı izah edemeyişim nedeniyle itibarımı kaybettim. her şeye rağmen türkiye’nin savunma sanayi alanında en güzel işlerine imza atan gemi inşa ofislerinden birisinde ar-ge mühendisi olarak çalışıyorum. itü’de yüksek lisans yapıyorum ve tez konum hala gönül bağımı koparamadığım deniz kuvvetleri ile alakalı.

    sözlerime benimle aynı duyguları hisseden ufuk arkadaşımın sözleriyle son vermek istiyorum:

    sonuç olarak belirtmek isterim ki, ben ve benim gibi mobbingle, psikolojik baskıyla, yıldırma politikalarıyla ayrılan birçok arkadaşım, ve en önemlisi hepimizin bilincinde olduğu bir gerçek var:

    vatan savunması yapmak için üniformaya ihtiyacımız yok. yeter ki kalbimizde ve zihnimizde olsun...

    not: bu entry arkadaşım buğra'nın ricası ile girilmiştir. umarım benim de ona ve onun gibi bu örgüt tarafından mesleklerinden edilmiş yetenekli insanlara bu şekilde bir yardımım dokunabilir ve bir daha olmaması için dersler çıkarılabilir.h