evrenin sanal gerçeklik simülasyonu olması

  • evren sanal gerçeklik simülasyonudur kanıtlıyorum

    bunu ben değil ernest rutherford isimli dahi bilimadamı söylemekte ve hatta kanıtlamaktadır.

    bu başlık altında elimden geldiğince halka açık kanıtlar, deepweb dosyaları, kapalı shell ile erişim sağlanan closed library belgeleri ve kendime ait ingilizce->türkçe çeviriler ile sizleri aydınlatmaya çalışacağım.

    kısaca bahsetmek gerekirse, yaptığı atom altı deneyler ile, maddenin aslında var olmadığı, zihnin kendini 4 boyutlu bir uzayda var olduğuna nasıl inandırdığını kanıtlayan rutherford, evrenin matrix benzeri bir yapıya sahip sanal gerçeklik simülasyonu olduğunu kanıtlıyor.

    kendisi dışında yetiştirdiği öğrencilerinin bile bilim dünyasında köklü değişimlere sebep olduğu bu bilim adamının araştırmalarını okudukça, hayata bakış açınız kökten değişecek.

    paylaşımlar arasında sizi biraz bekletebilirim. elimdeki belgelerin tasnif ve sunumu çok zor. zira en basit anlatımda dahi çok zor algılanan bu teoremi sizlere herkesin anlayacağı şekilde sunmaya çalışacağım.

    ernest rutherford 1937 yılında öldüğünde arkasında devrim yaratan bir atom modeli bıraktı. mevcut şartlarsa devam eden ıı. dünya savaşı ve bilimin tüm kaynaklarının silahlanmaya ayrıldığı bu dönemde, rutherfor modeli pek fazla ilgi görmedi.

    günümüzde, bilim dünyasının %90'ı rutherford'un çalışmalarının derinliğinin henüz farkında değil. geri kalan %10 ise bu çalışmaların sadece küçük bir kısmını yorumlayabildi.

    rutherford, yaptığı deneylerde maddenin aslında var olmadığının kanıtlarını ilk olarak ortaya çıkaran kişi olarak tarihe adını yazdırdı. madde gerçek olmadığı için, kainat, evren ve yaşamında mutlak gerçeklik tanımına uymadığını, bu yüzden yaşadığımız ortamın bizim için oluşturulmuş sanal bir simülasyon olduğu kanısına vardı.

    rutherford aslında ilk olarak atom altı parçacıklarını inceledi. hatta bu çalışmaları ile nobel ödülü kazandı.

    ödülü aldıktan sonra, çalışmaları için gerekli finansmanı sağlayabildi, bu sayede çalışmalarının kapasitesini genişleterek, atom altı parçacıklarının davranışlarını daha derinlemesine incelemeye başladı.

    alfa ve beta ışınları ile atom altı parçacıklarını adeta bir bombardımana tuttu, asıl amacı parçacıkların ritmini değiştirerek atomda oluşacak bozulmalar ve sonuçlarını incelemekti. atomu oluşturan parçaların ritmi, ahenki ve uyumu değiştiğinde atomun kendisinde de bir değişiklik bekliyordu.

    ama çok farklı birşey oldu...

    atom altı parçacıkları rutherford'un tahmin ettiğinin çok daha fazla tepki gösterse de atomda öngörülen değişimler gerçekleşmiyordu. atom altı parçacıklarının bu ahenk bozan ritmini sting denilen sicim kuramına tabi parçacıklar bir şekilde geri düzenliyordu.

    modern çağın yazılım uzmanları iyi bilir, yeni nesil yazılımlarda debuggin özelliği ile, yazılım içerisindeki zararlı kodlar, yeni bir kod bloğu tarafından müdahale edilerek düzeltilir.

    aynı insan vücudundaki antikorların zararlı bakterilere savaş açması gibi.

    atom altı için bu hiçte mantıklı değildi.

    matrix filminin senaryosunun yazarina baktiginizda the wachowski kardesler imzasini gorursunuz. ama senaryonun asil sahibi sophia stewarts dir. gectigimiz senelerde wachowski kardeslere karsi surdurdugu davasini kazanan sophia’nin haberi medyada pek yanki bulmadi.

    peki kim bu sophia? sophia stewarts, rutherford’un ogrencilerinden douglas ınggie ile uzun sureli bir ask yasamis, her ne kadar bu ask evlilik ile bitmese de sophia, douglas’in teorilerinden derinlemesine etkilenmistir.

    matrix rutherford’un teorisi uzerine sophia tarafindan yazilmistir. bu senaryonun ham hali uzerine wachowski kardesler neo be trinity karakterini ekleyerek, ham hali felsefik olan senaryoyu aksiyon filmine cevirmislerdir.

    peki ham senaryoda neler yazmaktaydi? neden ham senaryo tutulmadi? ıste tum soru isaretleri burada basliyor

    sophia’nin amaci teorinin tarihe gomulmesini engellemekti.

    senaryoda insanlarinbir simulasyon icerisinde yasadigi utopik bir dunya ve agir elestiriler ile bu dunyayi olusturan tanri kavrami ele aliniyordu.

    matrix senaristleri bu senaryoyu aslinda oldugu gibi alip eklemeler ve populer kulture uygun objeler ekledi. matrix filmini izleyenler neo ile tanri’nin konusmasini dinlerse ne dedigimi daha iyi anlayacaktir.

    peki rutherford a gore bu teori mattix ile birebir uyumlu mu?

    hayir. rutherford aslinda algimizin gerceklik olgusuna gore evrenin var olmasinin imkansiz oldugunu anlatiyor. simdi size bu teodriyi basitlestirerek anlatmaya calisacagim

    yasam, ölüm, doğru, yanlış, zaman.

    bu teoriyi irdelemek icin bu 5 olguyu ele alalim. dogru ve yanlis yasanilan cevreden edinilen bilgiler dahilinde yasam surecinizde gelistirdiginiz olgulardir.

    size insan oldurmek yanlistir denilmeseydi, oldurmek yanlis olmayacakti. simdi bu metaforu cebimize koyalim.

    olum ve yasam. 4 buyuk din tarafindan dunyanin bir sinav oldugu ve bu sinavin anlamlandirilabilmesi icin bir baslangic bir de bitisi olmali. bu bilgiyi de cebimize koyalim.

    zaman, insanin hayatini daha rahat yasamasi icin kendi olusturdugu bir olcu birimi midir? yoksa evrenin 4. boyutu mu? bu soru da cebimizde dursun.

    peki ya madde? yukarida belirttigim her cumlenin kesin cevabi olmazken, hicbir sekilde net cizgileri cekilemezken, neden madde kesin bir olgunluk tasir? birseyin mutlak var olup olmadigini algilamak istiyorsaniz, madde ile mi ilgilenirsiniz yoksa yukaridaki goreceli kavramlar ile mi?

    goreceli kavramlara tekrar deginecegiz.

    rutherford maddeyi incelemeye karar verdiginde onu olusturan en kucuk yapi tasina kadar inmeye karar verdi. atomun maddenin temel tasi olmadiigini ve hatta icinde komplex bir ekosisteme sahip oldugunu biliyordu.

    amaci en temel noktaya ulasmakti.

    rutherford defalarca atom alti parcaciklarin yapisini degistirmeye calisti, henuz gercekligin var olmadigini kanitlayamasa da bunu hissediyordu.

    evren muthis bir kaos icerisinde islemekte, dunya evrene gore oylesine onemsiz bir kucuklukteki, tum okyanustaki kum tanelerinden birtanesjni secip bin parcaya bolseniz, bu zerrenin gunese karsiligi nasilsa, dunya da kainatta oyledir. suan yok olmasi kainattaki hicbir seyi etkilemeyecektir.

    o halde atom alti parcaciklarda bir kaos yaratilmasi mumkundu. yani parcaciklarin duzeni degistirilip yeni bir duzensizlik elde edilebilirdi.

    rutherford bu bilgi isiginda atom alti parcaciklara milyonlarca alfa ve beta isin kumesi yolladi.

    evet parcaciklar bu isinlara tepki verip bozuluyorsu fakat birsey bunlari aninda eski duzenine sokuyordu.

    atom alti parcaciklarda resmen bir hata duzeltme sistemi vardi.

    bu derece onemsiz bir dunya da bu derece ufak bir parcacigin icinde birsey onun duzende kalmasini saglayacak komplike bir duzene sahipti.

    boston dynamics firmasini bilmeyen yoktur heralde?

    yapay zekaya sahip askeri alanda agirlikli olmak
    uzere robotlar uretmekte.

    boston dynamics 4 ayakli kopek robotundaki hata sistemini gelistirmek icin 13 sene harcamistir. onlarca insan, 4 ayakli robot darbe aldiginda dusmesin diye algoritma yazmis ve buna 10 yildan uzun sure harcanmistir.

    atom alti sicimleri bu hata giderme ozelliginin milyonlarca kat gelismisini basarmakta.

    evet bunu nasil yapiyorlar? bilim dunyasindan birkac cesur insan bu soruya cevap aramamkta ama sicimler oylesine ufak ki, atomlari gunes kadar buyutsek, bir sicim tanesi bir insan gozunden daha kucuk kalacaktir.

    bu da onlarin gozlemlenmesini imkansiz kilmakta.

    tanrilarin arabalari kitabini okuyanlar sumer ve diger kadim medeniyetlerin dis dunyalilar tarafindan ziyaret edildigini kanitlarini gormustur.

    simdi ne alaka diyeceksiniz.

    yine matrix senaryosuna donup sophia ile uyumlu kisma gelelim. rutherford her detayi yazamadigi ya da yazmadigi icin yakin kaynaklarindan bilgi edinebiliyoruz.

    matrixte bir bozulma oldugunda nasil onarilirdi?

    bunun ccevabini filmi izleyerek gormenizi istiyorum.
    sumerlilere olan da ayni buydu...

    gecen hafta deepweb te bi belgeye denk geldim.

    coklu evren ve simulasyon teorisi ile ilgili.

    rutherford teorisine gore, bir bilgisayar programi icinde degiliz. olaya boyle bakmak onu cok sig seviyeye indirmekte.

    ınsan beyni bilmedikleri hakkindaki bosluklari doldurmak uzere gelismistir. birseyi bilmesekte onu yorumlamaya calisiriz. ayni atalarimiz gok gurlediginde bir anlam veremedigi icin tanrilarin kizdigini sanmasi gibi.

    bu yuzden simulasyon dendiginde, herkes bir yazilim uzmani sanki bir dilde ve super kompleks bir bilgisayarda evreni kodlamks gibi algiliyoruz.

    fakat aslinda simulasyon disinda ne oldugunu bilen yok. simulasyonun disi var mi onu bile
    bilen yok.

    fakat asil soru su. ozellikle
    simulasyon teorisine inanmayanlara sormak istiyorum.

    evrenin disinda ne var?

    rutherford atom alti parcaciklardan bir sonuc cikardi.

    ne yapilirsa yapilsin, atomun icindeki duzen degismiyordu.

    bigbang zamanina dogru bir calima yapan dulder gregor’un teorisine gore bigbang oncesinde de birseyler vardi.

    olmasi gerekti. genisleyip daralan evren teorisine zit olarak gregor bir duzlende hareket eden simule evren sonucuna vardiginda rutherford un teorisinden haberi yoktu.

    zaten bu iki teori elizabet nathan birlestirdi ve ortaya olaganustu bir sonuc cikti

    yazilan isimler deepweb ve closed library dokumanlarindandir. cikmamasi gayet normal, ingilizceniz varsa deep webte arastirma yapabilirsiniz.

    simdi genel yanilgi su;

    herkes simulasyonu tanriya dine bagliyor.

    olayin dinsel yonu tartisilir ama burada asil amac gercekligin mutlak anlamda var olmadigi, yasadigimiz bu kainatin algimizda gercek olmaidigi

    öncelikle 1944 yılı, sonderkommando “elbe” tipi uçakların gökyüzünde test uçusunu bitirmek üzere olduğu yıllar.

    sonderkommando tipi uçaklar 7 nisan 1945'te köklü değişklik göstermeden önce uçağın havadan havaya muharebede mermi isabet oranı en yüksek alanları self-healing composit denilen bir maddeden üretilmişti. hava muharebelerinde uçaklara yüzlerce mermi isabet etse de uçak hiçbir denge kaybı yaşamıyor, pilot zarar görmüyordu. fakat test pilotlarına göre uçağın mermi isabet eden kısımlarından anlık ışık hüzmeleri çıkıp kayboluyordu.

    özellikle deepwebte konu ile ilgili birkaç resim gördüm fakat inandırıcılıklarından emin olamadığım için kaydetmedim. bu uçakların ilk prototipinde uçağın dış komposit kısmına iç alandan alfa ve beta ışınları uçuş boyunca veriliyordu. mermi uçağa isabet edip dış zırhı deldiği an, ışın isabet edilen noktalar anında kendini onarabiliyordu.

    peki savaşın gidişatını değiştirecek bu icat neden mi durdu? çok mantıklı bir sebebi vardı...

    jozef deresinski, rutherford ile çalışması için toplama kamplarından nazi askerleri tarafından kaçtı süsü verilerek serbest bırakılan 7 kişilik araştırma ekibinin lideri. self-healing composit malzemesini üreterek sonderkommando uçağına entegre ettiğinde adolf hitler tarafından yeniden toplama kampına götürülmeyeceği garantisi verilerek, u977 alman deniz altısının torpido ataklarına karşı savunma sistemi oluşturması görevi verilerek bugün ki polonya kıyılarında bulunan gizli alman denizaltı limanına götürüldü.

    jozef projeden ayrıldığı için komposit malzemelerin tüm uçaklara uygulanma işi yarım kalmıştı. jozef polonya'ya vardığında u977 deniz altı yerine kendisini bugün polonya'nın dgansk şehrinde kıyı alanına kurulan harabeye benzer bir bilim istasyonuna götürdüler.

    alman lider hitler tüm savaş araçlarından vazgeçip çok daha farklı bir projenin peşindeydi

    sadece komposit malzemenin icadı 2 yıldan fazla sürmüştü. ruslar alman sınırını geçmiş berlin'e varmak üzereydi.

    hitlerin uçaklardan, deniz altılardan daha önemli birşeye ihtiyacı vardı.

    hitler 1941 yılında rutherford'un çalışmalarına ikna olmuştu. simüle bir gerçeklik yaşadığımızı ve bunu kontrol edebileceğine inandı.

    nikola tesla, rutherford ile direk mektuplaşmıştı. rutherford, tesla'nın molekül seviyede taşınım, yani kısaca ışınlanma deneylerinden haberdardı. tesla'da evrenin bir simülasyon olabileceğini zaten keşfedip, bu gerçeklik içinde mümkün olabilecek tüm teknolojileri deniyordu.

    yani iki bilim insanı da aynı kulvarda yürüyordu.

    adolf hitler ikisi ile de iletişim kurarak dünyaya hükmetmek istedi.

    nikola tesla somut cevaplar ararken, rutherford olayın derinine inip neden soruları sormaya başladı. her iki bilim insanı da tek başına hitler'in istediği bilgiyi veremezken, birlikte çalışmaları, hitler'de istediğini verebilirdi.

    berlin bombalanmaya başladığında hitler, berlin'e yakın bir konumda olan reich chancellery'de saklanıyor, polonya'dan gelecek cevapları bekliyordu.

    peki hitler rutherford'a neden ulaşamadı?

    öncelikle rutherford 1937'de öldü, o dönemde hitler henüz ne tesla ne de rutherford deneylerinden tam anlamıyla bilgi alamamıştı.

    herneyse, bu alanda çok boğulmadan polonya'ya dönelim.

    jozef'e tesla'nın çalışmaları sırasında birebir yanında bulunmuş, ismi hiçbir kaynakta geçmeyen gizemli bir sağ kol verdiler.

    bu sağ koldan bahsetmemin amacı, konumuza dramatik bir yön verecek kişi olması.

    jozef mutlak gerçekliğe aykırı evrenin simüle edilen sınır ve kuralları dışına çıkılabileceğine inanmaktaydı.

    ıron sky filmini izleyenler bilir, nazilerin ayın karanlık yüzünde koloni kurup saklandığı anlatılır. aslında bu senaryo boş değil.

    hitler'in amacı sınırları kaldırıp, tesla'nın verdiği zaman-uzay yolculuğu ile dünyadan bağımsız hareket etmek istemişti

    hitler bunu başaramadı, ya da başaramadığını sanıyoruz.

    hitlerin cesedi bulunamamıştı. sadece yanmış halde bulunan yanyana iki cesetten birinin hitler, diğerinin karısı olduğu açıklandı.

    bu iddaalar hep şüpheli kaldı. bu iddaalara girmiyeceğim zaten internette yeterince bilgi var.

    jozef'in yardımcısı, o zamanlar almanların kullandığı ve kırılması imkansız denilse de alan turin'in öncülük yaptığı bir ekip ile kırılan enigma isimli şifreleme aracı ile bir mesaj yolladı.

    mesaj içeriği hakkında net bir bilgi yok. closed library dosyasını birebir görmesemde rivayete göre mesaj içeriği şuydu;

    "sınırın ötesinde görüşmek üzere, yaşasın führer."

    nikola tesla öldükten sonra amerika'nın el koyduğu kaynaklarda olduğuna inanılan rutherford tarafından tesla'ya yollanan bir mektupta şöyle deniyor;

    evrenin kendini sürekli düzelten, anti-error yapısı aklımı kurcalıyor. öğrencilerim ile bu bilgiyi paylaştığımda, deney ortamında oluşabilecek aksiliklerden kaynaklı sonuçta hatasal sapmalar olduğuna kanaat getirsek bile, ben yaşadığımız bu çok boyutlu evrenin, mutlak gerçekliğe aykırı olduğuna inanıyorum.

    tesla ise karşılığında, tesla bobinine bağlı ışınlanma aracının çizimlerini göndermişti. tesla birçok kez bu araçta deneyler yapmış, ve yarı başarılı sayılacak sonuçlar almıştı. zira panele koyduğu kedi, evinin birkaç kilometre ötesinde bulunmuş, fakat kafasız halde.

    herneyse, sonuç olarak tesla'nın gönderdiği bu çizimde, tesla simüle evrenin bazı sınırlarını keşfederek, bu sınırlar dışında hareket kabiliyeti üzerinde çalışıyordu.

    ever her sanalın bir gerçekliği vardır.

    insan beyni sanal birşey oluştururken her zaman gerçekten etkilenir, aklımızda bir canavar yaratınca bir her zaman kolları, bacakları ve kafası olur. neden? çünkü algımız o yöndedir, öğretilerimiz o yöndedir. görmediğimiz bir şeyi hayal edemeyiz. hayallerimiz algımızın sonucudur.

    peki biz bir gerçekliğin sanalıysak, bizim sanalımız neden var?

    astral seyahat etmeyi başaran kişiler ile konuştuğunuzda bir ortak yön dikkatinizi çeker. evrenin sınırlarının aşılabilir olduğu.

    astral seyahati araştırın.

    astral seyahatteyken sanal bir dünyada mısınız? algınızın bir oyunu mu? yataktan uyandığınızda bedeninizi tekrar yatakta görseniz? ya da astral seyahatta duyduklarınız gerçekten olmuşsa, bu beyninizin oyununun bir tesadüfü mü? bir sanallık mı? yoksa evrenin simüle sınırlarını kısa zamanlı da olsa aşmış mı olursunuz?

    şimdi genel bir toparlmak gerekirse,

    ruthenford atomaltı parçacıklarının gerçek evren kurallarına aykırı davranıp, belli bir algoritmaya uyma zorunluluğu ile hareket ettiğini gözlemledi. bunun değiştirilemek olduğu kanısına vararak evrenin mutlak gerçekliğe aykırı olduğunu iddaa etti.

    nazi almanya'sı ilk önce bu bilgiyi teknolojik ilerleme olarak ele alıp silah olarak kullanmak istedi. aynı zamanda tesla ile bağlantılı olan nazi almanya'sında ruthenford ve tesla'nın çalışmaları birbirini doğrular nitelikteydi.

    ruthenford öğrencilerinden jozef nazi almanya'sında henüz netlik kazanmayan bir icat buldu, yanındaki gizemli çalışanın enigma şifresi ile sınır ötesine çıkılabildiği gözlemlendi.

    günümüze doğru gelindiğinde matrix filminin senaryosuna ilham oldu.

    şimdi farklı kaynaklardan aldığım destekleyici birkaç bilgiyi paylaşacğaım.
    açıkça söylüyorum,
    bilgiler arasında zaman akışı yok. birbirinden farklı bilgiler, tek ortak yönleri aynı teoriyi destekliyor olması. burada roman yazmıyorum. belli bir zaman akışı isteyen arka sokakları izlesin.
    sonuçta net bir bilgi olan teori değil, zar zor uzun yıllar süren çalışmalarımın derlemeleri.
    o yüzden baştan anlaşalım, sonra konudan konuya atlıyosun olmasın.

    san francisco'da, the new exploratorium müzesine 2016 yılında gittiğimde bu teori ile çok iç içe çalışıyordum. o zamanlar sırbistan'da çalışırken ev arkadaşım danilo'nun tavsiyesi ile bu müzede bulunan girişte sola dönüp merdivenlerden indiğinizde karanlık bir odada "no-sense" denilen bir deney tüpü var.

    10 dakikalık kullanım 20usd. kısaca içinde sizi üzerinde tutan tuzlu bir su var, giysilerinizi çıkarıp size verilen mayo gibi bir şeyi giynip tüpün içine giriyorsunuz. ses ve ışıktan izole. tüm duyu organlarını nötr'lemek için hiçbir dış etkene izin verilmiyor.

    bu tüpün adı ruthenford, adını aynı bilin adamından mı almış bilinmez. ama asıl amacı tüm duyu organlarınızı kısa süreli kullanım dışı bırakmak. peki noluyor bu gerçekleşince?

    öncelikle şunu bilmemiz gerek. sperm olarak ana rahmin düştükten sonra, duyu organlarımız geliştiği andan itibaren, öldüğümüz ana kadar, duyu organlarımız aralıksız çalışır. sürekli birşeyler duyarız, koklarız, hissederi görür ve tadarız. duyu organlarınızın tamamını kapatmak normal şartlarda imkansızdır. duyularınızdaki veriler beyniniz tarafından işlenerek bir algı oluşur.

    peki duyu organlarımız beyne veri akışını keserse algımıza ne olur?

    ruthenford tüpünde 10 dakikadan fazla kalmanıza izin vermiyorlar. sebebini bilmesekte, bu tüpün diğer üreticileri, beynin var olmadığını algılayıp, normal çalışma prensibinden uzaklaşmasına sebep olduğu söyleniyor.

    işte burada bir soru işareti doğuyor. beyin belli bir durumda "işlemcisi ısınan bilgisayar" gibi birşeyleri kurtarmak amacı ile farkındalığı bilinçli olarak kapatıyor mu?

    yani beynimizde bir acil durum şarteli mi var?

    duyu organlarımız simüle evrenin sınırları mıdır?

    bu teorinin sahibi ben değilim. bilgiler çok kısıtlı, tüm araştırmalarımı ve araştırma sonucunda çıkan soruları sizlerle paylaşıp irdelemek daha mantıklı geliyor. o yüzden ne ve kesin kanıtları sizlere sorular ile yöneltmeye çalışıyorum.

    aramızda mantıklı takip edenlerin varlığına inandığım için, bu soruları kendi içinde cevaplamaya çalışanlar olduğuna eminim. o yüzden devam ediyorum.

    öncelike ben bu tüpte 10 dakika duramadım, duran insan sayısı çok az.

    adeta bir hiçlik durumundasınız. duyu organları çalışmadığı için düşünceniz ile başbaşasınız, kendinizi koruma içgüdünüz, algılarınız çalışmadığı için ortamı algılayamıyor ve karşı koyamıyorsunuz.

    burada fark ettiğim şey şu, davranışlarımız için algı şart. algıyı ise duyularımız oluşturmakta.

    duyularımız ise atomların ve onu oluşturan rutheford\'un teorisi çerçevesinde hareket eden atomaltı parçalardan oluşuyor ise, olayı atomaltı parçalardan geri sardığımızda, davranışlarımızın ve bunların sonucu olarak yarattığımız gerçekliğin, atomaltı parçalar ve bunların mutlak kurallarından oluştuğunu var sayabilir miyiz?

    bu sonuca vardığımızda, aslında ruthenford\'un dediği gibi, bu varlık, mutlak gerçekliğe aykırı sorusu da zaten kafanızda oluşmadı mı?

    albert einstein genel görelilik kuramını ilk yayınladığında "newton yanıldı" demişti. tüm bilim dünyası kısa süreliğine de olsa einstein'ı aşağıladı. çünkü fizik yasaları ısaac newton'ın neredeyse 400 yıldır kabul gören kuralları çerçevesinde irdeleniyordu.

    einstein evren 3 değil 4 boyutludur. 4. boyut zamandır, zaman görecelidir. her yerde aynı hızda akmaz dediğinde, nikola tesla zaten göreceli uzay-zaman'da saniyeler içinde ulaşım sağlayan, aracı üzerinde kafa yoruyordu.

    genel görelilik yasasında, zaman görecelidir, uzayın belli noktalarında farklı hızda akar ve gözlemciye göre bu hız değişir diyordu. hız ve hacim zamanı etkilemekteydi, hız arttıkça zaman yavaşlamaktaydı. fakat hiçbirşey ışık hızını geçemezdi. bu yasa hala kabul edilmekte. fizikte hiçbirşey ışık hızından daha hızlı hareket edemez. ışık hızına ulaşıldığında ise zaman durur.

    evet bunu ben değil einstein söylüyor.

    şimdi gelelim konumuza;
    atom altı parçaçıklardan nötrinolar ışıktan hızlı hareket etmektedir. ışık hızında zaman durursa, ışıktan daha hızlı şeyler için zaman geriye akıyorsa, nötrinolar için zaman kavramı var mıdır?

    yoksa nötrinolar evrendeki simüle fizik yasaları dışında mı hareket etmekte?

    bir bilgisayar programı düşünün. bu programı kontrol etmek için programa dışarıdan müdahale etmeli, programın kurallarından bağımsız hareket eden bir modül yazmalısınız değil mi?
    peki bu cümle nötrinolara ne kadar benziyor fark ettiniz mi?

    aslında biraz daha popüler kültüre yer vermek gerekirse, ruthenford'un teorisi üstü kapalı bir şekilde birçok filme konu olmuştur.

    aralarından ev sevdiğim: the truman show (1998)

    birçok insan için truman show bir komedi filmi olsa da, aslında ardındaki mantık çok nettir.

    truman günlük hayatına devam ederken, etrafındaki herşeyin bir yayıncı kuruluş tarafından simüle edildiğinin farkına varmaz, eşi, arabası, yaşadığı şehir, şehirdeki insanlar, kısaca truman'ın tüm dünyası bir şov ürününün dekorasyonudur.

    truman 30'lu yaşlara kadar bunu farketmeden mutlu mesut yaşar. aynı bizler gibi...

    aslında sanal kelimesi internet yaygınlaştıktan sonra anlam kaybına uğradı.

    simüle etmek, belirli ortam şartları sağlanarak belli girdilerin, kabul edilebilir sonuçlar çıkarması durumu. benim için şuan yaşadığımız evreni en iyi tabir eden cümle budur.

    he siz farklı kelimeler ile betimlersiniz orası ayrı, benim amacım anlamsal olarak gerekeni vermek, ki soruyu soruş tarzından anladığınız çok belli.

    atom altı parçalar aslında onarımdan çok, evrenin belli kurallar bütününe uyması için onu zorlayan kernel kodları gibi.

    yani evren ne zaman bu kural dışına çıkmaya çalışsa, bu değişmeyen sabitler onu sanki belli algoritmada işlesin diye sabit tutuyor.

    ışık hızı vs gibi.

    bunlar zaman içinde oluşmadı. evren var olduğundan beri bu kurallar var olmakta. evrenin farklı yerlerinde herşey farklılık gösterirken bu kurallar her noktada ve her zaman aynıydı.

    yani çekim yasası ve ışık hızı, evren var olduğundan beri var ve tüm evrende aynı işlemekte.

    sence bunda bir gariplik yok mu?

    koca evrende yaşam bile değişiyorken sadece belli yasaların sabit kalıp, sürekli evreni bir kural içinde tutması sence bir soru işaretine kapı açmıyor mu?

    şimdi bir derleme daha açıklamak istiyorum. bu biraz kadim topluluklar ile alakalı. amerika ırak'ı işgal ettiğinde ırak, sippar şehri yakınlarında terör ve düşman üs olmadığı halde 2 adet askeri üs kurdu.

    sippar, 7000 yıl önce utu ve samaş isimli bir hükümdarın yaşadığına inanılan ve sümerlilerden bile önce ilk dünya dışı kontak kurulduğu inanılan şehrin adıdır.

    şimdilerde reptelian vb gibi saçmalıklar hakkında konuşup ilgi çekmeye çalışan abuk subuk teoriciler türedi. herneyse tartışmaya bile değmez.

    asıl konuya gelelim. sippar ırak diye arattığınızda google görsellerde, babillilerin yerleşim planını olarak lanse edilen üzerinde daire ve daire içinde şekillerin çizili olduğu bir taş görseli göreceksiniz.

    şimdi peru machu picchu şehri görselini aratın. şimdi inkalar ile babillilerin yerleşim planları birbirine çok yakın.

    aralarında binlerce yıl olmasına rağmen ve birbirleri ile bağlantı kurmaları imkansız olmasına rağmen, mühtiş bir benzerlik ile yerleşim yerleri kurmuşlardır.

    ayrıca iki bölgede bulunan tabletlerde elinde asası ve insanlara bilgi veren sakallı bir figür bulunmakta

    https://ma91c1an.files.wordpress.com/…sh_relief.jpg

    bu figürün insanlara bilgi aktardığı ve kudret taşıdığını gösteren imgeler mevcut. yerleşim yerleri de bu figüre göre dizayn edilmiş.

    şimdi bu figürü derinlemesine inceleyip konumun ile alakasına bakalım...

    bu figür tarih boyunca defalarca benzer biçimde ortaya çıkıyor.
    çok uzaklaşmaya gerek yok, adıyaman nemrut dağında bir bu figüre rastlamak mümkün.
    birbirinden uzak ve habersiz medeniyetlerde, aynı figür ve bu figür için tasarlanmış şehirler.

    öncelikle bu figürün görüldüğü medeniyetlere bakarsak sümer, inka, babil vb, her biri tarihte belli atılımlar gerçekleştirmiştir.

    tarım icat edilip yerleşik hayata geçildi, matematiğin ilk kuralları bulundu, astrolojik atılımlar yapıldı, para icat edildi vs vs.

    daha önce ne demiştik, insan görmediği şeyi hayal edemez.

    bu figürün belirdiği medeniyetler görmediklerini hayal edip gerçekleştirdiyse, başka biri onlar için hayal etmiş ve yaşadığımız dünyaya gerekli kuralları yerleştirmiş olabilir mi?

    startrek serisinin son ya da ondan bir önceki filminin giriş sahnelerinin birinde, izole bir medeniyet üzerinden uzak aracı geçiyordu, insanlar bunu algılayamadığı için bu aracı tanrı olarak kabul ediyorlardı.

    geçmiş medeniyetlere kadim bilgilerin dış bir el tarafından uzaltıldığına dair birçok kaynak bulunmakta. bu benim için şu sonuca çıkıyor;
    dünya simüle evrende yer alıyor ve kurallar müdahele ile tarih boyunca değiştirilmiş ise, sınırlar aşılması mümkün olabilir.

    bir netflix dizisinde, insanlar bir uzay mekiğine de onyıllarca süren bir seyahate çıkıyorlar, hatta bu süre boyunca uzay mekiğinde çeşitli ilaçlar, yaşam formları icat ediyorlar. dizi sonlarına doğru aslında mekikte olmadıkları, dünyada habeleri olmadığı halde bir laboratuvara kapatılıp mekikte izlenimi verilerek, extrem durumlarda insan kapasitesini aşan icatların oluşturulması sağlanıyordu.

    ayrıca rick and morty dizisinde, rick kendi simüle evrenini yaratarak bu evrenden enerji elde ediyordu.

    bu son örnekler, sadece bu kuramın artık kabul görüp, dizilere ve yapımlara konu olduğunu kanıtlamak için verilmiştir.

    şimdi evrenin dışındakiler varsa nasıl görürüz gibi sorular geliyor.

    şimdi diyelimki bir kağıdımız var. beyaz bir kağıt. üzerine bir nokta çizelim. bu nokta 2 boyutlu bir şeydir. ileri, geri, sağa ve sola ilerler. derinliği yoktur. şimdi elimize 3 boyutlu bir cisim alıp, mesela bir kalem, bu kontaya yakınlaştırırsak, nokta ne hisseder? hiçbirşey. çünkü noktanın derinlik kavramı olmadığı için 3. boyuttaki cisimleri yani örneğimizdeki kalemi algılayamaz.

    fakat kalem oradadır. noktanın bunu algılayamaması, kalemin var olmadığını göstermez. kalem vardır, ama farklı boyuttadır. işte iki üst boyuttakiler, alt boyutu fark etse de, alt boyutlar üst boyuttakileri fark edemez.

    evren dışı beli 5,6 hatta daha fazla boyutlu olabilir. ve onlar bize kalemin noktaya kadar yakın olduğu gibi yakınlaşsa dahi, algımız onları fark etme kapasitesine sahip olmadığı için, onları göremeyiz. algılayamayız.

    teoriyi anlatırkan, dini konulara girmekten kaçındım. bu durum bazı arkadaşlar tarafından dinleri red ediyorum gibi algılanmış. ben bu konu altında hiçbir şekilde bir inancı direk olarak ele alıp, doğrudur ya da yanlıştır demiyorum. diyemem de. isterseniz ikinci el tofaşa taparsınız, saygı duyarım. ben konuyu dinden uzakta saf hali ile irdelemek istedim. çünkü dinler çok fazla soyut içerik barındırmakta, bu da herkes için aynı girdi ile farklı sonuç ortaya çıkarmakta.

    yani şöyle söyleyeyim, örneğin ele bir soyut kavram alalım. bu kavram sonsuzluk kavramı olsun. sonsuz adet topumuz olsun. sonsuz adet toplarımızın tamamını, bir arkadaşımıza verirsek, elimizde 0 (sıfır) top kalacaktır. yani;

    sonsuz - sonsuz = 0

    şimdi toplara birer numara verelim. tek numaralı toplar bizde kalsın, çift numaralı topları arkadaşımıza verelim. böylece ikimizde de sonsuz sayıda top olur, yani;

    sonsuz - sonsuz = sonsuz

    şimdi elimizde 4 top kalacak şekilde diğer sonsuz sayıda topu arkadaşımıza verelim. bu sefer de;

    sonsuz - sonsuz = 4

    yani görüldüğü gibi, sonsuz - sonsuz işlemi sürekli farklı cevaplar üretebilir. hiçbir cevaba yanlış diyemeyiz. ama kesin doğruluklarda, aynı işlemin tek bir sonucu olmalıdır.

    kısacası, soyut kavramlar içeren konulardan kaçınmaya çalışıyorum. böylece konu, youtube altı gereksiz din savaşına dönmesin.

    2. soru da atomun parçalandığı söyleniyor. biz atomun değil, atom altı parçacıkların kuralları dışına çıkmayı red ettiğini söylüyoruz. atom, proton ve nötronlardan oluşan bir çekirdek ve bu çekirdeğin etrafında durmadan dönen elektronlardan meydana gelir. rutherford\'un incelediği atom altı parçacıklar ise bozon, mezon, fermiyon, baryon, graviton vb parçacıklardır. 300\'e yakın atom altı parçacık keşfedilmiş ve keşfedilmeye devam edilmektedir.

    atomun parçalanması ile konumuz arasında bir ilgi kurmak için önce atom parçalama evrelerini bilmemiz gerekir;
    1. evrede doğru izotop seçilir
    2. evrede füzyonun atom ayrıştırıldıktan sonra devam edebilmesi için yeteli izotop bulundurulur
    3. evrede ise atom altı parçacıklarla fisil izotop çekirdeği bir dombardımana tutulur.

    yani burada bozuntuya uğrayan atom altı parçacıklar değildir. aksine parçacıkların yapıcı gücü kullanılarak elektronları çekirdeğin bir üst ya da alt orbit seviyesine taşınması sağlanır, bu müthiş bir enerji ortaya çıkarır.

    sonuç olarak atomun parçalanması, rutherford\'un deney ve teorisi ile uyumlu bir süreçte işler.

    şimdi ruthenford'u destekleyen bazı bağımsız araştırmalara bir göz atalım.

    "mutlak gerçekliği yaşıyor olma olasılığımız milyarda bir" demekte.

    elon musk ile ilgili daha detaylı yazmadan önce bilinçin simüle edilebileceğini ön gören yazıları ile ünlü nick bostrom'dan bahsetmek istiyorum.

    nick bostrom, bilincin programlanabilir olduğunu, yakın gelecekte yapay zekaların kendi ilkel bilinç seviyelerine ulaşıp zamanla evrimleşeceğini öngördü. bostrom'un teorisi aynı ilkel insanın bilincinin oluşup günümüze evrilmesi gibi ilerliyordu. bostrom'un kitabının özetine şu linkten ulaşabilirsiniz: https://www.simulation-argument.com/…imulation.html

    2011 yılında yayınlanan yaşamın şifresi filminde, nick bostrom'un teorisine uygun olarak ölen bir askerin bilinci tekrar oluşturulup, saldırganı bulması sağlanıyordu.

    aslında bu teori eski yunanlılara kadar uzanmakta;
    şüpheciliğin kökeni m.ö. 5. yüzyıla kadar dayanır. parmenides "doğa üzerine" adlı eserinin "hakikatin yolu" bölümünde, fiziksel dünyanın günlük gerçekliğe bakışının yanlış olduğunu ve dünyanın değişmeyen, yenilenmeyen ve yok edilemeyen bir bütün olduğunu ileri sürer.

    şimdi elon musk'ın röportajlaarı ve nick bostrom'un kitabını karşılaştıralım. birbiri ile uyumlu alanlara göz atalım.

    1. 40 yıl önceki bilgisayar teknolojisi ile bugünün teknolojisi;
    40 sene önce aşağıda ekran görüntüsü olan ping pong oyununu oynamak için bir ev büyüklüğündeki bilgisayar gerekmekteydi.

    şimdi sanal gözlükler, retina ekranlı oyun konsolları, kendi duygu ve karar mekanizmasına sahip, yaşayan ve hatta oyun içinde ölen karakterler, sims, metin2, skyrim gibi komplex eko sistemler mevcut. bunların tamamı sadece 40 yıl içinde oldu.

    artık yıllık havadurumlarını öngörebiliyoruz, yapay zekalar bizler için birçok karar alma işlemini saniyenin milyonda biri hızında gerçekleştirebiliyor.

    şimdi zamanı 10.000 yıl ileri saralım. bu sadece bir teori. son 40 yılda geliştiğimi hızı varsayarak 10.000 yıllık bir gelişimde, tüm yaşamı kolayca bilgisayar ortamında ya da daha gelişmiş bir teknolojide simüle edeceğimiz hiçte aksi iddaa edilemeyecek bir gerçek.

    elon musk ve bostrom bu noktada aynı kanıya vardılar, eğer böyle bir gelecekte, yaşam simüle edilebilirse, geçmişte simüle edilebilir.

    aslında günümüzdeki simülasyon teorisi bu kalıpta irdelenmekte. soylarımız birkaç yüz ya da bin yıl içinde bu teknolojiye ulaşarak, simüle bir evrende geçmişi simüle ediyor olabilir mi?

    peki neden geçmiş simüle edilsin ki?

    yaşam şifresi filminde, bombacı teröristin bulunması için geçmiş simüle ediliyordu. bostrom'a göre bunun tek bir sebebi değil, milyonlarca sebebi olabilir. nasıl ki insanoğlu tarihe sürekli referans olarak dönüşler yapmakta ise, soylarımız aynı amaçla simüle ediyor olabilir.

    simülasyon denilince aklınıza oyundan başka birşeyin gelmemesi de çok acı aslında.

    2000'li yılların başlarında g. w. bush, dünyayı değiştirecek bir bilimsel buluşa imza atıldığını duyurup kısa zaman içinde bunu dünya ile paylaşacağını açıklamıştı. dünyanın nüklear transfer süreci kullanılarak yetişkin somatik bir hücreden klonlanan ilk hayvan olan dolly'den sonra, insan klonlandığı spekülasyonları öne atılmıştır.

    eğer dünyanın söz sahibi ülkesinin başındaki adam, dünyayı değiştirecek birşey açıklayacağını söylüyorsa, bu gerçekten radikal bir değişim olmalıydı. aradan kısa süre geçtikten sonra, bush'un bu açıklaması unutturulmaya çalışıldı. olayların üstü örtülmek istense de medyanın baskısı sonucu, bush ginger denilen 2 tekerli bir aracı icat ettiklerini, anonsu bunun için yaptığını söyledi.

    kıtalararası balistik füzeler, sesten hızlı uçaklar, radara yakalanmayan insansız hava araçları, uydular vs bir yana, bu iki tekerli şeyin dünyayı değiştireceğine inanmak saçmalıktı. açıkça belliydi ki, birileri bush'a dur demiş. açıklama yapmasını engellemiş ve dalga geçer gibi acele bir açıklama ile medya baskısı durdurulmuştu.

    peki olayın aslı nasıl oldu?

    bu gelişmelerin yaşandığı dönemde clonaid firmasının yöneticisi brigitte boisselier bir açıklama yaparak, insan klonlamanın başarılı olduğunu 3.2 kilogram ağırlığındaki klon bebeğin sezeryan ile hayata geldiğini açıklamıştı.

    tüm üreme ve gebelik süreci simüle edilerek, bebek dünyaya getirilmişti.

    bu simülasyon bilgisayar ortamında olmadı, yani her simülasyonun ilk aklınıza gelen bilgisayar ortamında olması gerekmiyor.

    ele aldığımız konu hakkında cilt cilt kitap yazılabilecek bir konu iken burada her yönü ile kavramak çok zor. bu yüzden ana başlıklar halinde örnek vermeye devam ediyorum.

    şimdi ünlü anstronom neil degrasse tyson\'ın cümlelerine yer vereceğiz. kendisi kozmoz dizi belgeselinin starıdır. herkesin bu belgeseli izlemesini öneririm. ikinci olarak teorik fizikçi brian greene\'den bahsedeceğiz.

    tyson ve greene için komplex bir simülasyonun ortak özellikleri;
    -aksaklık ve hataları düzeltme kabiliyetine sahip (aynı ruthenford\'un atom altı parçacık özellikleri gibi)
    -içinde bulunanların simülasyon olduğunu kesin ve net olgular ile kanıtlama yeteneğinin kısıtlı ya da hiç olmaması
    -bu simülasyonu mümkün kılacak kapasitede güce sahip olması.

    greene\'ye göre bigbang ile ortaya çıkan devasa güç henüz evren tarafından tam kapasitede kullanılamamıştır. evrenin hala genişlemeye devam etmesi de bunun en açık kanıtıdır. greene için teklikten çoğulluğa geçiş evresi olarak görülen bigbang, simülasyonun başlangıç noktası kabul edilebilir.

    verdiğim linkteki son cümleye dikkatinizi çekmek istiyorum;
    other silicon valley business people also believe the theory, with numerous unnamed entrepreneurs investing billions of dollars into a study to prove it.

    bu teoriyi ispatlamak için araştırmalara ilyarlarca dolar yatırım yapan çok sayıda adsız girişimci ile birlikte diğer silikon vadisi iş adamları da bu teoriye inanmaktadır.

    gelelim neil degrasse tyson'ı simülasyon teorisini kabullenmeye iten gerekçelere.

    tyson bir demeçte şöyle diyor;
    1. evrenin tüm fizik kurallarının hesaplanabilir olması. tyson için, hesaplanamayan fizik kuralları evrende aksaklıklar (glitch) oluşturmalıydı. fakat evrenin tüm kanunları çok düşük bir sapma ile hesaplanabiliyordu. bu özelliklik gelişmiş simülasyonların en temel özelliğidir.

    2. kainat çok keskin bir denklem üzerine kuruludur. ve kendi aksaklık onarım mekanizması mevcuttur.

    3. evren bir koordinat sistemine benzer sistem üzerine kurulmuştur. sicim teorisine göre evren resimde görüleceği gibi bir grid üzerine kurulmuştur. daha detaylı bilgi için sicim kuramını araştırabilirsiniz. https://cdn3.whatculture/....e4ff35177f8f1-600x400.jpg

    4. kuantum gerçeklik etkisi. bunu açıklamak çok zor, kuantum teorisine baştan aşağı hakim olmalısınız. ama basite indirgediğimizde kuantum evrenin gerçek bir evren, bizimkinin onun yansıyan gerçekliği olduğu hakkında kuvvetli belirtiler bulunmakta.

    5. lag benzetisi. oyun oynayanlar bilir, sunucular yoğunlaştığında oyununda lag oluşmaya başlar çünkü tepki zamanı artar, yaşadığımız evrende ise, kütlelerin aşırı yoğunlaştığı alanlarda zaman daha yavaş akmaktadır.

    6. paradoxlar. bu en önemli madde olduğu için bir sonraki yazımda sırf bu madde üzerinde yoğunlaşacağım.

    mutlak gerçeklikteki bir evrende yaşıyor olsaydık, bu evrende paradoksların olmaması gerekirdi.

    mesela, bir zaman makinesi icat edip, geçmiş dönüp babanızı öldürseydiniz bunun bir sonucu olmalı ve normal zaman akışından silinmeniz, yani hiç doğmamanız gerekirdi. ama doğmasaydınız, zaman makinesi icat edip babanızı öldüremeyeceğiniz için babanız hayatta kalırdı, böylece siz doğardınız. yani kısaca bir paradoks döngüsü oluştururdunuz.

    yaşadığımız evrende paradoks oluşturulmaması için gerekli tüm ayarlamalar yapılmış gibi gözüküyor. örneğin bir bilgisayar programcısı, veritabanına zararlı kodlar eklenmemesi için bazı karakterlerin kullanımını kısıtlar. bu oluşacak aksaklıklar, ya da sonsuz döngüler için kendi oluşturduğu bir güvenlik mekanizmasıdır.

    yaşadığımız evrenin de aynı buna benzeyen müthiş bir mekanizması vardır. bu mekanizma paradoks oluşumunu engeller. yani bir zaman makinesi icat edip geçmişe dönemez ve babanızı öldüremezsiniz. ya da ışıktan hızlı hareket edip zamanda geri yolculuk yapamazsınız. çünkü bu paradoksa yol açabilir.

    yaşadığımız evrede bu tür paradokslara yer olmaması, istesek bile bu paradoksları yaratamamız aslında kısıtlandığımız anlamına gelmiyor mu?

    şimdi deepwebte yer alan tartışma forumlarında gördüğüm bir yazıyı size türkçe'ye çevirmek istiyorum.

    paylaşacağım bu yazı benim tarafımdan yazılmadı, başka bir yazara aittir. ben sadece çevirisini yapacağım. doğruluğu hakkında hiçbir fikrim yok. ilginç geldiği için paylaşmak istiyorum.

    uzaylılar simülasyonu kontrol etmek için gönderilen farklı boyuttaki yaşam formları mıdır? simülasyon teorisi gerçek ise ötesinde ne var?

    tartışma forumunda bu başlıkta açılan soru altına şöyle bir cevap gelmişti:
    "bence uzaylılar, simülasyon evrende gerçekleşen aksaklıkların onarımı ve kontrolü için görevli, simülasyon üzerinde çalışan ote boyuttaki canlılardır."

    bu cevap biraz beynimi kurcaladıktan sonra, araştırmalarım sonucunda bu cevabı destekleyecek bir kanıt ya da bilim çalışması bulamadığım için pek önemsemedim. fakat farklı bir bakış açısı olduğu için sizlerle paylaşmak istedim.

    açıkcası biraz saçma gelmişti bana

    rutherford, tesla, musk, tyson, greene, bostrom ve niceleri..

    belli bir teori üzerinden evrenimiz hakkında kanıtlar üretmeye çalıştılar. söylenenlere gözü, kulağı kapatarak inanmak yerine, sınırları aşan keşiflere imza attılar.

    peki bir kişi özbenliği ile yaşadığı evrenin simüle bir evren olduğuna, belli sınırlar ile çevrelendirildiğinin farkına varabilir mi?

    siz yeni doğan bir insanı yıllarca bir kulübeye kapatırsanız, o kulübe o insanın dünyası olur, dışarı çıkmaya korkar, hatta bunu red eder. kimse aksini iddaa etmedikçe, dış dünyayı keşfetme gereksinimi duymaz.

    bunu global ölçeğe yaydığımızda insanın durumu da böyledir. soğuk savaşın rusya ve amerika arasında kızışmasının sonucu olarak insanlı uzay yolculukları başladı, dünyanın birçok gelişmiş teknolojisi, silah üretimi esnasında yapılan ar-ge çalışmalar ile bulundu. emellerimize ve amaçlarımıza ulaşırken yeni yollar keşfettik. fakat emeli olmayan bir insanın bu yolları keşfetme olasılığı yok denecek kadar azdır.

    insan varlığı dolayısı ile yaşadığı dünyanın gerçekliği inandığından tamamen zıt olsa dahi, bunu red etmeye meyillidir. var olan düzenin dışına çıkmak insanları korkutur. inançlarımızı, öğretilerimizi temelden sarsacak tüm bilgilere ilk etapta tüm benliğimiz ile karşı çıkmaya çalışırız.

    bu yüzden bu teorileri incelemeye, araştırmaya, okumaya ve benliğimizi bulmaya mecburuz.

    evren simülasyonu için bir diğer destekleyici kanıt ise karadelikler.

    karadelikler simülasyon teorisyenlerinin bazıları için evrendeki bug yani hatalı bölümleri oluşturuyor.
    bazı teorisyenler için ise, karadelikler simüle evrenin yapısal olarak temel framework'ünü oluşturan altyapının bağlantı noktaları.

    bir sonraki yazımı bunun üzerine yazacağım.

    karadelikler evrenin tuvalet değili mi yoksa farklı boyutlara geçiş kapısı mı? bu soru tarih boyunca cevaplanamadı.

    karadeliklerin varlığını henüz keşfettik sayılır. fakat bu deliklerin yapısı algımızın çok ötesinde. astronom naoshi sugiyama için karadelikler diğer boyutlara açılan kısa geçitler. peki biz bu boyutlardan geçersek ne olur? naoshi'nin cevabı şu; geçemeyiz!

    karadeliklerin dizayn edildiği boyut, içinde bulunduğumuz boyuttan çok farklı. algımız ve var oluşumuz ile bu boyuta geçişimiz imkansız. zamanı da bir boyut olarak kabul edersek, 4 boyutlu bir evrende hapsedilmiş durumdayız. karadeliklerin yapısal özelliği, içinde yaşadığımız kesin kurallara ait evrenden daha farklı çalışmakta. bu özelliği sebebi ile naoshi, karadelikleri diğer boyutların, evrenimiz ile arasındaki bir kapı olarak görüyor.

    aslıdna bu gayet kabul edilebilir bir yaklaşım. henüz kanıt var mı? yok. daha önceki yazılarımı okuyanlar bir kağıt üzerindeki 2 boyutlu çizgi ile 3 boyutlu kalemin ilişkisini bilir. kalemi, bu çizgiye neredeyse değecek kadar yakınlaştırsak bile, 2 boyutlu çizgi, kalemin varlığını algılayamaz. çünkü 3. boyut, algısının dışında bir boyuttadır.

    bu yüzden, oldu ki karadeliğe parçalanmadan yaklaşıp içeri bakabildik diyelim, ki karadelikler ışı bile yuttuğu için hiçbirşey göremeyiz. biraz daha ileri gidip, sıradışı bir teknoloji ile, karadeliğin içine girdik diyelim, ne görürüz?

    naoshi bu soruya, hiçbirşey cevabını vermekte. algılarımız 3 boyutlu uzay ve zaman için tasarlanmıştır. karadeliklerin mevcut boyutunu algılayamayacağımız için, mutlak bir hiçlik içine girmiş oluruz.

    yani simüle evreni kabul ediyorsak, evrenin dışında ne var sorusuna cevap vermemiz şuanda mümkün değil. çünkü evren dışı, algımızın çok üstünde farklı bir boyuta ait olduğu için, bu boyutu tanımlandırmamız mümkün değil.

    şimdi google zeki-makine projesi baş direktörü ray kurzweil'in cümlelerini ele alalım;

    bbc bir haberinde kurzweil'in cümlelerinin sadece bir kısmına yer vermişti.
    link: http://www.bbc.com/…th/...ram-but-it-may-not-matter

    bbc.com üzerindeki yazıda; "evrenimiz başka bir evrendeki öğrencinin bilim projesi deneyi olabilir" sözlerine yer vermektedir.

    aslında kruzweil'in cümlelerini bu kadar basite indirgemek benim için çok yanlış bir durum. youtube'daki bir röportajında, evrenin ıbm'in kuantum bilgisayarında çalışan simüle ortamlara aşırı benzerlik gösterdiğini söylemiştir. ayrıca "evrenin mutlak gerçekliğe aykırı birçok yönü olduğunu, çok kesin ve çıkılması zor kurallar sınırına sahip olması, bu kuralların adeta bir bitlik bilgisayar verisi kadar net çizgilere sahip olması, projemde çalışan herkesi, simülasyonun içinde yaşıyor olabileceğimiz düşüncesine itiyor" demiştir.