evlilikte eşten tiksinme eşiği

  • başlığı açan seksist olmaktan kaçınmış ve "eş" demiş; fakat niyeyse genel olarak erkekler nasıl tiksindiklerini anlatmışlar. öncelikle tiksinmek nedir yahu arkadaş? hoşlanmamak olur, kıllanmak olur, hayal kırıklığı yaşamak olur, sevginin azalması veya bitmesi olur ama tiksinmek nedir gerçekten?!

    hep kadınlardan şikayet edilmiş ya, biraz da erkeklerden dem vuralım. sevgilimle 1,5 sene birlikte olduktan sonra evlendim. ilişkimizi farklı şehirlerde yaşayarak sürdürüyorduk. zaten evlenmek istememizin temel gayesi de iş değiştirmeden aynı şehirde yaşayabilmekti.

    ben evlenmeden önce de sonra da, onun eve gelmesine yakın mutlaka saçıma, üstüme başıma çeki düzen verirdim. evde giydiğim rahat kıyafetlerin bile paspal olmamasına dikkat ederdim. adam naptı? evde sürekli beyaz don ve atletle takıldı. (beyaz kısmına vurgu yapmak istiyorum.)

    evlendikten sonra da, önceden olduğu gibi spor yapmaya devam ettim. ne kilo aldım, ne fiziğim değişti. adam naptı? düzenli spor salonuna giderken ve boks yaparken bir anda evde göbeğini büyüten bir miskine dönüştü.

    geliri benden fazlaydı. evliliğin onun yaşam standardını düşürmesini istemediğim ve zaten kendi paramı da kazandığım için, her ne kadar bütçemiz ortak olsa da, harcamalarına karışmazdım. adam naptı? parayı, "benim mesleğimde görünüş önemli" diyerek kıyafete, bol miktar alkole, alıp da sonradan suratına bile bakmadığı çeşitli hobi malzemelerine saçtı. kimin 38 gömleğe ihtiyacı olur ya da iş yaşamında resmi giyinmesi gereken kaç erkeğin kum rengi kemeri ve ayakkabısı vardır? (bak kahverengi veya siyah demiyorum, kum rengi!) hadi oldu diyelim, buna sahip kaç kişi söz konusu ayakkabıyı aldıktan 3 hafta sonra halı sahada unutup almaya bile tenezzül etmez? onun yüzünden, hayatımda en çok para kazandığım dönemde kendimi borç içinde buldum.

    her ne kadar annesinden hiç hazzetmesem de, dişimi sıkıp ayda bir hafta sonumu heba ederek onunla birlikte şehir dışındaki ailesini ziyarete gittim. annesiyle ve ablasıyla oturdum, sohbet etmeye ve vakit geçirmeye çalıştım. adam naptı? benim ailemi ziyarete gittiğimizde kendini bir odaya kapatıp 2 gün boyunca hiç kimseyle muhatap olmadan dizi izledi. ben de onu bir daha yanımda taşımadım, ama o bir kere bile çok sıkılıyorsun, bu sefer gelme demedi.

    eskiden işe gitmek için 8 de kalkarken şehir değiştirince 5.30 gibi saçma bir saatte kalkması gerekiyordu. belki mutsuzluğunu azaltırım diye, evden 8.30'da çıkmama rağmen, onunla kalkıp kahvaltı hazırladım. adam naptı? her gün işten gelince benimle hiç sohbet etmeden, bir "nasılsın?" demeden koltukta sızdı. yorgundur, normal dedim ama bu uyumalar hafta sonu da devam etti. sonucunda hiç bir şey konuşmayan, paylaşımı olmayan iki yabancıya dönüştük.

    say say bitmeyecek diğer öküzlüklerine ve alkol sorununa girmeyeceğim bile.

    şimdi ben bu adamdan tiksineyim mi? kötü tek bir duygum yok ona dair; çünkü o adam beni çok sevdi ve ne yapmış olursa olsun, sevgisini her zaman hissettirdi. keza ben de öyle. benim saydığım gibi, o da bana dair pek çok şey sayabilir eminim, ama sorunun özünde ikimizin de evliliğe uygun olmaması ve aslında bunun da ötesinde birbirine uygun insanlar olmamamız yatıyordu. bu arada, ikimiz de düğün istememiştik, o parayı balayında yemeye bilendik. çok da güzel yedik. evlilik prosedürlerini olabilecek en kısa ve sıkıntısız şekilde atlatmaya çalıştık. ben girdiğim ilk gelinlikçiden denediğim ilk gelinliği aldım. ilk girdiğimiz yerden yarım saat içinde davetiye olayını çözdük. nikah şekeriyle uğraşmayıp onun yerine çevreci bir derneğe bağış yaptık, karşılığında nikaha gelenlere dağıtabileceğimiz bir şeyler verdiler. evi zaten önceden tutmuştuk, burnumuzun dibindeki bir arçelik bayiine gidip en ucuzundan beyaz eşyaları hallettik. kalan eşyalar için aynı yöntemi ikeada uygulamıştık. takmayacağım için takı istemedim, ailesi ele gune rezil oluruz diye zorla aldı, gerçekten hiç takmadım, boşanınca da geri verdim. bunları niye anlatıyorum? insanları tiksindiren o süreçlerini yaşamadık biz, ama evliliğimiz felaketti.

    işin içindeyken öfkeliydim, kırgındım, üzgündüm ama her zaman ortada olan bir şey vardı: adamın ne olduğu aslında başından beri belliydi, ben görmek istemedim. sizin de o "tiksindiğiniz" kadınların ne olduğu belli. hiç öyle kadınlar bir anda canavara dönmüş gibi yapmayın. maalesef kültürümüz, aile yapımız ve insanların her şeye dair yaşadığı ve içinden çıkmayı reddettiği saçma rekabet ortamı, evlilik, düğün, bok püsür sürecini* tiksindirici hale getirebiliyor; fakat o kadınlardan tiksinmeden önce "bu kadını tercih eden ben değil miyim?" diye bir kendinizi sorgulayın, evlenmeye niyet edecek kadar ileri gittiğim bir kadını nasıl "hiç" tanımadım diye bir düşünün, ulan hiç bir şey yapamıyorsanız kendi ailenize, ne bileyim akrabalarınıza falan bakın. bir sorun bakalım ananıza, evlenirken neler istemiş. ya da varsa kız kardeşinize, kadın olan kuzenlerinize sorun neler istiyorlar? diyorsanız ki paşa konaklarında doğmuş büyümüş, osmanlı soyundan gelen elit bir asilzadeyim, kezbanlarla evlenmeye karar verdiğinizde tek suç o kezbanlarda mı acaba? eğitim seviyesiymiş, gelirmiş, bunlar hikaye. bizim kültürümüzü, davranış kodlarımızı belirleyen çok daha derin bileşenler var. ambalaja kanıp içindekine bakmazsanız böyle gelir sözlükte ağlarsınız.

    ha bir de, kadını mal gibi görüp bekaret tantanası yapanlar, o "mal" kendine maddi değer biçince niye şaşırıyorsunuz?

  • çoğu erkek için, "düğün akşamı"dır.

    çünkü hayat arkadaşı diye yanınıza aldığınız karının, "gelinlik giyicem, prenses olucam, altın takacaklar, altınları anam tutacak, görümcem bana surat yapıyor, kaynanam bana laf çaktı," muhabbetleri yapan bir ruh hastası olduğunu anladığınız an bu düğün anıdır.

    bekar erkekler, "evlınını kıdır bını gırımıdın mı, ıptıl mısın?" diye kafa sikmeyi çok seviyorlar biliyorum ama hiçbir erkek bunu yaşamadan bilemez, bilemiyor. özellikle de kızlar artık erkekelri evlenmeye ikna etmek için bu çirkin yüzlerini tamamen saklayarak bambaşka bir kadın rolü yapıyorlar. o gerçek yüzleri ise tamamen düğünde ortaya çıkıyor.

    siz şimdi gidip 18 yaşında harvard'ı bitirmiş, 19 yaşında doktorasını vermiş, 20 yaşında profesör olmuş, 21 yaşında uzaya çıkmış, 22 yaşında mars'ı kolonileştirmiş, 23 yaşında uzaylılarla iletişim kurmuş, 24 yaşında dünyaya sonsuz enerjiyi hediye etmiş bir kızla 25 yaşında evlenebilirsiniz.

    böyle bir kız asla ucuz varoş düğün kızı olamaz dersiniz. kızın söylemlerine, yaptıklarına, eğitimine, geçmişine, cv'sine bakarsınız. o kızın, düğün yapıp gelinlik giyecek, kaynana-görümce kavgası çıkaracak kız olacağına ihtimal bile vermezsiniz.

    ama evlilik teklifinin ardından sizin şaşkın bakışlarınız arasında, gelinlik seçimi ve düğün hazırlıkları başlar, sonunda da düğün akşamı gelir ve "hurşiiit, senin bu kız kardeşin bana surat mı yapıyor? hurşit buraya gel takı merasimi olacak akrabalarımız bize altın takacak. hurşit, senin akrabaların biraz cimri mi, ne o öyle gram altın takıyor bunlar! ay ben kimle evleniyorum hurşit?"

    allah belanızı versin.