evlilik

  • failili yazinca kendi hikayem aklima geldi.
    isteme olduğu gün tam bir faciaydi. hava yaklaşık bin derece, aylardan ağustos. önce eşim ve ailesi evi bulamadi. sonra onlar gelince kahveler yapıldı ve kahve taştı. ateist kayinpederim ve annem tartışti. kayınpederim isterken "allahın emri peygamberin kavli" demeyince, hacı olan annem "sizde allah kitap yok galiba" diyerek meselenin ortasina daldı ; kayinpederimse "genel olarak yoklar zaten" diyerek yangını körükledi. tam tartışma büyüyecekken eniştem "hadi yüzükleri takalim" dedi. yüzük takilacakken elektirik kesildi. mum ışığında yüzük takılırken o zaman ortaokulda olan yeğenim "noluyo amk bu ne kalabalik?" diyerek ter içinde eve daldı.
    sonra elektrik geldi, ikram yapilacakken pasta kuzenimin elinden yere düştü. aksilikler burda son buldu diyorduk ancak öyle olmadı. sıcaktan kayinvalidem koltukta uyuyakaldi. o gece başka bir facia olmadan sonlandi.

    nikah tarihi bulamadığımız için sabahın kör vakti nikah yaptik.*
    dolayısıyla en yakinlarimiz harici kimse yoktu. nikahtan hemen sonra eşimle kavga ettik.

    nasıl başlarsa öyle gidiyor evlilik. evren mesajlari gönderdi ama almadik demek.
    nişanlı olanlara duyurulur.

  • ön not: cinsiyetçi başlıklara yazmama kararı aldığım için buraya yazıyorum.

    ben göre göre evlendim. eski eşim, evlenme zamanı geldiğine hükmetmiş bildiğimiz anadolu erkeklerinden biriydi. evleneceği kişinin çalışıyor olmasını istiyordu. yaş için ölçütleri vardı. birkaç daha şey belirlemişti kendine göre. sanırım o ölçütlerin tümüne uyuyordum.
    bense o deli dolu ama ciddi görünen tiplerdendim. hayatım boyunca hem sorumluluk sahibi hem çılgın olmayı nasıl başardım bilmiyorum ama öyleydim işte. hatta ailesini tanıdıkça benimle evlenmeyi, tüm o ölçütlere uyduğum için mi, yoksa asıl bu özgür yanım için mi istediğini sordum kendime daha sonraları.
    peki ben niye evlendim. net. aşık oldum. o yüzden uyumsuz olan pek çok yanımızı görmezden geldim, hatta ayrılmaya çalıştığımda kendimi ıssızlığın ortasında kalmış hissettim. sonuçta nasılsa onun da beni sevdiğine inandım ve hayatımı onunkiyle birleştirmeye karar verdim.
    ilk sorun evlendiğimiz gün çıktı. o imam nikahı da kıydırmamız gerektiğini söyledi. huh. ben ve imam nikahı. islam'daki nikah şartları ile günümüzde yapılan imam nikahı arasında en ufak bir ortak nokta olmadığını bilecek kadar okumuşluğum vardı o sıra bile. biraz tartıştım. böyle bir şeyin anlamı olmadığını, doğru da bulmadığımı söyledim. sakince yine de istediğini söylemişti. yine de. evliliğimin en önemli sözcükleri bunlar olacaktı ve ben henüz bunu bilmiyordum. bir şekilde onun isteğini yerine getirip, kendimi de ezmeyecek bir çözüm ürettim.
    sonrası...
    sonra dünyanın unuttuğu bir kasabada geçen yıllar. onun beni oraya kapattığı yorumunu yapmıştı bir psikolog. oysa aramızda bir saniye bile kıskançlık muhabbeti geçmedi. açıkçası kıskanılacak bir kadın olduğumu hiç düşünmedim. zıplıyor hopluyor ve seviyordum. niye kıskanılaydım ki. öyle, bakımlı, ince, nazenin, kadınsı hatunlardan değildim. hiçbir zaman olmadım. nedense, erkeklerin o tarz kadınları kıskanması gerektiğine dair de sözlük cinsiyetçileri ile uyuşan bir yanım var. belki bu beni özgür kılıyordu. istediğim yere gittim, istediğim herkesle arkadaş oldum. insan insana iletişim kurdum. kadınlığım öne çıkmadı hiç.
    o kadar zıtlıklarımıza, uyuşmayan yanlarımıza rağmen aramızda inanılmaz bir çekim vardı. bir tek gün bile ayrı kalmaya dayanamazdık.
    peki evliliğimizi bitiren ne oldu.
    bebeğimizi kaybetme aşamasında beni yalnız bırakması mı.
    bu bir başlangıç oldu. ama daha önemlisi, benim değişmelerim oldu. sürekli okuyan biriydim ben. sürekli öğrenen, gezen, farklı insanlar tanıyan, farklı görüşleri dinleyen ve tartışan. o da değişti. ama yan yana değişmedik. sık seslendirdiği şeylerden biri, daha fazla değişmemi istemediğiydi. yeter artık değişme.
    değiştiğim için suçluluk hissederdim. değişmemeye çalışırdım. hatta bir süre insanlarla iletişimim azalttım ki, görüşlerinden etkilenmeyeyim. sadece onun istediği kişilerle görüştüm. inanılmaz sıkılsam da aralarında oturdum.
    uyuyakalıyordum biliyor musun sözlük. dost meclislerinde uyuyakalıyordum. dikkatimi toplamaya çalışsam da olmuyordu. ben ki arkadaşlarımla muhabbet ederken sabahlayan biriyimdir, üç gün uyumasam bana mısın demem. o insanların arasında iken dalıp gidiyordum.
    değişmeme çabam elbette işe yaramadı.
    tek sonucu ise artık konuşmamak, bir şey paylaşmamak oldu.
    yakınlık için uğraştıkça evliliği sürdürme sorumluluğunun bende kaldığını fark ettim.
    saçmaydı bu çaba. ne kadar çırpınırsam o kadar batıyordum.
    ne ara bu kadar mutsuz olmaya başlamıştım, onu bile hatırlamıyordum.
    o mutlu muydu. bilemiyordum. o kadar uzaktık birbirimize.
    peki ya çevremiz, nasıl etki etti.
    insanlar temelde iyi niyetliler. ama işte geleneksel bir toplumuz. bir evde dayak yoksa, belirli bir düzeyde gelir de varsa mutluluk için gerekli şartların olduğunu kabul eden bir toplum. tabi burdaki dayak, erkeğin kadını dövmesi anlamında. erkek ölümüne zalim değilse evlilik sürer işte.
    ah anadolu.
    sonuçta sadece bir evliliği değil, nice insanı da bırakıp yeniden büyük şehre döndüm.
    hep olduğu gibi dünya vatandaşları gerçek arkadaşlarım olmaya devam etti.
    ve değişmekten utanmamayı öğrendim.

    bi de ne evlendiğim için ne de boşandığım için bir an bile pişman olmadım.