entelektüel kadın bulmanın oldukça zor olması

  • gerçekten zor zanaattir. bulunsa dahi o kişi ile uyumlu bir ilişki yürütme ihtimali son derece zayıftır. çünkü entelektüel insanların kendi alanlarına aldığı insan sayısı çok daha azdır ve benim kişisel fikrime göre ön yargıları daha fazladır. kafalarındaki bariyerleri kırmak daha zordur.

    zannediyorum entelektüel olmak biraz da yalnızlıktır.

  • bir boşanma, iki çocuk, bir uzun ilişki ve bir araftan sonra kadın-erkek ilişkilerine bakış açım tamamen değişti.

    bin kişiye "bu kadın kimdir?" diye sorsan bin bir farklı cevap alırsın. annem çok inatçı olduğumu söyler, sözlükteki yazılarımı okuyan biri komik olduğumu, en yakın arkadaşım çok duygusal olduğumu söyler, reddettiğim adam çok katı, duygusuz olduğumu. biri der ki çok güçlü bu kadın, neler yaşamış, mücadeleyi bırakmamış, diğeri der ki drama queen. çocuklarıma sorsan çok kafa dengi olduğumu söylerler, bir diğerine sorsan eski kaflı olduğumu... ama sanırım herkesin uzlaşacağı bir nokta var: çok okur, çok merak eder, çok sorgular.

    okumak, sorgulamak, hiç bitmeyecek bir yol olan öğrenmenin içinde olmak beni entelektüel yapar mı bilemem ama standardın dışında tuttuğunu biliyorum. büyükbabamın evindeki yemek masasının altına uzanıp sobanın üstünde kahverengi kabartma harflerle yazılmış "auer" yazısını çözdüğümden beri okumak en büyük tutkum oldu. daha sonra da yazı yazmak geldi ki o da bir başka tutku.

    uzun ilişki insanıyım, kısa flört girişimleri de oldu tabii. daha 15 yaşındayken, okuduğum kitapların, düşüncelerimin beni daha çekici ve istenen biri yapmadığını fark ettiğimde çok şaşırmış, büyük memeli kızı tercih eden lise arkadaşımı sığlıkla suçlayarak onu hor görmüştüm.

    yıllar yılları kovaladı. öğrenme isteğime dair değişen bir şey olmadı ama hazmetmeyi öğrenmeye başladım, bak o iyi oldu.

    liseyi gökçeada'da okudum. orada 5-6 bin insan yaşardı. seçenekler az olduğu için karşına kim çıkarsa onu severdin. aslında o zaman hayat çok daha kolaydı. 20 yıl sonra geldiğim noktada görüyorum ki hayatı kendimize zindan etmişiz.

    karşılanması imkansıza yakın beklentilerle, ıssız bir adaya düşsek bir sike derman olmayacak etiketler arasında sıkışıp, hak ettiğimize inandığımız daha iyiyi ararken kendimizi gerçekleştirmeyi erteleyip duruyoruz. geleceğe manasız bir mutluluk misyonu yüklemişiz. gelecekte daha güzel, zayıf, akıllı, zengin olduğumuzda hak ettiğimiz mutluluğu bulacağız. tabii ki yakışıklı, fit, entelektüel ve zengin adamları hak ediyoruz, o da gelecekte gelecek... al bu sözlerimi, kadını erkeğe, erkeği kadına uyarla. ya da dur daha entelektüel görünsün: vice versa!

    okuyarak, gezerek, izleyerek insan kendine yatırım yapıyor ve hayatına dahil olanlar bundan bir paye almıyorlar. şahsen son yıllardaki partner seçimimi daha realist bir bakış açısıyla yapmaya çalışıyorum:

    "ıssız bir adaya hangi adamla düşsem mutlu olurum?"

    saatlerce berger'in estetik anlayışı üzerine tartışacağım ama kuru odun toplayamayacak kadar doğadan kopuk biri mi? zannetmiyorum. sanırım tökezlediğimde beni tutacak, ayağı takılıp düştüğünde onu kaldırmama ses etmeyecek, yıldızsız gecelerde karanlıktan korkarken komik hikayelerle güldürecek, beraber saçmalayabileceğim, ciddi davranabileceğim, maceraya atılabileceğim, evde oturup çay içebileceğim, sarhoşken hunharca dans edebileceğim, defalarca aynı çocukluk anılarını dinlemekten usanmayacağım, izin almadan istediğim kadar sarılacağım biri olmalı. vicdanlı, insaflı, gözünün içi gülen biri. herhangi bir kriz anında yanıma almayı unuttuğumda allerji ilaçlarımı cüzdanından çıkaracak kadar güven veren biri.

    hayat, biz onu zorlaştırmadığımız sürece basit. sözler değişir, öze ve göze odaklanmak lazım.