diyarbakır

  • doğduğum, büyüdüğüm, bütün ailemin doğup büyüdüğü, kök saldığı, kültürünü taşıdığı, hz süleyman'da duasını edip, kızdığında "kara yere giresen" diye ahını söylediği, yemeklerini yediği, yedirdiği, sokak sokak tanıdığım, her gidişimde koşarak sarılmak istediğim, her ayrıldığımda -ki bu yedinci senem- ağladığım, ne olursa olsun, zerresini değişmeyeceğim memleket. ailem, herkesten çok sevdiğim kardeşim, iki tane canıma katmak istediğim kuzenim, annem, babam, anneannem, teyzem, dedem, kurban olduklarım, hepsi hala orada yaşıyor.

    suriçi dediğin yer; çarşı, biz öyle deriz yani. babam yıllardır esnaflarından biri, üstelik suriçinde doğmuş, annesi gibi, annem gibi. şimdi suriçi dediğin yer, bak burda ezberden gidiyorum, ms 600lü yıllara, belki daha eskiye dayanan yapıların olduğu, attığın her adımda, burda da şu var burası da akkoyunlar zamanından, bak burda da çok eski bir güneş saati var diye diye gidebileceğin bi' yer. hanlar, hamamlar, camiiler, kiliseler, surlar, surların burçları, say sayabildiğin kadar, kapkara taşlarıyla dünya güzeli bi yer. sokakları (bkz: küçe), yemekleri leziz. bi' alışsan, bi gezsen, ararken ahmed arif'i de bulursun, efsunuyla peygamberleri de. yemin ederim, öyle güzel ki, elinden tutup götürdüğüm, sülüklü'de şarap içirip, hasanpaşa'da kahvaltı yaptırdığım herkes ama herkes delisi oldu. siz gidip sevmediyseniz, gezdirmesini bilmemişlerdir.
    o suriçinde yüzlerce yıl, çok yakın bi tarihe kadar, türk, kürt, ermeni, zaza, süryani, arap ne varsa birlikte yaşamışlar, yemekler, sokak isimleri, diller, zanaatlar birbirine karışmış. zanaat demişken, bakırcılar çarşımız, kuyumcular çarşımız, yemin ederim görsen, çok çok seveceksin. sevmemek mümkün değil burayı.

    şu anda, bi' terketmek istemeyeni o avlulu güzelim evleri, bi' de fakir halkı yaşar diyarbakır'ın orada. hanlar, hamamlar ayrı bak, han hamam demişken, restore ediyorlardı her yeri biliyor musun? ulu cami'yi, yanındaki medreseyi falan çok güzel yapmışlardı, hatta dünyanın en büyük açık hava müzesi olacak diyorlardı, geride kalan yıkık dökük her tarihi eser çıkacaktı. bunlardan bahsetmeden geçemiyorum, vallahi de kaldırım sevici değilim, ama hevseli yaksalardı da içim kanardı, şimdi de kanıyor napayım?!

    şimdi ben verdikleri bi kaç saat molada, suriçine gidip bakan babamdan biliyorum, canım ciğerim dediğim insanların gönderdiklerinden biliyorum, o fakir halkı, o güzelim kara taşları perişan halde. gördüğüm konuştuğum herkes ağlıyor, insanların ellerinde çocukları, eşyaları, kırıla döküle kaçışlarını görseydiniz diyorlar, içler acısı, dört ayaklı minareyi, o kiliseleri camileri görseniz, içiniz parçalanır. bi' yandan taksiler bile çalışmıyor şehirde artık, her yer kapalı, bütün esnaf kan ağlıyor, bir yandan evden çıkamayıp ekmek alamıyorlar, banyoda günlerce saklanan evler var. sonra haberler gelmeye başlıyor, ölümler, yine kan, daha çok kan istiyoruz diye bağıran ölümler hem de. çıkıp biri de açıklama yapıyor, terörle mücadele bu şekilde devam edecek diye. şimdi ben orda doğdum, doğduğum yere de aşığım diye mi suçluyum? benim annem babam orda doğdu diye mi suçlu?

    tamam, diyarbakır, karışır, olaylar, ateş, silah, hendek, tamam alışkındır, ama savaşa kim alışabilir? ama ailem evde duramıyor, onlara göre daha güvenli, aslında kimseye göre güvenli olmayan bi yere gidiyorlar, ben milyonlarca kilometre uzakta kafayı yiyorum, tanıdığım herkese iyi misiniz diyorum, işe gidip seyrantepeden ofise o gazın, o kargaşanın içinde yürüyorlar, bugün de bana isabet etmedi hissiyle. memurunu, öğretmenini de çekiyor devlet. e sen de susuyorsun, senin de haberin yok? hala diyarbakır'a gitsin 16lık kızlarla evlensin, peşmerge olsun diyorsun, elin de dilin de vicdanın da sızlamıyor mu?
    şimdi diyorsun ki sokağa çıkma yasağı var, o zaman onlar da çıkmasın, neden senin ayağın taşa değse, taşı oraya koyanın tüm zürriyetine küfrediyorsun, otobüsteki sana ters baktı diye sinirlenip kendini haklı görüyorsun, taksici uzun yoldan götürdü diye kavga ediyorsun, insanlar günlerdir harap halde, utanmasan benim istediğim için gerekirse onlar da ölsünler de hiç önemli değil diyorsun. ne cürretle? bu nefesi benden çok hakettiğini mi düşündün, ne hakla? bu ülkede her yer benimdir mi diyorsun, bi kere gelip görmediğin şehre?

    şu an diyarbakır'da yaşananlar normal değil. yine olaylar çıkmış yaa değil. eğer sen gerçekten o duyarlı olansan, her şeyi de sindirir olduk ne kötü yaa twiti atan kardeşsen, bak yapma. isyan et, benim gibi deliye dön. sabah kalk videolara bak ağla, şehre ağla, insanlara ağla. eğer olur da biterse, ki hiç umudum yok, önümüzdeki bilmemkaç ay kalkmayacak kan kokusunu düşün, doğrulmayacak belleri, gülmeyecek anneleri, toptan bi şehri, şehrin içinde aileleri, çocukları düşün. benim ailemi düşün. ben düşünüyorum çünkü, uyuyamıyorum ben, aklım çıkıyor birine bişey olacak, birinden haber alıcam diye. herkes iyi oh diye de rahatlayamıyorsun, öyle bi hal düşün. sabah kalk, şiş gözlerle ağlamaya korkmaya devam et. elin yetişmesin, acizliğini gör, savaş de. savaşı sevemezsin değil mi? insansın çünkü, sevmemelisin, nefret ettiğin biri olsa dahi, ölüme sevinmemelisin. bu on günü annelerinin kucağında geçiren çocuklar, dersaneye gidemeyen gençler, durup yaşadığı yıllara bakan teyzeler, kimse unutmayacak. bunu da yazmazsa tarih, ben oynamıyorum artık, hiç birimiz oynamayalım kurban olayım. o evlerinden kaçanların hayatını düşün, hadi ailen olmasın orda, endişe edeme, ama o fotoğraflara bak, o videoları gör, geride ne kalacak bi' düşün. ya hem hani biz kardeştik seninle, hani kardeş olacaktık, hani barışacaktık, benim kardeşimin ayağı taşa değse, ondan önce benim canım acıyor. benim kardeşim şu an her sokağında savaş olan bi şehirde yaşıyor, senin umrunda değil. hiç değil. böyle demek istemiyorum ama, sen demedin mi biber gazı kötü diye, insanlık suçu diye, mermiler, tomalar, akrepler iyi mi? yapma gözünü seveyim, tamam anladık, sırf bi yerlerde doğduk diye sevmiyorsun bizi, mutlaka kardeş de olmak istemiyorsun, zorlamanın anlamı yok, ama sen nasıl birileri, ben, benim ailem, sokaktaki kişi, her kış günü kestane aldığımız köşede duran adını bilmediğim abi acı çeksin istiyorsun?

    tamam al, seninle hiç tanışmadım, ama benden nefret ediyorsun, mümkünse sevdiğim herkes de ölsün istiyorsun. bekle, ben de gideyim, senin istemediğin herkes de çekilsin, öleceksek ölelim, böyle yaşayacağımıza ölelim. sevdiklerim varken, diyarbakır'ın kendisi sevdiğimken, her gün sabahtan akşama içim parçalanacağına, madem öyle öleyim.
    ölme diyorsan, gözünü seveyim ses çıkar. iştesin, okuldasın, problemlerin çok, inan benim de çok, inan bu olmadan da çoktu, inan hiç gülemiyorum, aşık oldum batırdım, aşık olanı üzdüm, iş desen, para desen, okul desen, anlatamam bile derdimi, ama kurban olayım, buna ses çıkar. kimsenin umrunda değil, bu ateş içimi yakıyor, nolacak diye aklımı kaçırıyorum, bişey yapamayacaksak bile bari sen ses çıkar, bil.

    bi de keşke, on gözlü köprüyü yazsaydım bu başlıkta, diyarbekir kızları deseydim, kibritsiz kandil yakar, ibrahim macit'den bişeyler paylaşsaydım, suzan suzi'yi anlatsaydım, başıma gelen komik olayları söyleyip, kızlar içinden seçilesen ne demek olabilir diye güldürseydim sizi, yemeklerimizden bahsetseydim. keşke hemen alışmasak her şeye, keşke uyum sağlamasak böyle. anlatacak çok şeyi var halbuki diyorum ya, ah işte. ah.